Münih'te 16 Şubat Cuma günü başlayan üç günlük Güvenlik Konferansı'nın çok sönük geçtiğini söylemek abartı olmasa gerek.
Zira Münih'in merkezindeki tarihi Bayerischer Hof otelinde gerçekleştirilen konferans, öylesine sönük ve cansız ki, kentte yaklaşık 50 ülkeden devlet başkanı ve dışişleri bakanlarının katıldığı önemli bir konferansın yapıldığından çoğu Münihlinin haberi bile yok.
Kimsenin pek önemsemediği konferansı görmek için evimden kalkıp Bayerischer Hof otelinin yakınına gittim ve uzaktan birkaç resim çektim.
Otelin çevresinde pek sıkı olmasa da güvenlik önlemleri alınmış ve otelin önündeki ana cadde ile birkaç yan sokak trafiğe kapatılmış.
Ama olayı izlemeye gelen yabancı basın mensupları yok denecek kadar az.
Konferansa Ukrayna savaşı ve Gazze'deki çatışmaların hâkim olması beklenirken, gündeme damgasını vuran konu, Rus muhalif lider Aleksey Navalni'nin ölümü oldu.
Konferansa katılan Batılı liderler Navalni'nin ölümünden Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'i sorumlu tutsalar da yapabilecekleri son derece sınırlı.
Bu yüzden hiçbiri, Putin'i köşeye sıkıştırabilecek somut bir eylemden söz edemiyor.
Münih Güvenlik Konferansı'nda Putin yok ama gölgesi her yerde.
Putin, art arda gerçekleştirdiği iki adımla Batı'nın kalesine gol atmış gibi görünüyor.
Bunlardan birincisi, Ukrayna'nın Avdivka kasabasından çekilmesi ve Rus askerlerinin kentin merkezine Rusya bayrağını çekmesi; ikincisi ise, Batı'nın umut bağladığı Navalni'nin ani ölümü.
Putin açısından bir başka başarı, iki yıllık Ukrayna savaşından sonra Batı'nın Kiev'e desteğinin tükenme noktasına gelmesi ve Avrupa'daki birçok ülkenin savunma konusunda kendi derdine düşmüş olması.
Putin'i sevindiren başka bir gelişme ise, eski Amerikan başkanı ve yeni başkan adayı Trump'ın son açıklamalarının ardından ABD ile Avrupa arasındaki ilişkilerde kaygı dolu soru işaretlerinin ortaya çıkmış olması.
ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris konferans boyunca her ne kadar bu kaygıları gidermek için dil döktüyse de Avrupalı liderlerin yüzlerinde beliren kaygı dolu bakışlar yerini rahat bir gülümsemeye bırakmış değil.
Kasım ayında yapılacak Amerikan başkanlık seçimlerinin sonucu ne olursa olsun, AB liderleri artık güvenlik konusunda ABD'ye eskisi gibi güvenemeyeceklerini ve kendi başlarının çaresine bakmaları gerektiğini anlamış durumda.
Trump'ın açıklamaları tüm liderlerin içine kurt düşürdüğü için NATO'nun safları da artık eskisi gibi sıkı değil.
NATO üyesi pek çok ülke, bir saldırı anında ABD'nin veya bir bütün olarak ittifakın kendilerini korumayacağı görüşünde.
Putin ise ABD ile AB arasındaki güven bunalımını ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan Avrupa'daki telaş ve kaygıyı ellerini ovuşturarak keyifle izliyor.
Ukrayna savaşı ne kadar uzarsa, Batı'nın omuzlarındaki yük o oranda uzayacağı ve ağırlaşacağı için, Rusya'nın çıkarına.
Artan enerji fiyatları, ihracattaki azalma ve ekonomik olarak küçülme gibi sorunlar karşısında AB ülkelerinin daha uzun bir süre kendi kamuoylarının baskısına dayanması mümkün değil.
Zaten gösterilere pek alışık olmayan Almanya aylardır grevler ve çiftçi gösterileriyle zor günler yaşıyor.
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, Münih Güvenlik Konferansı'nda cephedeki durumun vahameti konusunda ne kadar dil dökse de Batılı liderlerin hiçbiri -"Merak etme seni yalnız bırakmayız" gibi- gönül okşayıcı sözler dışında Kiev'i rahatlatacak somut bir şey söyleyemiyor.
Ukrayna, Avrupa'nın sırtında taşıması zor bir yüke dönüşmüş durumda. Bu yükü AB'nin sırtına vuran Beyaz Saray da Avrupa'yı yarı yolda bırakacakmış gibi görünüyor.
Savaşın sürmesi, AB'yi ekonomik ve siyasi olarak zayıf düşüreceği için hem Rusya'nın hem de ABD'nin çıkarına.
Rus tehdidi sürerse, Avrupa kendisini korumak için ABD'den başta F-35 olmak üzere milyarlarca dolarlık gelişmiş silah ve mühimmat almak zorunda kalacak.
Savaşın sürmesi Avrupa'yı ekonomik olarak zayıf düşüreceği için bu hem Rusya'nın hem de ABD'nin işine gelecek.
Böylece iki at (ABD ile Rusya) tepişirken arada ölen eşek (AB) olacak.
Öyleyse yapılması gereken, daha önceki bir yazımda da ifade ettiğim gibi, Ukrayna'nın Batı ile Rusya arasında tarafsız bir ara bölge olarak kalması konusunda bir anlaşmaya varmak.
Putin'in Amerikalı gazeteci Tucker Carlson'a verdiği son röportajda da ifade ettiği gibi, Rusya böyle bir anlaşmaya hazır gibi görünüyor.
Öyleyse, "Zararın neresinden dönsen kârdır" sözünden hareketle, yapılması gereken en acil iş, Putin ile masaya oturmaktır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish