Hamas 7 Ekim’de, Gazze duvarını geçerek sahada eşi benzeri görülmemiş bir sürpriz yaşattı. Hem de İsrail’in, Hamas hareketinin Gazze Şeridi’ndeki sürekli kordonu kırmaya yönelik herhangi bir teşebbüsünü başarısız kılmak veya boşa çıkarmak için yeterli olduğuna inandığı güvenlik tedbirlerine rağmen…
Sürprizin sahadaki etkileri sadece İsrail hükümeti, güvenlik liderleri ve ordu ile sınırlı değildi. Hareketin, Tahran’la ve onun birçok Arap ülkesine yayılmış askerî kollarıyla ilişkisini ortaya koyan ideolojik duruşuna rağmen Arap ve İslam kamuoyunda geniş kesimler tarafından şevkle kucaklanması da bir sürprizdi.
İsrail’in yıkıcı savaşından sonra şu an Gazze’de yaşananlara yönelik Arap ilgisi, önce Filistin halkının topraklarını geri alma ve kendi devletini kurma hakkına halen bağlı kalan bir kamuoyunu yansıttı. Çok geçmeden İsrail’in Gazze halkının Sina Çölü’ne nakledilmesi yönündeki önerisine bir tepki olarak Arap karar merkezlerine taşındı. Zira bu öneri, yapılan tüm barış anlaşmalarının geride bırakılması ve barış sürecinin tamamen sona ermesi demek. Bu tepkiye yol açan bir diğer şey de İsrail’in Gazze Şeridi’ne karşı başlattığı savaştaki barbarlıktı. Nitekim İsrail; hastaneleri, okulları ve sivil yerleşim yerlerini savaştan muaf tutmadı ve üçte biri çocuk olmak üzere 10 binden fazla sivilin ölümüne sebep oldu.
Gazze’de yaşananlar karşısındaki birleşik Arap tutumu, İsrail’in uluslararası kararlara karşı asiliğinden duyulan daimî hoşnutsuzluğa dayanıyor. Gazze’de yaşananlar, İsrail’in Oslo Anlaşması’na uymayı sürekli reddetmesinin doğal sonucundan başka bir şey değil. Ayrıca İsrail’i kapsamlı bir ateşkese mecbur etmeden önce Gazze’de bir gelecek arayışı da mümkün olmayacak.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bu bağlamda ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’la sonuncusu Ürdün’ün başkenti Amman’da, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Ürdün dışişleri bakanlarının ve Filistin Kurtuluş Örgütü temsilcisinin katılımıyla gerçekleşen çok sayıda görüşmeyle ortaya konan Amerikan tutumuyla bir farklılık mevcut.
ABD’nin ‘insani ateşkese’ ulaşma konusundaki ısrarının sürmesi ve bu olmadan Arapların ateşkes çağrılarının reddedilmesi iki şeyden kaynaklanıyor.
Birincisi: İsrail’in sahada müzakere koşullarını değiştirebilecek nitelikli bir zafer elde etmekten aciz olması.
İkincisi: Filistin halkıyla dayanışma için ortaya konan tepkilerin ve kınama kampanyalarının ilerlemesi. Arap hükümetleri, bunlara karşı koymaya kalkışmayacaktır. Bunun sonucunda da hem Filistin meselesi aşamalı olarak Arap kucağına geri dönecek hem de Arap kökenli büyük topluluklara ev sahipliği yapan Batılı ülkelerde toplumsal istikrar tehdit altında olacak. Nitekim vatandaşlar, İsrail’e yönelik desteğin sürmesi için bir sebep göremiyor ve bu cumhuriyetlerde demokrasiye temel oluşturan değerlere dair sorular gündeme getiriliyor.
Gazze’de olup bitenler karşısındaki birleşik Arap tutumu, İsrail’in uluslararası kararlara karşı asi olmasından duyulan daimî bir hoşnutsuzluğa dayanıyor.
Görünüşe bakılırsa ABD tutumunun Gazze savaşına eşlik eden gelişimi ve buna bağlı çözümler, ABD yönetiminin artık görmezden gelemediği bir dizi kabulden kaynaklanıyor.
Bu kabullerden birincisi, ABD’nin İsrail’in askerî yetenekleri ne olursa olsun kendi sınırlarını koruyamayan bir varlık olduğuna ve ABD’nin daima bu varlığın özelliklerinden biri olarak kabul ettiği caydırıcılık gücünün artık geçerli olmadığına ikna olmasıdır. Bu, İsrailli ya da başka uyruktan esirleri kurtarmak için askerî operasyona bel bağlamanın gerçekçi olmayan bir yaklaşım olduğu ve tek seçenek olarak geriye diplomasiye güvenmenin kaldığı gerçeğini gözler önüne seriyor. Üstelik diplomasinin kalıcı bir ateşkese varılması ve rehinelerin serbest bırakılması konusundaki başarısı, Netanyahu’yu sıkıntıya sokacak, askerî operasyona devam etmek için hiçbir sebep bırakmayacak ve Netanyahu’nun daha önce 7 Ekim yenilgisinden sorumlu tuttuğu ve ihmalle suçladığı ordu ve güvenlik teşkilatlarının liderleriyle yeniden anlaşmazlığın yaşanmasına yol açacak.
İkincisi, Arap-Amerikan çıkarlar sistemini kurtarmanın gerekli olmasıdır. Geçtiğimiz yıl ABD, Çin’in ekonomik yükselişi ve Rusya’nın rekabete sadece askerî güç olarak değil, aynı zamanda Ukrayna’da devam eden savaş sırasında Amerikan ve Batılı yaptırımları aşabildiğini ispat eden ekonomik bir güç olarak da dönüşü karşısında bu sistemi geri getirip temel almak için çabaladı ve bu çabasını Hint-Avrupa Yolu projesiyle taçlandırdı. Bu sistem, Gazze’ye yönelik savaş sebebiyle büyük bir darbe aldı. Bu, İbrahim Anlaşması’nın süresiz olarak askıya alınması tehdidi taşıyor ve ABD’nin, yeni Ortadoğu projesine ve İsrail’in Arap dünyasındaki konumuna dair umutlarını baltalıyor.
Üçüncüsü, İran ile İsrail’in, Filistin Yönetimi içindeki bölünme gerçekliğini beslemek için Hamas’ı kullanma konusundaki çıkar birlikteliğinin faydasız oluşunun ortaya çıkmasıdır. Tahran’ın 7 Ekim’den bu yana ısrarla Gazze’de olup bitenlerle bir alakası olmadığını ispat etmesi çabası bunun bir göstergesi. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah da son konuşmasında Hizbullah dahil olmak üzere grupların aldığı kararlarda Tahran’ın bir vesayeti olduğunu inkâr ederek bu tutumu destekledi.
Nasrallah’ın Hizbullah’ın silahlarının, parasının ve teçhizatının İran’dan geldiğine, İslam Cumhuriyeti’nin ayrılmaz bir parçası olup nihai hedefinin Lübnan’ı bu cumhuriyetin bir parçası haline getirmek olduğuna dair birçok beyanatından farklı olan bu açıklamasını tanımlayabilecek en basit ifade şu: Gerçek dışı.
Bu, Hamas liderlerinin, özellikle de Halid Meşal ve İsmail Heniye’nin Tahran’la yakın ilişkilerini ve Hamas hareketinin aldığı mali ve askerî desteği daha önce defalarca itiraf etmeleriyle çelişiyor. Ayrıca Kudüs Gücü liderleri de Hamas ile İslami Cihad hareketlerini ‘Direniş Ekseni’ bünyesindeki iki grup olarak kabul ediyordu.
Nasrallah’ın açıklamalarının Tahran’ın isteği üzerine ve belki de Washington’ın baskısına dayalı olarak geldiği kesin. Şarku’l Avsat’ın Al-Majalla’dan aktardığına göre İsrail’in İran’ın desteğini memnuniyetle karşılaması, Filistin Ulusal Yönetimi’ni daha da zayıflattı. Ama bu, Hamas’ın İsrail’in güvenliğini tehdit etme kabiliyetine sahip olmasını engellemedi. O kadar ki Hamas’ı Gazze Şeridi’nden çıkarmak İsrail’in hedefi haline geldi. Zira İran’ın Hamas’ı destekleme taahhüdüne ihtiyaç kalmadı.
Washington ve Arap başkentleri önümüzdeki haftalarda, Gazze Şeridi’nde varlık gösteren ve askerî kanadı Gazze’de Muhammed ed-Dayf’ın liderliğinde ve Tahran’dan tamamen bağımsız olarak çatışmalara giren Hamas hareketi ile güney banliyösünde Hizbullah şemsiyesi altında yaşayan ve önceki versiyonuyla hareketin İran kanadını oluşturan Hamas liderleri arasında bir ayrım yapmak zorunda kalabilir.
Peki, Nasrallah’ın direniş gruplarının kararları üzerinde İran’ın herhangi bir vesayetinin olmadığına dair açıklaması, Amerikan uçak gemilerinin ve bölgedeki Batılı askerî toplulukların dayattığı bir Amerikan kararına bağlı olarak, Tahran ile diğer devlet dışı askerî kollar arasındaki irtibatın koptuğuna ilişkin bir ön duyuru mu? Hamas ile Tahran arasındaki ayrılık yolculuğu çoktan başladı mı?
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.