Bazı katiller vardır, ellerinde maktullerinin kanı ve aldıkları ahlar olduğu halde yüceleştirilirler. Kahraman gibi askeri anıt mezarlıklarına gömülür, onurlandırılırlar.
Bazı kurbanlar vardır, öldürülmeyi hak etmiş gibi dehümanize edilirler. Masum ile suçlu yer değiştirdikçe, adalet terazisi şaşar.
Çevrim içi Tabii platformunda yayımlanan "1973 Biltmore Oteli Cinayeti" adlı yarı-belgesel, işlediği sansasyonel çifte cinayet ile uluslararası şöhret temin ederek davasını duyurmayı hedefleyen Ermeni kökenli Amerikan vatandaşı Guergen Yanikian'dan kahraman yaratılma sürecini gözler önüne serer nitelikte.
Kendisini İran kökenli Gourg Yaniki ismiyle tanıtıp, çok sevdiğini söylediği Türkiye Cumhuriyeti'ne tablo ve banknotlar hediye etmek istediğini öne süren Yanikian, 27 Ocak 1973'te Türkiye Cumhuriyeti'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve Konsolos Bahadır Demir'i Biltmore Oteli'ne çağırıp pusuya düşürdü.
Her şeyden habersiz iki diplomatı 25 kalibre Browning ve 9 mm Luger tabanca (birinin tutukluk yapma ihtimaline karşı iki tabanca bulunduruyordu) ile öldürdü.
Ne yazık ki o dönemde gerekli insan istihbaratı çalışması icra edilemedi ve suikastlar önlenemedi.
Türkiye'nin diplomatik temsilcileri olmayı seçtikleri için, Yanikian'a göre "onlar iki kötüydü ve yok edilmeyi hak ediyorlardı".
Mahkemede kendisinin katil olmadığını, zira onların "insan olmadığını" beyan etse de müebbet hapis cezasına mahkûm edildi.
Benzer bir olayda Alman yargısı, 1921 yılında Talat Paşa'yı öldüren Soghomon Tehlirian'ın beraatine karar vermişti.
Bugün Tehlirian adına Ermenistan'da heykeller ve Fransa'nın Marsilya şehrinde bir meydan var.
En son, 25 Nisan 2023'te Erivan'da Nemesis Anıtı açıldı ve 1920-1922 tarihleri arasında vuku bulan Nemesis Operasyonu'nda suikast düzenleyenler onurlandırıldı.
Münferiden gerçekleşen -FBI, Yanikian'ın Sovyet istihbaratı tarafından yönlendirilme ihtimalini araştırdıysa da adı geçenin Rusya'ya gitmesi dışında somut bir şey bulamadı- bu sansasyonel terör eylemi, bir kıvılcımı başlattı.
Kıvılcım aleve dönüştü; ASALA, NAR, JCAG, 3 Ekim, 9 Haziran gibi farklı motivasyonlara sahip örgütler de aynı dava uğruna silahlı eylemler gerçekleştirdi.
1984 yılında ölen Yanikian'ın naaşı 2019 yılında Erivan'ın batısında bulunan Yerablur Askeri Pantheon'una nakledildi.
Bu anıt mezarlıkta Karabağ Savaşı'nda hayatını kaybeden askerlerin yanı sıra, 39 ASALA mensubu terörist için yapılmış bir anıt da mevcut.
Sırf bu bilgi bile, bugün Ermenistan'ın yönetici kadrosunun zihin yapısının ne kadar hasmane bir tutumda olduğunu ispatlıyor.
Nalbandiyan Caddesi'ndeki gizli servisin, Savunma Bakanlığı'nın en önemli iki hasmı Türkiye ve Azerbaycan.
Halkı ekonomik sorunlarla boğuşan, Rus üstünlüğü ve baskılarından bir türlü kurtulamayan, küresel güç olamayan bu küçük Güney Kafkas ülkesi, hasımlarına yönelik klişeleşmiş sözleri sayesinde halkını birleştirebiliyor ve kontrol altında tutabiliyor.
Esas yapısal olan sorunlar halının altına süpürülüyor.
Ülkeler arasında müzakereler yürüten, cephede değil masada çözüm arayan, konuşarak ve yazışarak diyalog kuran diplomatları öldüren teröristleri kahraman ilan etmek, bir savaş ilan etse yenileceğini bilen güçsüzlerin tercihi olabilir.
Velhasıl, terörizm güçsüzlerin kullandığı bir araçtır. Teröristleri kınamak yerine heykellerini dikmek de savaşta yenemeyeceği güçlü hasmının sinirlerini yıpratmak amaçlı yapılmış bir psikolojik harp taktiğidir.
Diplomatların ayrıcalık ve hakları vardır. Diplomatları korumak, kabul eden devletin sorumluluğundadır.
1961 tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi uyarınca kabul eden devlet, diplomatik ajana gereken saygıyı göstermek ve şahsına, özgürlüğüne ve onuruna yönelik herhangi bir saldırıyı önlemek için uygun tüm önlemleri almak zorundadır.
Ayrıca, misyon binalarını herhangi bir tecavüz veya zarara karşı korumak ve misyonun huzurunun herhangi bir şekilde bozulması veya itibarının kırılmasını önlemek üzere her türlü tedbiri almak özel göreviyle de yükümlüdür.
Bu nedenle, yıllar boyunca Türk diplomatların Ermenilerce öldürülmesi, sadece Türk ve Ermeni halklarının arasını değil, aynı zamanda Türkiye ile -başta Fransa, ABD ve İsviçre olmak üzere- bazı ev sahibi devletlerin arasını da bozdu.
Bu devletlerin, 1915 yılı ve öncesinde yaşananları herhangi bir somut delil ve uluslararası mahkeme kararına dayanmaksızın katliam ve soykırım olarak nitelendirdikleri için, Türkiye karşıtı kanlı saldırılar düzenleyenlere karşı Türk diplomatları bilerek korumadıklarından, hatta katillerle iltisaklı olduklarından şüphe edildi.
Bu durum, o tarihlerde Batı ile Soğuk Savaş'ta olan ve Türkiye'yi Amerikancı olmakla suçlayarak ekarte etmeye çalışan Sovyet Rusya'nın çok işine gelmişti.
Türklere karşı tarihsel husumeti ve önyargıları bulunan politikacıların, gazetecilerin, araştırmacı yazarların yaşadığı pek çok ülkede Ermeni soykırımı iddialarını destekleyen sayısız yayın yapılmaya başlandı.
Artık vaziyet öyle bir hale geldi ki, şu anda bu ülkelerin kamuoylarının mühim bir kısmı, Türkiye'yi soykırım inkarcısı gibi görüyor.
Daha bir uluslararası mahkeme kararı dahi olmadan, beyinlerdeki imajlara bu fikir kazındı.
Bugün Paris'te, aksini iddia eden kimi kişilere, adeta ultranasyonalist bozkurt fişlemesi yapılmasının sebebi, devlet politikasının bu yönde olmasından kaynaklanıyor.
Ayrıca, bazı şeyler sır değildi. CIA raporlarına göre, Fransa'nın gerçekten de ASALA ile gayri resmi bir kanalı vardı.
Zaten bu kanal sayesinde, 24 Eylül 1981'de T.C. Paris Büyükelçiliği'ne yapılan bir saldırı sonrasında 4 ASALA mensubuna karşılık örgütle müzakere edilebildi.
ASALA'ya göre, bu 4 kişinin teslim olması karşılığında Fransız polisi onlara siyasi sığınma teklif etti.
Teslim olduklarında ise Fransa onları tutukladı. Çünkü Fransa, şayet aksini yapsa ve onları serbest bıraksaydı, üstelik hukuken hak etmedikleri halde onlara siyasi sığınma hakkı tanısaydı, Viyana Sözleşmesi dâhil çok sayıda uluslararası sözleşmeyi ihlal edecekti ve Türkiye haklı olarak Fransa'yı suçluları korumakla, anlaşmaları ihlal etmekle suçlayacaktı.
Her ne kadar Ermeni davasına ve Ermenistan'a yüksek sempatisi olsa da Fransa, ülkesindeki Türk diplomatlara yönelik saldırıları önlemek için uygun tüm önlemleri almak zorunda olduğunun farkındaydı.
15 Temmuz 1983'te ASALA artık iyice bardağı taşırıp, Paris Orly Havalimanı'nda bombalı terör saldırısı tertipleyince ve ölüler arasında Fransızlar da olunca, Fransız istihbaratının desteği sona erdi.
Aslında ASALA, 1982'de İsrail'in Lübnan'a girmesi sonucunda ülkeden ayrılmaya zorlanıp, iki gruba ayrılmıştı.
Ebu Nidal Örgütü'yle ortak çalışan Agop Agopyan, 1988'de Atina'da -kuvvetle muhtemel Türk istihbaratı tarafından- öldürüldü. Örgütün eski güçlü dış bağlantıları da kalmadığı için, artık tehdit olmaktan çıktı.
Fakat şu da bir gerçek ki, Türk diplomatları ve yakınlarını öldüren birey ve örgütler, 1915 olaylarının soykırım olarak tanınması kampanyasına hizmet etmiş oldular.
1948 Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'nin soykırım tanımı belli.
Ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur:
a. Gruba mensup olanların öldürülmesi;
b. Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
c. Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam
şartlarını kasten değiştirmek;
d. Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;
e. Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek.
En ağır insanlık suçu olan soykırım işlendiğini iddia edenlerin vermesi gereken cevap tabanca ve bombalarla kan akıtmak olmamalıydı.
Sonradan düzmece olduğu ortaya çıkan Mavi Kitap'lar yayımlamak da olmamalıydı.
Doğru cevap, Türkiye ile Ermenistan devletlerinin, Türk ve Ermeni milletlerinin geçmişe objektif biçimde bakmalarını sağlamaktır. Böylelikle tarihi gerçekler olduğu gibi kabul edilebilir.
Peki, bugüne geldiğimizde, iki soru düşündürüyor:
Türklerle Ermenilerin rafa kaldırılmış, dondurulmuş sorunlarını çözmelerine, kafa kafaya vererek arşivlerini birlikte araştırmalarına, sonra da el sıkışmalarına izin verilir mi?
Bu anlaşmazlıktan çok uzun yıllardır siyasi, askeri ve ekonomik kazanımlar elde eden güçler, sulh ve diyalog için elverişli ortamı onlara bırakırlar mı?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish