Kimileri hayal ediyor kimileri hayalini gerçek kılıyor.
İki kardeş...
Onlarca ülke, şehir ve yüzlerce konser.
Anıl Ergin ve ağabeyi Uluç Ergin rock müziğin peşindeki maceralarını anlatan "Sahne Önü" çıktı.
Hatta şu anda Amazon'da rock kitapları arasında 1 numarada bile.
Uzun senelere yayılan rock konserlerindeki tanıklıkları, AC/DC, Metallica, Iron Maiden, White Snake gibi kült grupların konserlerinden anlar, yarattığı hissiyatlar bu kitabın içinde saklı.
"Sahne Önü" aynı zamanda Ergin kardeşlerin ziyaret ettiği kentlere, o kentlerin insanlarına, kültürüne, dönemin politik atmosferine ve şüphesiz rock tutkularıyla birlikte sürüklenen kişisel hikayelerini, bir nevi dünya görüşlerini ortaya koyuyor.
Kitabın yazarlarından Anıl Ergin gazeteci.
Uzun yıllar Ankara'da haber peşinde koşturdu.
Gri ve kimi zaman sıkıcı siyasetin dehlizlerinde, toplumsal olayların ortasında yürüdü durdu.
Müzik ve sinema hep tutkusu oldu, tutkusunun peşinden gitti.
Birçoğumuz Spotify'ın arama kutusunun içinde, YouTube'da dolanıp en fazla kentine teşrif eden gruplarla (o da vakit bulabilirsek) yetinirken, o sevdikleriyle birlikte sevdiği müzisyenleri dünya gözüyle görüp çılgınca eğlenebilmek için disiplini elden bırakmayan planlar yaptı.
O yüzden "Sahne Önü" sadece bir anı koleksiyoncusunun albüm gösteriminden ibaret değil.
Oraya ulaşabilmek, o müthiş konserlerin tanığı olabilmenin maliyeti, planlaması hakkında da bazı tüyolar veriyor okura.
Bilim ve Sanat Yayınları'ndan çıkan kitap, iki kardeşin Ankara'da bir apartman dairesinde başlayıp üç kıtaya yayılan seyahatlerinin öyküsünü, o anların fotoğraflarıyla beraber kendi kalemlerinden aktarıyor.
Rock, yeni kültürler, gezi ve kişisel anılara yolculuğun iç içe geçtiği kitap için Anıl Ergin ile konuştum.
Kitaba dair merak ettiklerinizin ön gösterimi için söyleşiye buyursunlar...
Radyolardan sahne önüne uzanan yolculuk
Kitapta ağabeyin Uluç Ergin, Ruslarla ilgili güzel bir tespit yapıyor: "Belki hayatlarını çok zor kazanıyorlardı ama kargaşa içinde ruhlarını doyurmaktan geri durmuyorlardı" Batı'nın rock müziğini Soğuk Savaş'tan yeni çıkmış Rusya'nın CD pazarında keşfetmesi hayli ilginç. Peki senin keşfin nasıl oldu? Rock müzikle tanışman nasıl başladı?
80'li yıllarda günümüzdeki koşullar yoktu Ankara'da. Radyoda ne çalıyorsa onlar belirliyordu müzik zevkimizi. Bir de kasetler tabii. Pop müzikten rock müziğe yumuşak bir geçiş yaptık. Önce Dire Straits'in Brothers in Arms kasedi girdi eve. Hard rock seviyesine ise abimin aldığı ZZ Top'ın Afterburner albümü ile geçtik. Twisted Sister'ın Stay Hungry albümünden sonra ise her şey değişti evde. Bütün bu aşamalarda Ankara Polis Radyosu itici güçtü.
Kitapta "Radyo programlarında çalan müziğe önce gürültü dedik. Sonra ZZ Top ile başladık Iron Maiden ve arkadaşlarını keşfettik. Kasetlerimiz arkadaş çevremizin en geniş müzik kütüphanesine dönüştü" diyorsun. Olanaksızlıklarla dolu bir dünyadan böyle bir yola açılacağın hatta bir de üstüne deneyimlerini aktaracağın bir kitap yazmak aklına gelir miydi?
Deneyimlerimi aktaracağım bir kitap yoktu aklımda. Hep Metal Hammer ya da Rolling Stone gibi dergide çalışmak istedim. Televizyon habercisi kökenli olduğum için bir noktada kendimi belgesel çekerek ifade edebileceğimi düşündüm. Kitap yazmak ise abimin fikriydi. A'dan z'ye tüm grupları anlatacak ansiklopedik bir kitap çıkarmayı düşünüyorduk. Ama diğer yolculukları kapsayacak şekilde genişletmek çok daha keyifli oldu.
İnönü'deki o konserler kaçmasaydı...
1993 yazında İnönü'deki o efsane konser serisinde olamadığın için mi dünyayı bu denli dolaştın, geçmişte kaçırdığın o serinin bir nevi rövanşını mı aldın? Hala "Ah be, orada olabilirdim" dediğin oluyor mu?
O rövanşı alamazsın, o goller yendi bir kere. Hala düşündükçe sinirlerim bozuluyor o yaz nasıl orada değildim diye. Yıllarım o yaz İstanbul'da olanların anlattığı hikayeleri dinleyerek geçti. Evet sonradan o isimlerin bazılarını izledim Ama hiçbiri 93'teki gibi değildi işte. Brian May efsanevi bir kadro ile gelmişti İnönü'ye. Hala yıllar sonra ayrıntıları öğrendikçe moralim bozuluyor. Soruna daha kısa bir yanıt vereyim: Evet, sanırım hala o yazın acısını çıkartmaya çalışıyorum.
Konserlere para nasıl yetiyor?
"Binlerce kişiyle şarkı söylediğiniz bir hayattan sonra elektrik faturası ödediğimiz bir hayat zor geliyor" Aslında kitapta işin planlamasından bahsediyorsun ama nasıl karşıladın bu konserlerin maliyetini, onca seyahati?
İşin sırrı planı geniş zaman içerisinde yapmak. Arka arkaya sürekli gezip etkinlik takip etmek imkansız. Yaz programları Kasım ayından belli olmaya başlıyor. Aralık ortasında hedefi net belirliyoruz. 6-7 ay öncesinden yapılan rezervasyonlar son anda yapılan organizasyonlara göre çok daha hesaplı olabiliyor. Bir de harcamaları tabii ki taksitlere bölüyoruz. Tabii ki bir haftalık gezi planı yılın 10 ayına yayılıyor ödeme olarak. Evle ilgili pek çok harcamayı da sürekli erteliyorum. Bir yere kadar tabii. Sanırım artık yeni bir elektrik süpürgesi de almam gerek. Duşakabini de değiştirmeliyim.
Birbirinden farklı etkinlikler arasında salınmayı bir nevi gazetecilikteki psikolojik bukalemenluğa benzetiyorsun. Nedir bu?
Genelkurmay Karargahı'nda önemli bir toplantı takip ettikten sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bambaşka bir komisyonu izlemek üzere görevlendirilebiliyorsun. Ya da mecliste görevliyken kendini 2 saat sonra Anadolu'nun bir kasabasında bir yangın ya da başka bir doğal afeti izlemek üzere yollarda buluyorsun. Ruhsal olarak her iki görev arasındaki geçişi çok hızlı yapmak gerekiyor her seferinde. Fiziksel olarak da koşullara uyman gerekiyor. Yani takım elbiseye çıkartıp arazi konumuna geçmen için çok kısa süren oluyor. Çalışırken insanı zorlayan süreçler bunlar. Bu çalışma tarzı özel hayatta pek çok farklı olayı aynı anda algılama yeteneği sağlıyor.
Slash'i ya da Axl Rose'u mu izlemek daha keyifliydi yoksa Mbappe veya Modric'i mi?
Mbappe ve Modric. Üstelik maçtan önce fonda Enter Sandman ve Thunderstruck çalmıştı. Axl ve Slash setlisti fazla uzun tutarak çok sıkmıştı iki gün önce. Fotoğraflar iyi oldu ama (yarı final ve final maçlarından da bir sürü fotoğrafım var. Gol videosu bile çektim)
Canlı dinlemekle kayıttan dinlemek arasındaki fark...
Gerçeklerin kurgudan ya da sadece kayda alınandan ne farkı var? Ya da bu soruya "Evet" yanıtını verdiğin ilk konser hangisiydi?
İyi bir ses sistemi ve görsellik gerçeği avantajlı yapıyor. Çok farklı oluyor. Donington'da Iron Maiden muhteşemdi. Kahramanlarını kanlı canlı görmek her zaman çok mutlu ediyor. O nedenle hep sahne önü tercih ediyorum.
Rammstein'daki görselligi deYouTube'da bulamıyorsun. Ayrıca kalabalıktaki o coşku var bir de. Tanımadığın insanlarla bazen çılgınlar gibi dans edebiliyorsun. Dans mı, diye sorma. İspanyollar rock konserlerinde dans edebiliyor.
"70 yaşımda geldiğimde kimi izleyeceğim?"
"Aynı zevklere sahip insanların eğlenip bir araya geldiği bir dünya" ve o dünyanın içinde yer alma hevesin devam edecek mi? 70'inde bir rockçı hala sahnedeyken sen de 70'in de bir rocksever olarak kızınla, eşinle, abinle, dostlarınla bu seyahate devam edecek misin?
Çok farklı ülkelerde aynı zevklere sahip insanların bir araya gelip aynı frekansta sohbet edebilmesi çok büyük bir zevk. Alternatif bir keyif geliştirmedik sonrası için, hala bu doğrultuda ilerliyoruz iki kardeş. Buradaki temel sorun şu aslında. Efsaneler yavaş yavaş gidiyor ve yenileri de gelmiyor. Ghost ve Greta Van Fleet gibi yeni isimler var ortalığı sallayan. Ama hiçbiri öncekiler gibi çok büyük değil. Soru şu: 70 yaşıma geldiğimde kimi izleyeceğim?
En keyifli en sıkıcı konserler
Kitapta çok güzel kıyaslar var, derinlemesine yapılmış; bize orada neler yaşadığını hissettiren. Ama yine de soruyorum: Yurtdışında en keyifli ve en sıkıcı izlediğin iki konser? Hem grup hem seyirci ikisi bir arada?
2017'da Barcelona'da izlediğim Deep Purple'ın setlist çok fazla yeni parça içeriyordu. Kitle klasikleri bekliyordu. O kadar sıkıcıydı ki sadece 5 dakika sonra sahneye çıkan Alice Cooper hayatımın en güzel konserini yaşattı. Kısa ve marş olmuş parçalar, muhteşem bir sahne şovu.
Sadece müziğin değil yolculukların kitabı
Ada, Whitesnake, "Pastam nerede?" Ya da alkol düzenlemesi, ice tea'li Iron Maiden, Gezi, "Haberi görmüyoruz"... Kitabı okuyanlar bu bağlantıları kuracak elbette. Sormak istediğim şu, "Sahne Önü" aslında sadece bir müzik kitabı değil, bir kişisel günce, bir gezginin izlenimleri ve toplumsal sorunların kendi algına ve algılayışına izdüşümü yani kısacası hayata dair rock gözlüğüyle beraber bakışın, Almanların deyimiyle weltanschauung'un, dünya görüşün diyebilir miyiz? Yoksa "Abi bu zevk aldığım bir şeyin tarihteki yalın bir kaydı" mı?
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Tabii ki sadece müzik kitabı değil. Yolculuk hatta yolculuklar kitabı. Bazı noktalarda müziği bahane direkt bambaşka konular da anlatmak istedim. Yabancı dergi ve kitaplarda gördüğümüz bu çok katmanlı tarzı biraz güzel dilimize uyarlamak istedik. Yani bunu bir müzik kitabı olarak okuyabilirsin. Ya da gezi kitabı olarak değerlendirebilirsin. Özellikle favori şehrim olan Barselona'ya ait uzun uzun ayrıntılar da yer alıyor. 90'lar Moskova'sı, 80'ler Ankara'sı ve Chicago detayları da var.
Bir de 70 model TRT sorusu: Sizi içinden notaların geçtiği başka projelerde de görebilecek miyiz?
90'lardan bir spor programı yanıtı o zaman. Önümüzdeki konserlere bakacağız...
© The Independentturkish