Irak: Hiçbirimizin işlemediği hatalar!

Fotoğraf: AA

Belki de tüm toplumlarımızın bir dereceye kadar suçluluk duygusuna ihtiyacı var. Çünkü aramızdaki güçlülerin zayıflara verdiği ve vermeye devam ettiği zararın, toplumsal yapılarımızın üzerimize gökten düşmeyen acımasız, kanlı rejimlerle gösterdiği ve göstermekte olduğu suç ortaklığının yeniden gözden geçirilmesini sağlayacak tek şey bu duygudur. Suçu kabul etmek, kendini sorumlu hissetmenin ve bunun arkasından medenileşmenin yoluysa, o zaman suçu dışarıdan birine havale etmek, tam olarak her türlü sorumluluğu reddetmenin ve her türlü medenilikten yoksun kalmanın yoludur.

Bu hastalığı yaşamamızın nedenlerinden biri aşırı mağduriyet duygusu olabilir. Kültür tarihimizin temel bileşenlerini eleştirel ve metinsel incelemeden mahrum bırakan narsisizmimizi güçlendiren de budur. Hiç şüphe yok ki aydınlarımızın büyük bir kesimi, mağduriyet duygusunu besleyerek ve buna neden olanı tek bir taraf, yani sömürgecilik ve emperyalizm ile sınırlayarak ya da yanlış adımların, aksaklıkların, mezhepçi eğilimlerin, parçalanmanın Batı’nın Doğu’ya gelişiyle başladığına dair bir tarih anlatısı sunarak bu yönelimi ileriye taşıdı. Gerçek şu ki, Edward Said'den ve onun edebi metinler üzerine çalışmalarından onlarca yıl önce başlayan Oryantalizm eleştirisi, daha ziyade Batılı bilim adamlarının geçmişimizi ve inançlarımızı tarihsel incelemeye ve eleştirel tetkike tabi tutma girişimlerine bir itiraz olarak başladı. Bu itiraz dini/mezhepsel ve Filistin/İsrail konularında bir katılığa yol açtı. Çoğunlukla sözlü olan bu katılık ise diğerlerinin hem haklarını hem de onlara karşı görevlerimizi yok saymamızı temizleyen bir deterjan oldu.

Her ne kadar bu eksiklik kapsamlı ve genel ise de, en ciddi şekliyle Irak’ta görüldü. O acılarla dolu ülke, atlatılması zor deneyimlere sahne oldu. Uzun yıllar süren Baas yönetimi (1968-2003) döneminin, Irak kültürünü hafıza ve vicdan açısından derinlemesine araştıracak, Irak'ın yüz binlerce insanı öğüten birbirini takip eden feci savaşlara sürüklenmesi, büyük bir petrol zenginliğinin israf edilmesi, Halepçe'de Kürt vatandaşlara kimyasal silahlarla saldırılması, iktidarın mezhepsel bileşimine göre mezhepsel uçurumun genişletilmesi meselelerini sorgulayacak dev bir atölyeye dönüştürülmeye değer olduğunu söylersek abartmış olmayız.

Ancak bireysel çabalar haricinde böyle bir gözden geçirme yapılmadı. Vatandaşlara vatandaşlığın anlamını öğretecek, onları ve onlarla birlikte dünyayı rejiminin korkunçluğu konusunda bilgilendirecek bir şekilde Saddam'ı yargılamak yerine, güvenilirlik ve ciddiyet standartlarından yoksun bir yerel mahkeme yapıldı ve ardından Saddam, aşırı mezhepçiliğin yarattığı bir intikam ritüeliyle idam edildi.

Bundan sonra Irak, kısa sürede ülkenin İran'a kiralanmasıyla bağlantılı mezhepsel kutuplaşmanın bir aracı olduğu ortaya çıkan bir demokrasi inşa etmeye yöneldi. Bu kiralama, ABD'nin çekilmesinden sonra bir tür hakimiyete dönüştü. Bağdat'tan bize gelen en önemli haberlerin yolsuzluk ve kota haberlerinin olduğu yıllar geçti. Bu haberlerin yaygınlığı ile sadece hastalıklı kişisel ruh hallerinin Iraklıların yaşamlarını ve siyasetini yönetmesinin eşlik ettiği garip  televizyon fetvaları yarışabiliyordu. Bu durum, bir sürü birikmiş ve dile getirilmemiş çürüklüğü depolayan IŞİDhareketi ortaya çıkana kadar devam etti. Peki, IŞİD ile nasıl mücadele edildi; zaten zayıf olan devleti daha da zayıflatarak. Bunun için devleti denetleyen ve kararlarını kontrol eden Haşdi Şabi milisleri kuruldu. Bu çürüme 2014 yazında soykırıma varan Ezidi trajedisiyle doruğa ulaştı. Bu soykırımda 5 bin kişi öldü ve bunlar arasında tüm fertleri öldürülen aileler de var. Bir o kadar kişi kaçırıldı, yüz binlerce kişi yerinden edildi, kadınlar esir alınıp satıldı ve pek çoğu toplu tecavüze uğradı.

Ezidiler küçük ve savunmasız bir azınlık olduklarından, kadınlarının, başından beri kadınları bir numaralı düşmanı deklare etmekten çekinmeyen IŞİD vahşetine karşı korumasız olmaları ihtimali de daha yüksek. Ancak bir kez daha, bu menfur deneyimi gözden geçirmeye odaklanmak ve bu "kötülüğü emreden" nefsin derinliklerine inmek yerine, Irak, IŞİD'in Musul şehrini işgali ve ardından 2019'daki reformcu ayaklanma tarafından dondurulmadan önce 2014'te doğan bir yasa tasarısını yeniden canlandırarak bizi şaşırttı. Ezidi kadınların başlarına gelenler üzerinde dikkatle durmak yerine canlandırılan bu yasa tasarısı ile tüm Iraklı kadınlar hedef alınıyor. Doğdukları andan itibaren, yani daha yetişkin kadın olmadan önce hedef alınıyorlar. Eğer böyle kötü ve mücrim bir yasa tasarısı kabul edilirse, Irak’ta kız çocuklarının 9 yaşına geldiklerinden evlendirilmeleri mümkün olacak. Şii siyasi güçler, bunu Şii ve Sünnilerin buluşabileceği, kapsamlı bir mezhepsel örtüye sahip ortak bir öneri olarak sunmaya çalışıyorlar. Bu tasarının 1959'dan itibaren kadınların hak ve özgürlüklerini tanıyan en gelişmiş Arap medeni kanununa sahip bir ülkede önerildiğini sadece hatırlatalım.

Irak'a yeni bir çehre kazandırabilecek ve onu sürekli çamura batmaktan kurtarabilecek tek deneyime, yani 2019 halk devrimine gelince, güvenlik güçleri ve milisler onu boğmak için iş birliği yaparak arkalarında yüzlerce ölü ve binlerce yaralı bıraktılar.

Saddam rejimi ve neden olduğu sorunlar böyle parçalı ve karşıt Saddamlıklar ile çözüldü. Ezidi kadınlara yönelik zulüm, Iraklı kadınların istisnasız tümüne uygulanacak bir zulümle ele alındı. Tıpkı Irak'ın parçalanma ve İran'a bağımlılık sorununun şimdi direniş cephesine ve onun arenalarına katılarak çözülmesi gibi. Ama bir Iraklının başı bile ağrısa sebebi bellidir; o da 21 yıl önceki Amerikan işgalidir.

 

Şarkul Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU