Vatandaş, insan ve savaş değirmeni hakkında

Fotoğraf: AA

Fransız Devrimi'nin zafer günü sayılan Bastille Hapishanesi Baskınından tam 42 gün sonra, 26 Ağustos 1789'da Paris'teki Ulusal Meclis, "İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi" olarak bilinen bildiriyi yayınladı. Bu belge, Aydınlanma değerlerinden ilham alan ve 13 yıl önce Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin yaptığını tekrarlayan, tüm dünya tarihinin en önemli özgürlük belgelerinden biri haline geldi. Bu belgenin metni, Britanya'ya karşı Amerikalı devrimcilerle birlikte savaşmaya gönüllü olan, köleliğin kaldırılması ve doğal kanunlar temelinde demokratik bir ulus-devletin kurulması konusunda coşkulu bir aristokrat olan General ve Marquis de La Fayette’e kadar uzanıyordu. Bağımsızlık Bildirgesi'nin en önde gelen yazarlarından ve Amerika Birleşik Devletleri'nin “kurucu babalarından” biri olan Thomas Jefferson da bu bildirgenin taslağını hazırlama görevine katılmıştı.

Bildirge, öneminin yarısını metninden alırken, diğer yarısını da başlığından almıştır. Çünkü o zamana kadar insan ve vatandaş iki farklı ufka aitti; her ne kadar her biri insana kendine özgü bir biçimde ilgi gösterse de o döneme kadar insan, dinlerin, felsefelerin, bilimlerin ve her türlü ütopik eğilimin ilgi odağıydı. Vatandaş ise siyasetin, partilerin, yönetimin, eğitimin, ekonomi ve kalkınma planlarının ilgi odağıydı.

İkisi, yani insan ve vatandaş, her zaman asli formda var olmuş olsalar da tarihsel aktörler olarak doğuşları nispeten yeni olmayı sürdürüyor. İkisinin bu birleşimi, sanki yokluğu bizzat varoluş koşullarımızın derin eksikliğinden başka bir şey olmayan iki boyutu birleştirmeye çalışıyormuş gibiydi. Bunların ilki, istisnasız tüm insanlar arasında ortak simgeler arayan etik boyut, ikincisi belirli ülke ve toplumlara yönelik çözümler arayan gerçekçi boyuttur ve ikisiyle birlikte soyut ile spesifik arasındaki büyük birliktelik sağlanır.

Ancak tarihi anlar, bu vaadin yerine getirildiğine çok nadiren tanık oldu. Keza iki boyutun uyumunun siyaseti ölçen ve ahlaki olarak yargılayan bir norma daha da yakınlaştığını söyleyebileceğimiz şekilde, yukarıda bahsedilen iki boyut arasındaki gerilimin ortadan kaldırılmasında nadiren başarılı olundu.

Bir yandan, yalnızca “insan ‘a duyulan güven, bazıları kendi ‘insan’larını tek insan olarak dayatma eğiliminde olan, diğerleri ise gerçeklikle her türlü bağlantıyı marjinalleştirme ve yalnızca sözde idealleri vaaz etme eğiliminde olan zamansal veya dini eğilimleri körüklemiştir.

Sonunda, enternasyonalist veya ekümenik olarak tanımlanan durumlar ortaya çıktı; bu durumların, tanımlarına rağmen, insanlara olması gerektiği gibi davrandıkları söylenemez.

Öte yandan, yalnızca “vatandaş”a odaklanmak, bencil ve aşırı milliyetçi eğilimlerin ortaya çıkmasına neden oldu ve bu eğilimler, herkesten nefret eden faşist hareketlerle sonuçlandı. Burada da bu hareketlerin kendisini onurlandırması ve yüceltmesi gereken vatandaş, tarihinde benzeri görülmemiş bir aşağılanmaya maruz kaldı.

İki model arasında demokratik model, her ne kadar vatandaş konusunda kat ettiği mesafe, insan konusunda kat ettiği mesafeden daha fazla olsa da iki boyut arasında daha yüksek derecede bir uyum kurabildi. Bu, ne kadar medeni olursa olsun, idealler ve değerler ne kadar baskın olursa olsun, devletlerin ve milletlerin doğasındandır. Devletlerin ve milletlerin yeryüzünde kaldıkları sürece var olmalarını mümkün kılan şeydir. Ancak tıpkı demokratik davranışın, iki boyut arasında daha büyük bir uyum ile karakterize edilmesinin, başkaları üzerinde daha iyi etki bırakabilecek olması gibi, diğerlerinin vatandaşa ve insana saygılı deneyimler oluşturmadaki başarısının, demokrasilerin bu diğerlerine nasıl davranacağına olumsuz veya olumlu olarak etki etmesi de muhtemeldir.

Bize gelince, en azından Arap Maşrık (Levant) bölgesinde şundan bir tutam, diğerinden bir tutam katılan çorba bir modelin içine düştük. Bu modelde, vatandaş yarım vatandaş olarak kaldı, çünkü aynı zamanda bazen Arap, bazen de İslami olan sözde daha büyük bir vatana aitti. Bizi dünyayı “sorunlarımızın” merceğinden görmeye alıştıran evrensel eğilimimizin zayıflığı veya insani kapsam ile dini kapsam arasında yürüttüğümüz bir tür özel uzlaşı nedeniyle “insan”ın insanlığı da zincirlenmiş bir halde kaldı. Üstelik ister mezhepsel ister etnik olsun, küçük gruba duyulan fanatik sadakat, iki kavramın üzerinde ağır bir yük oluşturmaya devam etti ve onları baskın renkleriyle renklendirdi. Her şeye rağmen elimizde insandan ve vatandaştan geride kalanları da onları katleden rejimler halletti. Savaşlar ise genellikle hem insanı hem de vatandaşı bir anda ezen en güçlü darbeydi. Bugün Gazze'ye yönelik soykırım savaşıyla birlikte, bu ilkenin nasıl gerekli olmayan bir gereklilik haline geldiğini her gün görüyoruz. İki boyutu birleştirme görüşünün temelini atan Fransız Devrimi'nin, Fransa’nın Avusturya ve Prusya'ya savaş ilan etmesinden sonra bunları hızla ötekileştirip boyunduruk altına alması, tarihin ironilerinden biriydi. Böylece savaşı başlatan Jironden partinin liderleri giyotine gönderilirken, “terör döneminin” taşları döşendi.

İyi bir vatandaş olarak hareket etmeyenler, insan olarak etkili siyasi aktörler olamayacağından, iki boyut arasında bir denge kurulmasını destekleyen uygun kural ve kriter yürürlüktedir. Bunun tam tersi de büyük olasılıkla doğrudur.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU