Size bir de kültürel kolonizasyon ve istiladan bahsediyorlar

Bugün hem Lübnan'da hem de Irak'ta yaşananlar, iki ülkenin yüz yıl önceki ilk kuruluşundan sonraki ikinci kuruluştur

İllüstrasyon: Thomas Levinson/The Daily Beas

Bugün Irak ve Lübnan'ın ortak noktası, iki ülkenin bileşik bir saldırı altında olmasıdır; bir yanda milli devlet idam edildi ve bir daha kurulmasın diye cesedi gömüldü.

Diğer yanda, milli tarih ve kültür kemirildi veya çarpıtıldı, yenilenme ve canlanma fırsatlarından mahrum bırakıldı.

Bundan bir asır önce iki ülkenin ortaya çıkmasıyla birlikte, tarih ve kültürde siyasi toplum düzeyindeki uzlaşmaya eşlik edecek bir uzlaşma inşa etme eğilimi ortaya çıktı.

Böylece örneğin, iki ülkenin coğrafi alanı üzerinde Hıristiyanlık öncesinden Arap fethinden sonrasına kadar birbirini takip eden tüm zaman dilimleri resmi tarih kitaplarında anıldı.

Kelimenin en geniş anlamıyla kültürde, edebiyatta, şiirde ve tasavvufta Arap mirasını yeniden canlandırma eğilimleri, Batı kültürüne ve her türlü sanatsal deney ekollerine açılım ile bir arada var oldu.

Buna paralel olarak, Fransız ve İngiliz manda yönetimleri altında ve ardından bağımsızlıktan sonra iki ortak ilgi hâkim oldu.

Bunların ilki olan dini ve etnik grupların mozaik yapısı, onların hassasiyetlerine ve tarihsel referanslarına hitap etmeyi gerektirdi.

Diğeri ise iki ülkenin kültürel dünya haritasında kendisine bir yer ayırmasıydı.

Bu şekilde iki kültürel ürün, "ne olduğumuzu" ve aynı zamanda "başkalarıyla ne paylaştığımızı" tanımlamaya çalıştı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

İran Humeyniciliği, Maşrık (Levant) devletlerine, kültürüne ve tarih anlatısına yönelik saldırının liderliğini üstlenmeden önce, bu görev, gergin Arap milliyetçi hareketi tarafından üstlenildi.

Alman-İtalyan milliyetçi anlatıdan etkilenen milliyetçilik hareketi, mevcut devletlerin yıkılmasının ardından arzu edilen devleti yaratacak başarılı, tek, birleşik milliyetçilik bayrağını yükseltti.

Böylece kimlik adına diğer kimlikler, Arap fethi adına tüm tarihi geçmiş reddedildi. Bu çevrede Fenikelilere, Asurlulara ve Firavunlara yönelik alaycılıkla karışık kınamalar görüldü.

Aynı zamanda politikanın ve önemli konuların edebiyat ve kültür üzerindeki etkisini azaltmaya çalışan her yaratıcı girişim de reddedildi.

Kulağa biraz Batılılaşmış gibi gelen ya da sahiplerinin, Arapça kelimeler ile yabancı kelimeleri karıştırdıkları konuşma tarzları, alay ve iğnelemelerden kurtulamadılar.

Ancak Lübnanlıların ideolojik askeri darbelerden kurtulması nedeniyle, çoğulcu ve özgür yaklaşım Irak'a kıyasla Lübnan'da daha fazla devam etti.

1975'te iç savaş patlak verdiğinde bile gruplar, parçalı, kesintili ve son derece seçici bir şekilde de olsa bu yaklaşımı sürdürmeyi başardılar.

Irak'a gelince, Kral Birinci Faysal'ın desteklediği bu yaklaşım,1933'te tahta çıkan ve 1939'da ölen oğlu Birinci Gazi döneminde bir sarsıntıya maruz kaldı.

Zira Kral Gazi, faşist modellere hayran olan heyecanlı bir Arap milliyetçisiydi.

Bundan sonra 1963'te başlayan bir dizi Baasçı ve Baasçı olmayan askeri darbe ile karanlığa katılma süreci başladı.

Gerçek şu ki, çoğulculuğa ve özgürlüğe karşı çıkan bu izolasyoncu eğilimi harekete geçiren husus, siyasi toplumu engelleme ve egemen bir ulus-devlet içerisinde milli bir grup oluşumunu aksatma arzusuydu.

Bunun nedeni, bir cismi ortadan kaldırmanın, diğer şeylerin yanı sıra, onun anlamını çarpıtmayı ve onun birçok boyutunun işaret ettiği zenginliği ve belki de aralarındaki zıtlıkları ortadan kaldırmayı gerektirmesidir.

Bu süreci bilhassa Lübnan ve Irak’ta ama aynı zamanda Nasırcı devlet aygıtının eline geçmeden önce, İslami güçlerin baskı görevini üstlendiği Mısır'da da gördük.

Suriye'ye gelince,1958'deki siyasi çözülüşüne rağmen, birbirini takip eden askeri rejimlere maruz kalmadan önce paralel bir kültürel çözülmeye gerek duyulmadı.

Zaten marjinalleştirilmiş ve dışlanmış Kürt topluluğunu hariç tutarsak, Arapçılık, bazı biçimleriyle, diğer ülkelerde sahip olmadığı bir kabule sahip olmaya devam etti.
 


Ancak genel olarak "yerli nüfusu" kültürel olarak yok etmeye yönelik bu niyet, kültürü besleyen ve kucaklayan ulusal deneyimlerden kurtulmaya yönelik daha büyük bir niyeti ifade ediyordu.

1979'da Humeyni Devrimi'nin zaferinden sonra her iki arzu da daha büyük ve daha güçlü pençelere kavuştu.

Direniş, kan ve parçalanan vücutlar melodramı gölgesinde, benliğe ve dünyaya yönelik tekil yorumun, çelişki ve farklılığı barındırmayan tek bir yoruma dönüştürülmesi süreci başladı.

Vatandaşlar sanki bedenleri büyümüş ama zihinleri gelişmemiş çocuklarmış gibi; emirler, yasaklar, izin verilenler, izin verilmeyenler egemen oldu.

Bunlara Ebu Cafer el-Mansur’un başı veya bir İsraillinin yazdığı bir kitabın çevirisi ile ilgili tutumlar gibi, safsatalar ve saçmalıklar eşlik etti.

Bugün hem Lübnan'da hem de Irak'ta yaşananlar, iki ülkenin yüz yıl önceki ilk kuruluşundan sonraki ikinci kuruluştur. Ancak parçalama şeklinde gerçekleştirilen bir kuruluştur, zira ilk kuruluşun ilkesi uzlaşı iken, ikinci kuruluşun ilkesi boyun eğdirmedir.

Boyun eğdirme ise iç savaşlara ya da en azından iç savaşların arzu edilmesine yol açar.

Şu anda bilmediğimiz birçok saçmalık içeren kültürel kolonizasyon ve istila konusunda anlatılanlar ölçü alındığında, Iraklıların ve Lübnanlıların çektiği sıkıntının bir kültürel kolonizasyon ve istila olmadığı söylenebilir.

Zira her iki ülke halkının arasında, bir yanda gönüllü olarak bu görevi yürütenler var.

Diğer yanda kolonizasyonun heybesini dolduranlar ile karşılaştırıldığında, bu kişilerin heybeleri tamamen boş ve tamtakır görünüyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Bu makale Independent Türkçe için Londra merkezli Şarku'l Avsat gazetesinden çevrilmiştir.

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU