Son derece zorlu koşullar altında çalışmayı ve aktif olmayı teşvik etmek istediğimde genelde Max Weber'in (1864-1920) mesaj, inanç ve kanaat ahlakı ile sorumluluk ahlakı hakkındaki sözlerini alıntılardım.
İlk tür, ilkeye ve gayeye dayalıdır ve Kantçıdır (ödev ahlakı). Diğeri ise pratiktir ve başarı veya başarı imkânına erişmek için araçlar seçip onları denemeyi amaçlar.
Bu tür, her ne kadar Kant'ta bu bağlantılı formülle gelmemiş olsa da Kantçı 'pratik akla' atfedilebilir.
20'nci yüzyılın ikinci yarısında ve bugüne değin Kantçı ahlak tezi, bireysellik ve bireycilik değerlendirmesindeki radikal gelişmeler nedeniyle büyük bir eleştiriye uğradı.
Kant, ahlakı dine değil akılcı temellere dayandırsa da ona göre ahlaki ve akılcı görev, yükümlülük açısından dinî olandan farklı değildir.
Bu yüzden çağdaşlardan değil, Nietzsche'den (1900) itibaren yeni filozoflar arasında Aydınlanma projesine yönelik teşebbüslerden biri de Kantçı ahlak anlayışını vurmaktı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bireycilikler ve öznellikler, ahlak felsefesinde çatlaklar oluşturdu. Ancak Aydınlanma ilkelerinden vazgeçilemezdi. Nitekim bu ilkeler, Birleşmiş Milletler (BM) Sözleşmesi'nde de İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nde de yer aldı.
Aydınlanma çevreleri ile yeni filozoflar arasında iyilik değerleri ile adalet değerleri olmak üzere felsefi bir değerler projesi aracılık etti.
Her iki projede de John Rawls'un 'Bir Adalet Teorisi' adlı kitapta savunduğu üzere, devletin rolü hakkında bir anlaşmazlık var. Diğerleri, küresel sivil toplumda iyilik değerlerinin üstünlüğünü savunuyor.
Rawls, artan bireyselliğin etkilerini devletin toplumu idaresiyle hafifletmek isterken, iyilik ve erdem davetçileri de Eflatun'da erdemin ve Aristo'da genel iyiliğin öne çıktığı bazı felsefe klasiklerine dönmek istiyor.
Bununla birlikte bu bireycilik ve görelilik karşıtı eğilim, kamusal eylemde serbest tartışmaya dayanan istişarenin aslında bireycilikten, toplumun menfaatini bireysel menfaatlerin üzerinde tutmak için vazgeçtiğini düşünür.
Bireycilik ya da toplumculuk ve adalet ya da barış konusunda kırk yıldır süren bu tartışma niçin?
Çünkü stratejik alanlar ve kaynaklar üzerine çekişmelerin ve bir ülkede kimin iktidara daha layık olduğu konusundaki çatışmaların büyüdüğü ve bu çekişmelerin adalet, meşruiyet ve barıştan bahsedilerek sloganlarla örtbas edildiği dikkat çekiyor.
Bunun için günümüzün düşünürleri, teorik incelemeye çok fazla girmeden 'ahlaki eylem' hakkında konuşmaya meylediyor.
Peki, siyaset ahlaki bir eylem mi?
Ahlak araştırmacılarının çoğunluğunun görüşü bu.
Öyleyse bu ya da şu eylemin ahlaki olup olmadığı hükmünü kim veriyor?
Max Weber'in düşüncesine göre meşru otorite, istikrarı korumak için içeriden baskı uygulayabilir ve barışı korumak için de dışarıya korku verebilir.
John Rawls ise iç adaletin istikrarı sağladığını düşünüyordu. Kant'a göre de kanunları açısından benzerlik gösteren anayasal devletler, uzun vadede orduları ortadan kaldırmak zorunda kalsalar dahi, daimî veya ebedi barıştan yana emin olabilirler!
'Erdemden Sonra' adlı meşhur kitabın (1981) yanı sıra, ahlak felsefesi alanında en sonuncusu 'Ahlak, Çatışmalar ve Modernite' adıyla 2016 yılında yayımlanan başka meşhur kitapların yazarı filozof Alasdair MacIntyre'ye gelecek olursak…
Bilindiği üzere MacIntyre, toplumun menfaatinin her türlü menfaatin üzerinde olduğu tezini savunuyor.
Rawls ve Habermas'ın uzun bir süre ve bazen ilkeler bazen de 'ahlaki eylemin' özellikleri hakkında tartışmalarının nedeni budur: Bir eylemin ahlaki olup olmadığını kim belirliyor?
göre ahlaki eylem, toplumun genel çıkarına en yakın olan şeydir.
Peki, belirleme aşamasında yetki ve görüş sahibi olan kim?
Görüşlerini yaymak için özgür araçlara sahip ister bir siyasetçi ister bir entelektüel olsun, her halükârda toplumun genel çıkarını üstün tutan kişi.
İşte bazısı tutuşan bazı da tutuşmaya hazır çeşitli çatışma türlerine tanık oluyoruz.
Varsayalım ki, mesela MacIntyre ve diğer düşünürler, bir çatışmanın taraflarından birinin eyleminin, kendi toplumunun veya küresel toplumun çıkarlarına aykırı olduğu için ahlakdışı olduğuna hükmetti.
Peki, nasıl etkili olacak veya olacaklar?
MacIntyre diyor ki:
Kamuoyuna ve uluslararası kurumlara yönelerek.
Ona, 20'nci yüzyılın tarihçisi Eric Hobsbawm'ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne sunulan davaların üçte ikisinin çözülmediği yönündeki tespiti iletildiğinde cevabı şu oldu:
Etkililiğe dair tüm bu sorgulamalardan maksat, sorumluluk ahlakından uzaklaşmaya sevk etmektir.
Elbette bu ahlak veya tutumlar, bireylerin kültüründen ve eğilimlerinden etkilenir.
Ama sorumluluk konusundaki küresel eğilim, bencil bireyciliğe sığınanlar arasında bile olgunluğunun zirvesine ulaştı!
MacIntyre, bireyciliğin pek çok kişinin hayal ettiğinden çok daha zor olduğunu düşünüyor.
Şu veya bu eylemin ahlakiliği konusunda kamuoyu ya da otorite karşısında durmak, çok zordur.
Zorluğu da ne kadar önemli olurlarsa olsunlar beden ve özgürlük konusunda alınacak ceza korkusundan değil, durumun selametinden emin olamamaktan kaynaklanıyor.
Bireycilikten maksat, sorumsuzluk ve şahsi kaygılara veya hazlara düşkünlükse o başka. Bugün dünyanın belki de en büyük sorunu, ödev ahlakından yana olsak da olmasak da sorumluluk hissetmemektir.
MacIntyre'nin de dediği gibi, kamu yararını bireysel çıkarların önüne geçirmeye dair sözlerimiz, ahlaki boyutlarla sınırlı değil.
Zira bireyciler, artık birer üniversite hocası, siyasetçi ve iş adamı oldular (ve çoğunluktalar).
Dolayısıyla topluluğun çıkarlarını gözeterek çalışmaları gerekir. Bu anlamda eylemleri ahlaki olur.
Çünkü bu eylem; iklim değişikliği, yoksulluk, açlık, göç, piyasa denetimi, dördüncü veya beşinci teknolojik devrimin etkilerini gözetme gibi genel konuları ele alır!
Kur'an-ı Kerim'in bizden istediği mesaj ahlakında emr-i bi'l-maruf nehy-i ani'l-münker (iyiliği emredip kötülükten sakındırma) vardır.
Maruf, yani iyilik, insanların kabul edilmesi ve hoş karşılanması konusunda hemfikir oldukları şey iken, münker, yani kötülük ise insanların reddedilmesi ve kınanması konusunda hemfikir oldukları şeydir.
Yani tarafsız duramayız, kayıtsız kalamayız veya aciz olduğumuzu söylemekle yetinemeyiz.
Olumlu anlamda ve elimizden geldiğince katkı sağlamalı ve eylemi, özellikle de ahlaki eylemi hedeflemeyi alışkanlık olarak sürdürmeliyiz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Aybüke Gülbeyaz