Deli Fuat Paşa, Çerkes asıllı bir Osmanlı paşası idi.
Bir kişi Çerkes asıllı ise ve bu denli önemli bir vazifeye gelmişse zaten normal bir profil çizmesi beklenemezdi.
Çerkeslerin kendilerine has cesareti ve doğrucu Davutluğunun bir nişanesi olarak padişahın etrafındaki eyyamcıların aksine, doğru bildiğini çekinmeden söylemesi nedeniyle kendisine "Deli" denilmekteydi.
Sultan Abdulhamid, kendisine 1902 yılına kadar sabretse de o da pes edip onu Şam'a sürgüne gönderecekti.
Oğlu, Nasır'a haddini bildirecekti
Deli Fuat Paşa'nın oğlu Hulisi Tugay Fuat, tıp doktoru olan halim selim bir İstanbul beyefendisiydi.
Mahmud Şevket Paşa, Said Halim Paşa ve Talât Paşa gibi mühim şahsiyetlerin tercümanlığını yapmış, devlet terbiyesi olan bir diplomattı aynı zamanda.
Çoğu kimse onu Balfour'a cevaben yazdığı meşhur mektuptan tanıyor:
…
Mustafa Kemal'e 'eşkıya' demek için nasıl bir gerekçeye sahipsiniz? Siz ki, Türkiye'de, gelmiş geçmiş tüm eşkıyalardan çok daha kötü davrandınız. İnanılmaz davranışlarınız, savaşmaktan yorgun düşmüş bir ulusun, yağma planlarınıza karşı tüm güçlerini toplayarak sarsılmaz bir irade ile, özgürlüğünü kazanmak için tek bir insan gibi ayağa kalkmasına yol açmıştır.
Bu suçlayışıma, Parlamento'nuzda ve emperyalist basınınızda öylesine beğenilen her zamanki ikiyüzlülüğünüzle karşılık vererek, işgalinizin Türkiye'ye hiç bir zarar vermediğini mi söylemeye yelteneceksiniz? Size, davranışlarınızın kısa bir özetini vereceğim. Söyliycceklerim herhangi bir biçimde abartmalı görünecek olursa, durumunuz, size, bir araştırma yaparak, benim burada söyliyebileceklerimden çok daha fazlasını öğrenme olanağı sağlıyacaktır.…
Tek suçları size karşı dirençle savaşmak olan seçkin askerleri Malta'ya sürerek, kendinizi utanılacak derecede alçalttınız. Ülkenin içişlerine karıştınız. Donanmanızın toplarını silâhsız kentin üstünde denedikten sonra, Meclis'i kapattınız; bakanlıkları karıştırdınız; hainleri işbaşına getirdiniz.
Sonra da, Dışişleri Bakanlığınızda hazırlanan utanç verici Sèvres Anlaşması'nı imzalatmak için, deli bir Mezopotamyalı, gülünç bir Arnavut ve dönme bir Ermeniden oluşan ve hukuk açısından hiç bir temsil gücü olmayan bir heyet kurmayı başardınız. Son zamanlarda, dünya, üç devletin; emperyalist Rusya, Almanya ve Avusturya dışişleri bakanlıklarının arşivlerinin içeriğini öğrenme olanağını bulmuştur.
Umarız ki, çok yakın bir gelecekte, İngiltere'de gerçek bir İşçi Partisi'nin işbaşına gelmesiyle, Dışişleri Bakanlığınızdaki belgeler de, size onları yok etme olanağı verilmeksizin, dünya kamuoyuna açıklanacaktır. Ancak o zaman, sinsi propagandanızın kurduğu, temeli yalanlardan oluşan o kocaman yapının çökmesiyle bütün dünya, en safdil olanlar bile, ikiyüzlülüğünüzün ne şaşılacak ölçülere vardığını anlayacak, sizi gerçek ve uğursuz yüzünüzle (?) görecektir.Yunanlıları İzmir'e yerleştirerek, donanmanızın güvencesi altında otuz altı saat boyunca korkunç kırımlara girişmelerine izin verdiniz. Venizelos'un düşüşü, Türkiye'yi haince silâhsızlandırdıktan sonra, Yunanlıların Türkiye'yi istilâ etmelerini sağlamakla yetinmediğinizi, yurdumuzu parçalamayı sürdürebilmeleri için onlara para ve silâh verdiğinizi de ortaya koymuştur.
Ateşkesin imzalanmasından bu yana iki yıl geçmesine karşın, İstanbul'da dehşet hâlâ sürmektedir. İşgaliniz, İstanbul kenti için büyük bir felâket olmuştur. Çaresiz insanları, hastaları, savaş dul ve yetimlerini, eşyalarını almalarına bile izin vermeksizin, evlerinden çıkarıyor, sokağa atıyor, kira ya da kırılan yahut çalınan eşyalarına karşılık tek kuruş bile ödemiyorsunuz.
Bu mektubun kendisi ve etkileri başka bir yazının konusu olması hasebiyle şimdilik burada duralım.
Fuad Hulûsi Tugay, Mısır Hanedanı Kral Faruk'un hanedanından Prenses Emine ile evliydi.
Prenses Emine, Kral Faruk'ın kuzeniydi.
Kral Faruk, Türk dostu bir Kral idi.
Fuad Bey saraya damat olmanın yanı sıra, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kahire Büyükelçisi idi.
Oysa Mısır'da hadiseler gömlek değiştiriyordu ve Fuad Bey kendisini bu hadiselerin ortasında bulacaktı.
Hür Subaylar Darbesi
1948 Savaşı'nın İsrail'e karşı kaybedilmesinde İngilizler önemli bir rol oynamıştı; ama Hür Subaylar asıl suçlu olarak Kral Faruk'u görüyordu.
25 Ocak 1952 tarihinde meydana gelen vaka, bardağı taşıran son damla oldu.
Sonradan ismi "Hürriyet" anlamına gelen "Tahrir" olarak değiştirilen İsmailiye Meydanı'nda İngiliz askerleri Mısır polislerine ateş açtı.
Altan Tan, "Ortadoğu notları (19): Mısır ve Cemal Abdünnasır (1)" isimli yazı dizisinde vakayı şöyle aktarır:
1952 yılında İngilizlerin Suveyş Kanalı Bölgesi'ndeki hareketlerine tepki gösteren İsmailiye halkı grev ve gösterilere başladı.
25 Ocak 1952'de, İsmailiye'de İngilizlerin açtığı ateş sırasında 50'ye yakın Mısır polisinin öldürülmesi, 80'inin yaralanması, 200'ünün İngilizler tarafından tutsak alınması üzerine tüm ülkede büyük olaylar çıktı.
Bir gün sonra 26 Ocak 1952'de Kahire'de toplanan büyük kalabalıklar İngilizlere ait banka, otel, mağaza, gece kulübü, uçak şirketi, lokal ve benzeri tüm kurum ve kuruşları yaktı.
Bu olaylarda 9'u İngiliz olamak üzere 26 kişi hayatını kaybederken, 500'ün üzerine kişi yaralandı ve 700'ün üzerinde bina yakılıp yıkıldı. Kral Faruk; göstericileri sakinleştirmek için Başbakan Nahhas Paşa'yı görevden aldı. (Independent Türkçe)
Bu olaylardan sonra 22 Temmuz'u 23'üne bağlayan gecede Hür Subaylar Hareketi ülke yönetimine el koydu.
Sabaha karşı Kral Faruk'un sarayı Mısır ordusu tarafından kuşatılmış ve uçaklar alçak uçuş yapmaya başlamıştı.
Kral Faruk, kısa süre içerisinde tahtı henüz 2 yaşındaki oğluna bıraktığını açıklayarak şehirden ayrıldı.
Kral Faruk tahttan ayrıldıktan sonra süratle Devrim Konseyi kuruldu ve Muhammed Necib ülkenin yeni lideri oldu.
Darbeciler, Türkiye'nin desteğini almak için Fuat Bey'in kapısını çaldı. Oysa Fuat Bey onlara tarihi bir cevap verecekti:
Yaptığınız bu darbe ile Mısır'ın canına okudunuz! Kendinizi Napolyon sanıyorsunuz ama değilsiniz, akıbetiniz Napolyon'dan da beter olacak.
Bu hadise sonrası Darbeciler Türk Büyükelçisini istenmeyen adam ilan etti.
Özellikle eşi Prenses Emine'yi hedef alan bel altı yayınlar ve darbecilerin pervasız davranışları Deli Fuat Paşa'nın oğlunu deliliğin eşiğine getirmişti.
2 Ocak 1954 yılına gelindiğinde kıyamet kopacaktı.
Fuat Bey, Mısır'ın biranda kahramanı ilan edilen ve el üstünde tutulan çiçeği burnunda lideri Cemal Abdunnasır'ın elini sıkmadığı gibi, gözünün içine bakarak ve herkesin duyabileceği şekilde "Mısır'ı mahvettin!" diyecekti.
Mısır yönetimi Fuat Bey'den 48 saat içinde ülkeyi terk etmesini istemiş ve bu hadise sonrası Demokrat Parti iktidarının Mısır ile ilişkileri tamamen kopma noktasına gelmişti.
Fuat Bey 1967 yılına kadar uzun ve sağlıklı bir ömür yaşadı.
Darbecilerin münasebetsizliklerini yanlarında bırakmayarak tam da babasına yaraşır bir davranış göstermişti.
İstanbul'a döndüğünde başta Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü olmak üzere, tüm devlet erkânı tarafından bir kahraman gibi karşılandı.
Namuslu bir babanın namuslu bir oğlu olarak yaşadı…
*Daha ayrıntılı bir okuma için Bedi Şehsuvaroğlu'nun "Hekim Bir Siyasimizin Portresi: Büyükelçi Dr. A. Hulisi Fuad Tugay" kitabı incelenebilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish