Şia’nın yas geleneği İran rejiminde siyasi kurban geleneğine dönüştü

Serbest Ferhan Sindi Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Baştan söyleyeyim komplo teorileriyle hiç işim olmaz. İtibar etmediğim, ilgi duymadığım ve üzerinde kafa yormadığım bir alandır komplo teorileri. O yüzden yapacağım değerlendirme, analiz ve çıkarımlar komplovari gelirse, bunun tamamen olayların ilginçliğinden ve genel geçer kabullerden hareketle anlaşılamayacağından kaynaklı olduğunu belirtmek isterim.

İranilik ile Şiiliği içkin yeni bir dinsel-siyasi kimlik

İran dediğimizde günümüzde Şiiliğin siyasi temsiliyetini de kastettiğimiz bilinmelidir. İran ve Şiilik günümüz dünyasında birbirine içkin kimliklerdir artık. İran, Şiiliğin tam anlamıyla mezhepsel-manevi temsilcisi olarak kabul edilmese de siyasi tek temsilcisi olduğu hakikattir. O nedenle İran ile Şiilik artık özdeştir. İran denince Şiilik, Şiilik denince de İran akla geliyor.

Şiilerin yaşadığı coğrafyaya da baktığımızda İran etkisini ve Şiilerin Tahran’a yakınlığını bariz bir şekilde görebiliyoruz. Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de Şiilikten kaynaklı olarak mutlak anlamda bir İran etkisinden söz etmek mümkündür. İran’ın buradalardaki egemenliği ve hegemonyası mutlak değildir fakat etkisi mutlaktır.

Asıl konumuza gelecek olursak, İran devriminden bu yana yaşanen gelişmelere baktığımızda 1979 inkılabının ruhuna ve siyasetine Şiiliğin yas geleneğinin sirayet ettiğini bariz bir şekilde görebiliyoruz. Şiilikteki yas geleneği küçük bir nüansla İran’ın 1979’daki devriminde siyasi kurbanlara yaslanan bir geleneğe dönüştü. Şiilikte yası tutulan şahsiyetlerin toplumsal, dini ve siyasi konumları ile İran devriminde siyasi cinayetlere kurban giden şahsiyetler birbirine yakın algılanır. Bu iki gruba karşı beslenen duygu da birbirine çok benzerdir.

İmam Ali, Hazreti Hüseyin, Hazreti Hasan, İmam Zeyd ve İmam Musa Kazım Emevi ve Abbasiler tarafından şehid edilmiştir. Hazreti Fatıma’nın vefat yıl dönümü “şehadeti” olarak yad edilir Şii kültüründe.

İslam Peygamberi Hazreti Peygamberin Ehli Beytinin böyle hazin bir şekilde zulme uğramaları, sürülmeleri, hakarete uğramaları ve şehid edilmeleri Müslümanların büyük bir kesiminin kalbinde derin yaralar açmış ve İmam Ali’nin yolunu izleyenler şekilde Şiilik mezhebinin doğuşuna yol açmıştır. Yani Şiiliğin doğuşu düşünsel, fikri ve itikadi olmaktan önce duygusaldır. Şiilikteki yas kültürü de Peygamberin Ehli Beyti’nin trajedik bir şekilde katliama uğratılmasından kaynaklanır. Bu noktada rasyonel bir tercihten bahsetmek mümkün değildir. Tamamen duyguların şekillendirdiği bir mezhepsel ve siyasi çizgi olarak tebarüz etmiştir. Daha sonraları fıkhi ve akidevi bir meshep olarak devam etmiştir.

İran devrimi için can simidi olan olay: Irak savaşı

Şiilikteki yas kültürü tarih boyunca devam edegelmiş ve onları Sünnilere karşı bileyen, kimliklerini korumalarını sağlayan ve fırsat doğduğunda da “Hüseyin’in intikamını” alma noktasında motive eden bir duygudur. Sünnilerde tasavvuf-tarikatlardaki duygu yoğunluğu ve mürşide bağlılık Şiilerin Mercilerine ve gelenekleri ile benzeşebilir fakat tarikatlarda belli bir hedefe yoğunlaşmadan bahsetmek zor.

Şiilerde geleneklere bağlı kalmayı ve yaşam biçimi ne olursa olsun yas kültüründen ödün vermemeyi sağlayan faktör Şiiliğin kimlik halini almasıdır. Ayrıca Şii din adamlarının yoğun telkinleridir. Örneğin Şiileşen binlerce Sünniden bahsedebiliriz fakat Sünnileşen Şiiler diye bir olgudan kimse bahsetmez. Çünkü böyle bir olgu kimsenin aklına gelmez, Şiinin Sünnileşmesi herkesçe garipsenir.

İran’da Humeyni öncülüğünde yapılan devrimden sonra da devlet yönetimine ve rejimin işleyiş şekline rengini veren şey Şii geleneğidir. Yani devletin kurucu aklı rejime Şiiliği ikamet etti. Tarihten gerekli dersler de çıkarılarak tam anlamıyla Şiiliğin devlet yönetimindeki tecessüm etmiş hali olarak tasarlandı her şey.

Şii tarihinde neler yaşanmışsa ve toplumda ne gibi sonuçlara yol açmışsa aynısının İran 1979 rejiminde de olması için şartlar olgunlaştırıldı. Nasıl mı? Irak savaşı ile. Savaşın Saddam Hüseyin’in tek taraflı saldırıları ile başladığını hepimiz biliyoruz fakat bu savaşı çıkaranın Saddam olduğu anlamına gelmez. Savaşı İran-Humeyni istedi ancak Saddam fevri davranarak ilk aksiyon alan taraf oldu.

Humeyni’nin “devrimi tüm bölgeye yayma” sloganı savaştan önceydi, Irak’ta silahlı grupların oluşturulmaya başlanması savaştan önceydi, Irak’ı işgal planları Saddam’ın savaşı başlatmasından önceydi. Bunları kim mi söylüyor? O dönem Humeyni’nin halefi olan Muntazeri, ölmeden önce BBC’ye verdiği röportajda şunları anlatıyor:

"Devrimin ihracıyla ilgili ve 'bugün İran yarın Irak' gibi radikal slogan attık. Sloganlar komşu ülkelerin korkmasına neden oldu. Humeyni'nin yanına giderek 'İnkılap gerçekleşen ülke iyi niyetini göstermek için komşulara heyetler gönderir ve dostluk mesajları verir. Maalesef biz bunu yapmadık. Zaman kaybetmeden yapsak iyi olacak. Saddam'ın Cezayir Anlaşması'nı bozduğu ve savaş hazırlığı yaptığı söylentileri var'. Humeyni 'Böyle şey olmaz' dedi. Ben ise ‘Etraftaki ülkelerle duvarlar öremeyiz, iyi ilişkilerimiz olmalı’ dedim. Humeyni kızdı ve dedi ki ‘Biz ülkemizin etrafına duvar örmek istiyoruz’ .”

Savaş çıktı ve İran efsaneleşti. Herkesin ayakta kalamaz gözüyle baktığı yeni rejim, 8 yıl boyunca Saddam ordusuna karşı savaştı ve iyice kök saldı. 70’li yılların sonu ve 80’li yılların başında gerçekleşen bu devrim, sola karşı kompleks duyan İslamcılar için de büyük bir moral ve motivasyon kaynağı oldu. Kendilerine güvenleri arttı ve İran her taraftan destek gören bir rejim haline geldi.

Savaş olmasaydı bu destek alınabilir miydi emin değilim. Savaş olmasaydı içerideki birlik sağlanabilir miydi emin değilim. Savai olmasaydı İran’da solcular ve Kürtler tasfiye edilebilir miydi, edilemezdi. Bundan çok eminim. O yüzden savaş yeni Şii yönetimi için bir can simidi oldu. Ona yaslanarak ayakta kaldı, filizlendi, kök saldı ve büyüdü.

İran’da ve Şii geleneğinde önemli ve etkili şahsiyetlerin suikastı, kurban edilmesi ya da şüpheli ölümü toplumu konsolide etmenin bir faktörü haline getiriliyor.

Yas geleneğinden beslenen ve tüm ritüellerini ağıtlar, mersiyeler, medhiyeler üzerine kuran, Kerbela faciasını mezhep müntesiplerini daima canlı tutmanın bir aracı olarak gören bir anlayış için bu yaklaşım çok garipsenmemelidir.  Hayali düşman için içeride “direniş ruhu”, “manevi motivasyon” ve heyecan daima diri tutulmalıdır. İran’da yerleşen Şiilik geleneğinde acı olmadan mücadele adamı ve fedai de olmaz.

Devrimin ilk yılından günümüze kadar İran’da gerçekleşen ve her biri rejimin daha da güçlenmesine, baskıcı bir hale gelmesine ve halkın taleplerinin sindirilmesine yol açan siyasi, askeri cinayetlere bir göz atalım.

Suikastler-saldırılar-şüpheli ölümler

Murtaza Mutahhari, birçok kesim tarafından tanınan Mutahhari, devrimin düşünsel ve entelektüel zeminini hazırlayan isimlerden biriydi. Mutahhari, 1 Mayıs 1979’da uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetti.

İran devriminin kurucularından ve en etkili isimlerinden biri olan Hüseyin Beheşti, devrimden sonra Yargı Erki’nin başına geçti. Beheşti, 28 Haziran 1981’de İslami Cumhuriyet Partisi binasında meydana gelen patlamada 72 arkadaşıyla birlikte öldü.

İran’ın devrimden sonraki ikinci cumhurbaşkanı olan Muhammed Ali Recai ve üçüncü başbakanı Muhammed Cevad Bahüner, 30 Ağustos 1981’de Tahran’daki bombalı saldırıda öldürüldüler.

Tahran Üniversitesi’nde fizik profesörü olan Mesud Ali Muhammedi, 12 Ocak 2010’da evinin önünde patlayan bomba ile öldürüldü.

İran Nükleer Enerji Teşkilatında kuantum fiziği üzerine çalışan bilim adamı Mecid Şehriyari, 29 Kasım 2010’da aracına konulan bombanın patlamasıyla öldü.

Nükleer fizikçi Daryul Rizayi Nejad, 23 Temmuz 2010’da uğradığı silahlı saldırıda öldürüldü.

Ülkenin önde gelen füze uzmanlarından Hasan Mukaddem, 12 Kasım 2011’de çalıştığı yerde meydana gelen patlamada can verdi.

Nükleer uzmanlardan İsfahan’daki nükleer tesisin de mimarlarından Mustafa Ahmedi, 11 Ocak 2012’de aracına konulan bombanın patlamasıyla öldü.

Kasım Süleymani, 3 Ocak 2020’de ABD tarafından Bağdat havalimanında füze saldırısı ile öldürüldü.

İran nükleer projesinin önde gelen ismi olan Muhsin Fahrizade, 27 Kasım 2020’de suikastın kurbanı oldu.

DMO’da Albay Seyyad Hodayi, Tahran’ın ortasında 22 Mayıs 2022’de evinin önünde suikaste uğradı.

İran Devrim Muhafızları Ordusunun Suriye’deki komutanlarından Razi Musevi, 25 Aralık 2023’te  İsrail’in, Şam yakınlarına düzenlediği saldırıda öldürüldü.

İsrail, 1 Nisan 2024’te Şam’da İran Büyükelçilik binasını vurdu ve 7 önemli komutanını öldürdü.

Ülkenin Humeyni’den sonraki en etkili ismi olan Ali Ekber Haşimi Rafsancani’nin de 8 Ocak 2017’de şüpheli bir şekilde öldüğünü not etmek lazım. Zira çocukları Fatima Haşimi ve Faize Haşimi, babalarının normal bir şekilde ölmediğini defalarca kez dile getirmiş ve bu iddialarını sürdürmektedirler.

Öte yandan yine devrimin en etkili isimlerinden Mahmud Talegani’nin de 9 Eylül 1979’da şüpheli bir şekilde öldüğünü unutmamak lazım. Humeyni, Talegani için “Zamanın Ebuzeri’ydi” demişti. Talegani’nin oğlu Mücteba Talegani de babasının şüpheli bir şekilde öldüğünü ifade ederek buna dair muhtelif nedenler sayıyor. Talegani’nin ofis sorumlusu Muhammed Şaneçi de bu ölümün şüpheli olduğu görüşünde.

Hamaney de 27 Haziran 1981’de Tahran’daki Ebuzer camisinde suikaste uğradı ve sağ kolunu kullanamaz hale geldi. Şu an da sol kolunu kullandığı fark edilmektedir.

Cumhurbaşkanı Reisi, Dışişleri Bakanı Abdullahiyan, Tebriz Cuma İmamı ve Tebriz Valisi 19 Mayıs’taki şüpheli helikopter kazasında öldü. Kaza olarak görülse de bunun etrafındaki sis perdesi hiç aralanmadı.

Son olarak 30 Temmuz’da Tahran’da gerçekleşen Haman lideri Haniye suikasti de soru işaretlerini daha da artırdı.

Sonuç olarak:

3 Ocak 2020’de ABD tarafından öldürülen Kasım Süleymani’nin cenazesi Bağdat, Kerbela, Necef, Ahvaz, Meşhed, Tahran ve Kum’da gezdirildikten sonra memleketi Kirman’da toprağa verildi.

Reisi de Tebriz, Tahran ve Kum’daki törenlerin ardından Meşhed’de toprağa verildi.

İslam geleneğinde cenazenin çok bekletilmeden gömülmesi emredilir. Fakat İran’ın dini, siyasi ve askeri şahsiyetlerinin günlerce dolaştırılmasının ardından toprağa verilmesinin altında yatan şey toplumsal hamaseti beslemek ve yas kültürünü diri tutmaktır.

Son olarak şunu ekleyeyim: Haniye’nin Tahran’da öldürülmesi ya da ölümüne göz yumulması da Şiilikteki ölümün kutsanması ve kurban kültü üzerinden yürütülen siyasetten bağımsız düşünülemez. Burada verilen mesaj şu: “İnancımız ve davamız için herkes ölüme hazır olmalıdır. Hiç kimse bundan istisna değildir. Cumhurbaşkanları, en büyük askeri komutanlar, ilk sıradaki siyasetçiler, en paralı insanlar ve hareket liderleri. Bu dava kurbanlarla ayakta durur!..”

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU