İran'daki son hanedanlık olan sürgündeki Pehlevi Hanedanı'nın başındaki Rıza Pehlevi, Independent Farsça'nın genel yayın yönetmeni Camelia Entekhabifard'a konuştu.
İran İslam Devrimi'yle 1979'da devrilen Şah Muhammed Rıza Pehlevi'nin 63 yaşındaki oğlu, Mahsa Emini protestoları sonrası gelişen toplumsal eylemlilikten Hamas'ın İsrail'e yönelik son saldırısına pek çok konuya değindi. Mevcut Tahran yönetiminin nasıl değişebileceğine ve bu amaç için hangi adımların atılması gerektiğine dair fikirlerini belirtti.
Independent Farsça'ya verdiği bu röportaj için Washington DC'deki stüdyomuza gelen Ekselansları Prens Rıza Pehlevi'yi ve değerli izleyicilerimizi selamlıyorum. Hoş geldiniz, burada olduğunuz için teşekkürler!
Ben teşekkür ederim!
Geçen yıl çok sayıda röportaj verdiğinizi biliyorum. Birçok konu gündeme geldi. Ben burada güncel olaylar ve İran hakkında konuşmak istiyorum. Şunu soracağım: Mahsa Emini'nin öldürülmesinden bir yıl sonra, İran halkının devriminin durumunu nasıl görüyorsunuz? İran halkı için zafer umudunu nasıl canlı tutuyorsunuz?
Herhangi bir hareketin zaferinin anahtarı umuttan inanca geçmektir. Bu hepimizin iyi bir gelecek umudunun, ki buna hepimiz sahibiz, ötesine geçmemiz ve bunun mümkün olduğuna inanmamız gerektiği anlamına geliyor. Dengeyi bu tür hareketlerin lehine çeviren de budur.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Hepimiz çok acımasız, baskıcı ve halkı sürekli sindiren ve terörize eden ya da en azından bunu yapmaya çalışan bir rejimle karşı karşıya olduğumuzu biliyoruz. Siyasi tutuklulara ne yaptıklarını görebiliyoruz, Armita, Mahsa ve onlardan önce Nida Ağa Sultan'a ne yaptıklarını gördük. Topluma nasıl davrandıklarını görüyoruz. Toplum bu koşullardan kurtulmanın tek yolunun bu rejimin sona ermesi olduğunu biliyor. Birkaç yıldır İran'da rejimin kurduğu radikal İslam ekolünün yerini İrancılık duygusu aldı. Bu, 40 yıl sonra kendi yolunu bulmaya çalışan bir neslin eseridir. Şunu da eklemeliyim ki reformist cephede yer alan ve reformlarla bir yere varmayı uman pek çok kişi bile artık bunu geride bırakmış durumda. Bugün hareket İran sokaklarında, ülkenin dört bir yanında faaliyet gösteren temsilcilerini bulmuş durumda. Yavaş yavaş bu hareketin arkasında siyasi bir birlik oluşturulabilir. Bu birlik, nihayetinde bu rejimin ötesinde bir gelecek aramamız gerektiğini bilenler arasında olacaktır. O zaman soru, uluslararası toplumun ne kadar destek vereceği olacaktır.
İslam Cumhuriyeti ne zaman dünyadan zayıf bir tepki görse, ülke içindeki baskısını ve yurtdışındaki eylemlerini artırıyor. Bunu Hamas'ın İsrail'e yönelik son saldırısında görebiliriz. Öte yandan dünya ne zaman güçlü bir duruş sergilese ve gerçek bir baskı uygulasa, rejim geri adım atıyor ve zayıflıyor. Dolayısıyla tüm bunlar kısmen halkımızın çabalarına, kısmen de yurttaşlarımızı aşan konulara, yani uluslararası koşullara ve bir şekilde müdahil olan devletlerin çalışmalarına bağlı.
Eğer iyi anladıysam, milliyetçiliği İran ulusunun zaferi için umut olarak görüyorsunuz.
Bakın, bu kimlikle ilgili. Kültürel kimlik. İnsan haklarından bahsettiğimizde, 25 asır önce ilk insan hakları bildirgesini yayımlayan Büyük Kiros'u hatırlarız. Burası bizim ülkemiz, kültürümüz ve medeniyetimiz. Ama şimdi orada insanlara dinleri, cinsel yönelimleri ve siyasi inançları nedeniyle acımasız davranan bir rejim hüküm sürüyor. Bu meselenin bir parçası.
Diğer meseleyse ülkemizin toprak bütünlüğü. İranlılar, ister Kürt, ister Beluç, ister Azeri olsunlar, eğer birleşik bir İran'a inanıyorlarsa, bu kilit bir konudur. Çünkü toplum, ülkenin bölüneceğini, parçalanacağını ya da belli bir gruba veya fraksiyona verileceğini hissetmemelidir. Bu ülke herkes için. İnsan hakları, toprak bütünlüğü ve son olarak ve en önemlisi, özgürlük, demokrasi ve insan haklarını getiren ve bunları savunabilen gerçek bir halk sistemi. Bu tür yasalar ve hükümet yapıları bu rejim altında kesinlikle başarılamayacaktır. Ancak bundan sonra İran'da halk egemenliğini sağlayacak bir siyasi gelecek arayışına girebiliriz. Bu üç ilkenin ana hatlar olabileceğine ya da en azından laik demokratik muhalefetin birlikte çalışabilmek için üzerinde uzlaşabileceği asgari ortak pozisyonlar olabileceğine inanıyorum.
Yabancı ülkeler ve uluslararası toplum hakkında konuştunuz. Bazı gözlemciler geçen yıl yurtdışında çok sayıda rejim muhalifinin olduğuna ve bunların dayanışma gösterdiğine inanıyordu. Siz de bunun merkezinde yer aldınız. Ancak muhalefet uluslararası topluma, İslam Cumhuriyeti'nin yıkılmasının ardından bu rejimin yerine geçecek bir rejimin var olduğuna dair güvence verebilecek bir program ya da plan sunamadı. Bu konudaki görüşünüzü öğrenmek istiyorum.
Aslında ülke içinde ve dışındaki pek çok çaba bu kampanyayı bu aşamada daha iyi anlatmayı amaçlıyor. Ancak kampanyanın sadece tek bir aşaması yok. Rejim düşene kadar vereceğimiz mücadele var. Bir de düşüş sonrası dönem var ki bu da geçiş aşaması. Bu geçiş dönemi nasıl olacak? Bunun büyük kısmı şu anda ülkede olanlara bağlı. Ancak sorun şu ki, bu kişi ve örgütlerin çoğu kendilerini çok erken gösterirlerse, rejim onları tespit edecek, sınırlayacak, bastıracak ve hatta öldürecektir. Eğer bu güçleri zamanından önce ortaya çıkarırsak, bu tüm harekete zarar verir.
Belki de öncelikle ülke dışında bir üs planlamalıyız ve bu da ülke içinde işleri yürütebilecek ve aynı zamanda mücadelenin taleplerini daha organize ve koordineli bir şekilde dünyaya aktarabilecek bir dizi örgütlü organa bağlı olmalıdır. Muhalefette her zaman bu zorluğu yaşadık. Birbirleriyle çalışmak isteyen örgütlerin temsilcileri arasında bir koordinasyon mekanizmasına ulaşabilmemiz için bazı ilkeler üzerinde anlaşmamız gerekiyor. Halihazırda böyle bir tartışma ve diyaloğun devam ettiğine inanıyorum. Daha önce de vurguladığım gibi, tüm bunları ülke dışında yapıp sonra da içeriye aktaramayız. Bu, İran içindeki güçlerin desteğine, anlayışına, karşılamasına ve onayına dayanmalı. Bu diyalog çok önemli ve yurtdışındaki güçlerin organizasyonu ülke içindeki güçlerin talep, onay ve desteğine dayanmalı.
Belki de sorumu açık soramadım. Demek istediğim, dünya sizin başını çektiğiniz yurtdışındaki muhalefet tarafından herhangi bir plan sunulmadığını görünce, İslam Cumhuriyeti'yle işbirliği ve uzlaşma yolunu tercih etti. Bundan önce bir dönem İran halkının taleplerini desteklediklerini gördük. Ancak daha sonra işler değişti. İran'da insanlar sürekli şunu soruyor: Bu rejim ne zaman gidecek? Yurtdışında bir planın olmamasının, uluslararası toplumun bir alternatife güvenemediği anlamına geldiğini söyleyebilir miyiz? Aynı şekilde İran halkı, İslam Cumhuriyeti'nin çöküşü sonrasında nasıl bir program izleyeceğinizi biliyor muydu? Bu hareketin merkezinde yer alan biri olarak, henüz insanlarla paylaşmadığınız şeffaf bir programınız var mı? Eğer varsa bu planı yalnızca kendi zihninizde mi kurdunuz yoksa uzmanlarla yaptığınız istişarelere mi dayanıyor? Ayrı bir soru da sizi destekleyenlere. Bunu İran halkından gelen açık bir soru olarak sormak istiyorum: Bu rejim ne zaman gidecek ve sizin programınız, stratejiniz ve planınız nedir?
Plan ve büyük stratejiler bir yerlerde saklı olan şeyler değildir. Bunu herkes biliyor. Diğer ülkelerde iktidarın bir hükümetten diğerine geçtiği pek çok başarılı model var. Bunlar incelenmiş ve test edilmiştir. İran için işe yarayan stratejiler var ve bunlar kullanılabilir.
Ancak düşüşten sonrası için ayrıntılı bir program istiyorsanız, bu yine ülke içindeki boşluğu dolduracak güçlere ve onların kendi yollarını ne ölçüde bulacağına bağlıdır. Bu tahmin ve spekülasyona dayanarak yapılamaz. Belirli verilere dayanır. Bence geçiş döneminde yapılacak her şeyi planlamak için henüz çok erken. Bu konuda düşündük, bazı genel planlar var. Ancak bunlar ancak pratikte işe yarama ihtimali olduğunda tamamlanabilir ve uygulanabilir.
Bunu şöyle ifade edeyim: Genel bir fikir ve yol haritası var ama bunun uygulanmasının büyük bir kısmı o günün nesnel koşullarına bağlı. Bu yüzden pek çok cevap sadece genel hatlarıyla verilebilir.
Son 44 yılda, siz de dahil yurtdışındaki muhalefet çoğunlukla Batılı ülkelerle, özellikle de ABD'yle diyalog kurmak için çaba sarf ediyor. Ancak dünya son 40 yılda çok değişti. Yeni güç kutupları ortaya çıkıyor. Planınız Çin gibi bir ülkeyi de içerecek mi? Ya da yeni yükselen güçleri? Böylece muhalefet sadece Batı'ya odaklanmayacak mı? Bunu düşünüyor musunuz? Herhangi bir şey yapıldı mı?
Artık Soğuk Savaş sona erdiğine göre, Doğu'da Mao'nun Çin'i ve Brejnev'in Sovyetler Birliği gibi totaliter komünist rejimler hakim olduğu için daha çok Batı'ya baktığımız Soğuk Savaş dönemine kıyasla çok daha kapsamlı bir yaklaşıma sahip olabiliriz. O dönemde bile İran'ın Çin ve Rusya dahil tüm bu devletlerle diplomatik ilişkileri vardı. Gelecekte de olmaması için bir sebep göremiyorum. Bizim sorunumuz Çin ve Rusya'yı düşünmüyor olmamız değil. Bizim sorumuz şu: Rejimin zayıflığı ulusal çıkarlarımıza karşı kullanılıyor mu? Ben öyle olduğunu düşünüyorum. Bu, Hazar Denizi ve Sovyetler Birliği'nin çöküşünün ardından nasıl paylaşıldığı bakımından doğru. Ve ayrıca Çin'le ilgili olarak da. Onlar İran'ı ucuza satıyorlar. Ülke topraklarımızı satıyoruz. Ne yaptığımızı Allah bilir. Halk bu yüzden kızgın. İnsanlar birkaç yıl önce "Rusya'ya Ölüm", "Çin'e Ölüm" gibi sloganlar attıklarında bunu neden yaptılar? Onlarla ulusal çıkarlarımız temelinde olağan ve tek taraflı olmayan ilişkiler kurmak istemediğimiz için değil. Neden istemeyelim ki? Ancak İslam Cumhuriyeti dünyadan fidye aldığı gibi dünyaya fidye de veriyor. Bu yurttaşlarımızın sevdiği bir yol değil. İran'ın ulusal çıkarlarını merkeze alan gerçekçi bir bakış açısına ihtiyacımız var. Ancak yapıcı bir tutum ve tam bir şeffaflıkla gerçekten duyarlı bir hükümet gelip çeşitli nedenlere dayanarak bazı durumlarda ABD'yle bazı durumlardaysa Çin ya da Fransa'yla ticaret yapacağımızı söyleyebilir. Dünyaya önyargıyla ve tek bir güç kutbuna dayalı bakmayacağız. Her şey adil sözleşmelere ve İran halkı tarafından kabul edildiği üzere ülkemizin ulusal çıkarlarının doğru bir şekilde tanımlanmasına dayanacak.
Majesteleri, ben daha çok halihazırda yükselen güçlere nasıl baktığınızı kastetmiştim. Yani İran'da rejimin değişmesinin nedenlerine ilişkin Batı'yla diyaloğa girmeyecek misiniz? Bunu kastetmiştim, gelecekte kurulacak diyalogları değil.
Bakın, dünya iki bloğa bölünmüş durumda. Eğer bizim ilkelerimiz insan hakları ve laiklikse, bu felsefeyi daha çok Batı takip ediyor. Şimdi gidip Ukrayna gibi başka bir ülkeye saldırmak için İran'dan drone alan Putin'in Rusya'sına ne diyebiliriz? Ya da Çinlilere ne diyebiliriz? Hangi hakla gelip bölgedeki varlıklarını pekiştirmek için askeri üs kurmaya çalışıyorlar? Tiananmen Meydanı'nda insanlara ne yaptıklarını gördük, tıpkı bu rejimin kendi öğrenci hareketine yaptığı gibi. Dolayısıyla biz, Çin ve Rusya gibi ülkelerden çok Batı'yla ortak bakış açılarına sahibiz.
Bu, diyalog için açık bir yol olmadığı anlamına gelmiyor. Ancak Çin ve Rusya yöneticilerinin nihayetinde şunun farkında olmaları şart: Bir ulusun arzu ve taleplerine karşı bir şey yaptıklarında bu, kendilerine zarar verecektir. İran halkının dünyaya verdiği mesaj budur. Sadece ABD ve Fransa'ya değil. Aynı zamanda Rusya ve Çin'e de. Araplara ve İsraillilere de. İran halkı ülkede halk egemenliği ve tam eşitlik, İran'ın bağımsızlığına ve ulusal çıkarlarına saygı duyan her ülkeyle barışçıl ilişkiler istediklerini söylüyor. İki yönlü bir ilişki olduğu sürece kimseyle bir sorunumuz yok.
Söylediklerimin açık ve şeffaf olduğunu düşünüyorum. İster Batı'ya ister Doğu'ya yönelik olsun, buna karşı bir pozisyon almak isteyen herkes halkın öfkesi ve kabullenmezliğiyle karşılaşacaktır. Diğer tüm ülkelerle ortak çıkarlarımız olabilir ve tüm bilimsel, ekonomik, teknolojik vb. alanlarda stratejik ortak olabiliriz. Ülkemizin gelişmesine ve ilerlemesine yardımcı olacaksa, her ülkeye dostluk ve işbirliği elimizi memnuniyetle uzatırız. Bu çok açık bir konudur. Bunu söylememe gerek yok. Buna ulusal çıkar perspektifinden bakan herkes aynı şeyi söyleyecektir.
Uluslararası gelişmelerden, Rusya ve Ukrayna'dan bahsettiniz. Ayrıca Ortadoğu'da İsrail ve Hamas arasında devam eden bir çatışma var. İslam Cumhuriyeti'nin yanlış politikalarının İran halkını da savaşa sokmasından endişe ediyor musunuz?
İran halkı, bu ulus ve İran karşıtı rejim tarafından işgal edilen ilk halktır. Hem de 40 yıldır. İran halkı neden defalarca ve özellikle son zamanlarda "Gazze'ye hayır, Lübnan'a hayır, İran için canımı veririm" sloganını kullandı? Bu, Hizbullah ve Hamas'ı herkesin peşine takan, savaş çıkaran, barışla ilgilenmeyen, bölünme ve çatışma yaratmaya çalışan ve tüm bunların bedelini açlık ve sefalet içindeki İran halkına yükleyen İslam Cumhuriyeti'ne bir mesajdır. Toplumumuzun yüzde 60'ı yoksulluk sınırında ya da altında yaşıyor. Burası dünyanın en büyük ikinci doğalgaz rezervlerine sahip petrol zengini bir ülke. Bu nasıl mümkün olabilir? Bölgemizin Japonya'sı olmalıydık. Ya da en azından Güney Kore'si. Ama şimdi onun Kuzey Kore'si olduk. Bu rejimin yetkilileri İran halkının talepleri ve inançları doğrultusunda çalışmıyor. İslam Cumhuriyeti İran için değil, kendi çıkarları ve ideolojisini bölgeye ve dünyaya ihraç etmek için çalışıyor. Bunun İran halkıyla hiçbir ilgisi yok.
Benim için ve İran halkı için rejimin kendi çıkarlarının ve kârının peşinde olduğu açıktır. İran'ın çıkarlarının değil. Bu çok açık. Dünyanın bunu anlaması gerek. Rejimin bu parayı kendini korumak, İran'daki baskıyı ve bölgedeki maceracılığı arttırmak adına harcamaması için yaptırım politikalarıyla, örneğin petrol yaptırımlarıyla rejime azami baskı uygularken, İran halkına da azami destek vermeliler.
Bence bazı ülkeler 40 yıl sonra, bu rejimin davranışlarını değiştirmesini bekledikten sonra yavaş yavaş bazı şeyleri anlıyor. Artık nihai çözümün rejimin davranışlarını değiştirmekte değil, rejimi değiştirmekte yattığı sonucuna vardılar. İran halkı, çoğunluğu itibarıyla, defalarca ve özellikle de son zamanlarda taleplerini dile getiriyor. Dünya, İslam Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana yarattığı atom sorunu ve atom tehdidi, terörist gruplara destek, bölgeyi karıştırma, barış sürecini ve İbrahim Anlaşması'nda olduğu gibi bölge ülkelerinin ilişkilerini bozma gibi çatışmalardan kurtulmanın en iyi yolunun bu olduğunu bilmeli. Suudi Arabistan'ın İsrail'le tam diplomatik ilişki kurmaya çok yakınlaştığını gördük. Dünyanın gidebileceği yer burası ama İslam Cumhuriyeti bu yolu tıkamaya devam ediyor.
Dolayısıyla nihai sonuç, İran halkının en iyi alternatifi temsil ettiğidir. Dünya bunu anlayabilir. Bana ana planın ne olduğunu sordunuz. Dünyanın statükoya razı olmak için "Sonrasında ne olacağını bilmiyoruz" bahanesini kullanabileceğini sanmıyorum. Birçok yerde sonrasında ne olacağı belli değildi. Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra ne olacağını biliyorlar mıydı? Ama Sovyetler orada kaldığı sürece iyi bir şey olmayacağını biliyorlardı. Bundan daha kötüsü olamaz! İran halkının çok yakında dünyaya kendi işlerimizi yürütme becerisine sahip olduğumuzu, beşeri ve doğal sermayemiz sayesinde hızla kendi ayaklarımız üzerinde durabileceğimizi göstereceğine inanıyorum. Ancak bu aşamada gerçek bir desteğe ihtiyacımız var. Yurttaşlarımın uzun zamandır söylediği ve yabancı devletlerin karar alıcılarıyla, özellikle de bölgedeki köklü değişimlerden ve İran İslam Cumhuriyeti'nin değişiminden en çok faydalanacak olan Batılı devletlerin karar alıcılarıyla her görüşmemde dile getirdiğim şey budur.
İki önemli noktaya değindiniz. İzin verin bunları birleştireyim. İlginç bir şekilde İslam Cumhuriyeti'nde gerekli değişikliklerin, yani hükümetin devrilmesinin, bölgede gelişmelere yol açabileceğine işaret ettiniz. Ayrıca uluslararası toplumun bu değişikliklerden sonraki dönem için İran halkına güvenmesi gerektiğine işaret ettiniz. Şu soruyu sormama izin verin: Bazıları Gazze'deki savaşın rejimin düşmesinin bir başlangıcı olduğunu düşünüyor. Çünkü dünya, İslam Cumhuriyeti'nin küresel terörizmin merkezi ve destek kaynağı olduğu sonucuna vardı.
Onlar terörizmin vaftiz babası!
Evet. Ve sadece dünya ölçeğinde değil. Bölgede medyanın Hamas'ı İslam Cumhuriyeti'ne benzettiğini görüyoruz. Kendi ülkelerindeki emniyetsizliğin İslam Cumhuriyeti'nden kaynaklandığına dair hiçbir şüpheleri yok. Ayrıca askeri gelişmeleri ve ABD'yle Batı'nın askeri teçhizat ve personelini bölgeye nasıl getirdiğini görüyoruz. Fransa Cumhurbaşkanı bölgede terörizmle mücadeleyi gündemlerine alacaklarını söyledi. Gazze'deki savaş nedeniyle rejimin düşmesinin artık mümkün olduğuna inanmalı mıyız? Böyle bir düşüş sonrası için bir programınız var mı? Çünkü bu bir ya da iki yıl sürmeyebilir ve çok hızlı bir şekilde gerçekleşebilir.
Bakın, tüm olası senaryolar yine kısmen ülkenin nesnel koşulları ve o zamanki güçlerin düzeniyle ilgili. İster rejime karşı aktivist güçler olsun, isterse de rejimin kendi içinde, özellikle polis ve ordu arasında halka katılabilecek kesimler olsun. Bunlar o an gerçekleşecektir ve olası senaryolar bu temelde değerlendirilmelidir. Şiddet içermeyen mücadele disiplininin insanlara hedeflerine en az bedelle ulaşma imkanı vereceğine ve ulusal uzlaşmaya kapı açacağına her zaman inandım. Bu, azami düzeyde bir ilticaya katkı sunabilir. Temel suçları işleyenler bir gün İran ulusuna hesap vermelidir. Ancak elleri halkın kanıyla kirlenmemiş pek çok kişi var. Temel suçları onlar işlemedi. Rejimden sonra gelecekte bir yerleri olacağını bilmeliler. Bu çok önemli. Rejime inanan güçlerin değişime karşı direncini en aza indirmeliyiz ki İran halkı için değişimin bedeli azalsın. Burada da yine dünyanın benimseyeceği yöntemler belirleyici olacaktır.
Örneğin, bölgesel bir çatışma patlak verirse ya da İran'a karşı askeri bir harekat olursa, işler çok karmaşık bir hal alacaktır. Ancak Batı dünyasına şunu defalarca söyledim: İran'a karşı askeri bir faaliyette bulunmanıza gerek yok. Neden mi? Çünkü her şeyden önce arayabileceğiniz en iyi ordu bugün sokaklarda olan İran halkıdır. Tek yapmanız gereken onlara yardım etmek. Onlar değişimin temsilcileri olabilir.
Ama eğer kılavuzunuz El Kaide, IŞİD ya da bugün Hamas ve Hizbullah'a yaptığınız şeyse, radikal bir ideolojinin yürütücülerini yok edebilirsiniz. Ancak ideolojinin kendisi silahla yok edilemez. Biz İranlıların, özgür dünyanın da yardımıyla, bu radikal fikirlerin kökünü kazıyabilmemiz için gerekli zemini hazırlamanız gerek. İran halkı huzur, güvenlik ve parlak bir geleceğe, iş, gelir ve daha iyi bir yaşam fırsatlarına sahipse, kimse bu tür radikal fikirlerin peşinden gitmeyecektir. Dini radikalizm, insanların emniyetsizlik ya da yoksulluk hissettiği ve aynı zamanda onları radikal stratejilere yönelten önyargıların olduğu ülkelerde ortaya çıkar. Ancak İran halkının bu tür fikirleri bir kenara bırakabileceğimizi gösterebileceğine inanıyorum. Bunlar bizim kültürümüzün ya da özümüzün bir parçası değil. Bu hükümet İran'ı esir, biziyse rehin aldı. Humeyni ilk günden itibaren İran'a hizmet etmeyi düşünmüyordu. O, İran'ın sağladığı fırsatları devrimi ihraç etmek için kullanmak üzere oradaydı. Hedefleri buydu ve hâlâ da öyle.
Ancak İran halkı, halkı umursamayan bir hükümetle bu rejimin sahip olmadığı her şeyi sağlayabilecek, umursayan bir ulusal hükümet arasında fark olduğunu çok iyi biliyor. Halkın, muktedir güçlerin, yurtdışında yaşayan birçok yurttaşımızın yardımıyla teknoloji, eğitim ve yeniden yapılanma için ihtiyaç duyacağımız her şeyi elde edebiliriz. İhtiyacımız olan her şeye sahibiz. İran için çok zor olmayacaktır. Ekonomik boyutun en kolayı olacağına inanıyorum. En çok ihtiyacımız olan şey demokrasi, çoğulculuk, birbirimizin haklarını nasıl savunabileceğimiz ve bunu ülkede nasıl kurumsallaştırabileceğimizle ilgili kültür inşası. Bu daha fazla zaman alacaktır. Ancak bu eğitim ve kültür inşası çalışmalarını yaptığımızda, İran'ın ilerleme yolunu hiçbir şey engelleyemeyecektir. Çıkarları İran'ın ilerlemesinden yana olmayan ülkeler olsa bile 85 milyon İranlının karşısına dikilip onlara bir şeyleri dayatamazlar. Bu ilk etapta biz İranlılara bağlı. Sadece taleplerimize güvenmeliyiz ve dünyada çeşitli çıkarlar olduğunu bilmeliyiz ama onları kendi ulusal çıkarları ve ekonomik çıkarları temelinde bile İran halkının özgür olmasının kendi çıkarları olduğuna ikna edebiliriz. Çünkü bu hem İran halkının hem de onların yararına olacaktır. Peki neden yılanın başını ezmek yerine kuyruğuyla oynamakta ısrar ediyorsunuz? Biz yılanın başını ezmeleri gerektiğini söylüyoruz. Ahtapotun gözü İran'da. Şimdi Hamas ve Hizbullah'la kavgaya tutuşuyorlar. Ama kaynağa saldırılmalı. İran halkı bizden bunu talep ediyor. Bu kötülükten kurtulmamıza yardım edin.
Peki ya komşular? Güvenlik güçlerinin ilticasından ve İran halkına verilmesi gereken güvenden bahsettiniz. İran'ın komşuları 44 yıldır acı, korku ve terör içinde yaşıyor. Onlar da endişeliler çünkü İran'da tam olarak ne yaşanacağından emin değiller. İslam Cumhuriyeti'nden sonra kaosa mı düşecek? Bundan sonra hangi grubun başa geçeceği belli mi? Eğer iktidarı ele geçirirseniz, komşularla nasıl bir ilişki öngörüyorsunuz? Özellikle de İran'ın bölgedeki büyük ve nüfuzlu komşusu Suudi Arabistan'la. Ayrıca Şah dönemindeki İran-Suudi ilişkilerine dair geçmişten herhangi bir anınız olup olmadığını sormak istiyorum.
Öncelikle, ulus adına karar verme yetkisi peşinde değilim. Sadece bir sonraki hükümetin halkın taleplerine ve demokratik bir sürece dayanması için bir süreç başlatmak istiyorum. Bu nedenle şu anda kendi rolümü sadece rejimi devirme aşamasında değil, aynı zamanda geçiş döneminde; Kurucu Meclis'e ulaşana ve İran'ın geleceği İran halkı tarafından oylanana kadar özgürlük yanlısı güçler arasında örgütsel işbirliğinin sağlanmasına katkı sunmak olarak görüyorum. Sandık her şeyin ölçüsü olacaktır.
Ancak bu, komşu ülkelerimiz ve dünyanın geri kalanıyla sahip olmak istediğimiz ilişkiler hakkında genel bir fikir veremeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Aktif mücadele ettiğim tüm bu yıllar boyunca, bölgedekiler de dahil pek çok kişiyle tanıştım. Suudi, Mısırlı, Bahreynli ya da diğer ülkelerden olsunlar, çoğu zaman tek bir şeyi hatırladıklarını söyleyebilirim: Devrimden önce İran'la iyi ilişkiler ve devrimle birlikte her şeyin nasıl değiştiği.
İlişkilerimiz güven ve şeffaflık temelinde tanımlanıyordu. İslam Cumhuriyeti kimsenin onlara güvenemeyeceği ve şeffaflığın olmadığı koşullar yarattı. Bu da haliyle şüphe ve kuşkuya yol açıyor. Eğer bugün halkımız siyasilere ve farklı liderlere güvenini tamamen kaybetmişse bunun nedeni şeffaflığın olmamasıdır. Güven inşası bu ilişkilere yardımcı olabilir. İran halkının taleplerini kesinlikle temsil etmeyen bu rejimde bir fark var ve bunu İranlıların kendilerinden duyduklarında her geçen gün daha fazla anlıyorlar. İran halkı maceracılık ve başka ülkelerin iç işlerine karışma peşinde değil. Aksine, komşu ülkelerin de yardımıyla kendi ülkemizde sükunet ve kalkınma sağlayabilecek, bölgede istikrar ve güvenlik arayışındayız. Yıllık bütçemizi tanklara ve silahlara harcamak yerine sağlık ve eğitime harcayabiliriz. Bu tüm bölgenin yararına olacaktır. İster Arap ülkeleri ister İsrail olsun, komşularımızla iyi ilişkilerimizde bu görüşü benimsemeliyiz. Bu daha önce de denenen bir şeydi ve bu yüzden İran ilerleme yolundaydı. Ancak devrimden bu yana sadece aşağıya doğru gidiyoruz. Bu durum değişebilir.
Son olarak şunu sormak istiyorum. İzninizle 63. doğum gününüzü kutlamak isterim. Size sağlık, başarı ve uzun bir ömür diliyorum. Doğum gününüzde İran halkı için ne gibi dilekleriniz var ve ülke içindeki ve dışındaki İranlılar için ne gibi mesajlarınız var?
Başlangıçta dileğimin umutlu olma aşamasından inançlı olma aşamasına geçmemiz olduğunu söylemiştim. Bu, halkımızın, özellikle de hayatlarını veren genç neslin ödediği tüm bedelleri telafi edebilecek şeydir. Bu, hiçbir şeyin boşa gitmemesini sağlayabilir. Bunun mümkün olduğuna inanmalıyız; sadece bir değişim gününün geleceğine dair umutlu olmaya değil, oraya ulaşabileceğimize de inanmalıyız. Dünyanın neresinde ya da İran'ın neresinde olurlarsa olsunlar yurttaşlarımızın buna inanmalarını umuyorum. Değişimi yaratan her zaman bu inanç duygusudur. İslam Cumhuriyeti'nin yönetim felsefesi umutsuzluk ve çaresizlik yaratmak üzerine kuruludur. Umutlu ve inançlı olarak bu rejime en iyi şekilde karşı çıkabiliriz. Bunu yaptığımızda rejim zamanının dolduğunu anlayacaktır.
Doğum günü dileğiniz bu mu?
Evet.
Stüdyo davetimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Size ve ailenize güvenli ve huzurlu zamanlar diliyorum. Umarım bir gün Tahran'da böyle bir röportaj yapabiliriz.
Teşekkür ederim!
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.