Fikir hırsızlığı birçok önemli icadın asıl mucidinin kim olduğunu sorgulamamıza neden oluyor.
Bu konuda Tesla'nın çalınan icatlarını sağır sultan bile duymuştur.
Aslında yaptığınız bir icadın yahut faydalı modelin yalnızca patentini/isim hakkını almanız yetmiyor.
Bu fikrin yıllık patent haklarını içeren ödemelerini de gerçekleştirmek gerekiyor.
Ayrıca bu satın aldığınız patent evrensel olarak her yerde geçiyor diye bir durum söz konusu değil.
Belli ülkelerin tanımaması gibi sorunlar mucidin karşısına çıkan önemli dertlerin başında geliyor.
Bu yalnızca önemli buluşlarda meydana gelen bir arıza zannederseniz fena halde yanılırsınız.
Hele ülkemiz gibi akademik üretimin sancılı olduğu ülkelerde fikir hırsızlığı düşünüldüğünün çok ötesindedir.
Birçok üniversitede sayısız akademisyen hemen komşusu diğer hocadan nefret eder; çünkü birbirinin projesini/fikrini hatta icadını çalmak o kadar revaçtadır ki akademisyenler arası kavgaların haddi hesabı bilinmez.
Üstelik bu durum yalnızca mühendislik ve tıp gibi bilimlerle sınırlı değil, tarih ve edebiyat gibi beşeri bilimler hocaları dahi meslektaşı konusunu çalar endişesiyle üstünde çalıştığı akademik çalışmayı paylaşmaktan sakınır.
Esasen son yıllarda üniversiteler, kurumsal olarak bu türden hırsızlıkların önüne geçmek için Teknoloji Transfer Ofisleri kurmaya başladı.
Bu ofislerin temel amacı adaleti sağlayıp kaçak göçekleri engellemek.
Buna rağmen akademisyenler çalışmalarını bu ofislere taşımak konusunda çok gönüllü değiller; çünkü projesini getirmesi demek üniversite dışındaki ek gelir kaynağını kendi elleriyle çalıştığı kuruma bildirmesi anlamına geliyor.
Esasen üniversite bu projeleri kendi bünyesine alarak akademisyeni hem vergi yükünden koruyor hem de patent süreçlerini çok daha hızlı idare ediyor.
Öte taraftan hırsızlığın bu kadar ayyuka çıktığı bir ortamda akademisyenlerimiz için fikrini/icadını/faydalı modelini bir kurumla paylaşmak son derece ürpertici bir fikir gibi geliyor.
Velhasıl konumuza dönersek Alexander Graham Bell telefonun mucidi olarak biliniyor.
Hatta ALO'nun açılımını dahi "Allessandra Lolita Oswaldo" olduğuna dair efsaneleri çocukluğumuzdan beri dinledik.
Oysa Bell, iyi bir mucitten ziyade tıpkı Thomas Edison gibi sistemi çok iyi anlamış bir tüccardı.
Bugün İtalyanların milli kahraman olarak gördükleri Antonio Meucci'nin telefonun gerçek mucidi olduğu neredeyse bütün dünya tarafından kabul edilmiş durumda.
Hatta ABD Kongresi 2002 yılında aldığı bir kararla Meucci'nin iade-i itibarını dahi gerçekleştirdi.
Eskilerin deyimi ile "Şüyuu, vukuundan beterdir" yani mealen; "hakikat bağcıklarını bağlayana kadar yalan dünyanın etrafında yedi kez dolaşırmış."
Görünen o ki Bell de Edison gibi büyük bir fikir hırsızından ibaret.
Antonio Meucci 1808'de İtalya'da doğan bir bilim insanı. 1840 yılında çeşitli nedenlerle ABD'ye göçüyor.
Teletrofono adını verdiği icadıyla elektrik akımını kullanarak onlarca telefon modeli üretmeyi başarıyor.
Teletrofono hayli uzağa insan sesini anlık olarak göndermeyi başarıyor. Üstelik Meucci, bu projesini patentlemeyi de başarıyor.
Ayrıca, ilk patentini de ekonomik nedenlerden dolayı zar zor almayı başarıyor; ancak bir ürünün patentlenmesi yetmiyor.
Onun pazarlanabilir bir sanayi ürününe dönüştürülmesi gerekir ki bu belki de patentten daha önemli. Bu sayede ürünün gerçek değeri korunabilir.
Örneğin Coca-Cola pazarlamasını çok iyi yaptığı için patent başvurusunu yapmadığı söylenir, bu sayede ürününün tam içeriğini de bir yerle paylaşmayarak koruma altına da almış oluyor.
Meucci, patentini alsa da bu patentin periyotlara yayılan ödemesi bulunaktadır. Ekonomik olarak zorlanan mucidimiz bunun devamını getiremez.
Nihayet Bell, bunu yakaladığı anda patenti alır ve Meucci ile davalık olurlar.
İcadının patentini dahi ödeyemeyen Meucci'nin Bell ile savaşmasına imkân yoktur.
Davayı kaybeder ve Bell pazarlama stratejisini öyle ustalıkla kullanır ki bugün dahi sokaktan kimi çevirip sorsanız telefonun mucidi olarak Alexander Graham Bell'in ismini söyler.
Öte taraftan hakikatin er ya da geç ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır.
Bugün Tesla'nın birçok projesi ve fikri için iade-i itibarlar yapılmakta ve Edison'un kapitalist hırslarla donanmış bir hırsız olduğuna dair sayısız çalışma giderek yaygınlaşmaktadır.
Meucci ve Bell arasındaki gerilim de bundan farklı değildir. Hele bu durum İtalyanlar için bir izzet-i nefs meselesine dönüşmüştür.
Nasıl ki bugün biz Türkler Piri Reis'in haritası için dünyanın bilinen ilk gerçek haritası olduğu ve Amerika kıtasını içerdiğine dair bir sav ortaya koyuyorsak, İtalyanlar da Meucci'nin telefonun ilk ve gerçek mucidi olduğuna dair milliyetçi bir tutum sergiliyor.
Bizim mücadelemizin aksine uluslararası lobileri bu meseleyi çok daha ciddiyetle ele alıyor ve ABD kongresinde lehte karar çıkartacak kadar başarılı bir çalışma yürütüyor.
Yalnızca şahıslar fikir hırsızı değildir, bazen ülkeler de bunu yapabiliyor. Bu konuda en çok başı ağrıyan ülkelerin başında biz geliyoruz.
Yunanistan ve Ermenistan'ın bilhassa yerel kültür ürünlerimizi kendisine mal ederek dünyaya tanıtması bunun en mücessem örneğidir.
Maalesef bu hadisede tek suçlu Yunanistan ve Ermenistan değil. Mesela ABD'nin en büyük yoğurt üreticilerinden birisi Türklerdir; ama ürünlerini "Yunan Yoğurdu" olarak satarlar.
Fikri ve manevi ürünlerimizi bir kenara bırakınız maddi unsurlarımıza dahi sahip çıkmakta zorlanıyoruz.
Zeytin bunun en somut örneğidir. Hasat vakti İtalyan ve Yunan tüccarlar her sene gelir, ham zeytinimizi -ki bu ürün altından bile değerlidir- üç kuruşa toplar ve götürür.
Bereket versin bu sene Cumhurbaşkanı Erdoğan bir şekilde meseleye el attı ve "Bad'el harâb'ül-Basra" hadisesi yaşanmadan kurtarabildiğimizi kurtardık.
Yine de Ege ve Akdeniz'i şöyle bir gezip de okyanus gibi sınırsız zeytin ağaçlarını gördükten sonra "nasıl olur da zeytine ve zeytinyağına ulaşmakta bu kadar zorlanıyoruz" sorusunu kendine sormayan yoktur.
İtalyanlar Meucci'nin hakkını nasıl savunuyorsa bizim de kendi maddi ve manevi varlıklarımızın davasını gütmemiz gerekmektedir; ancak kendi akademik dünyamızdaki fikir hırsızlıklarının bile önüne geçmekte bu kadar zorlanıyorken kat edeceğimiz hayli meşakkatli bir yol önümüzde duruyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish