Yenilmişlik, yabancılık, güvensizlik hissi, derinleşen gelecek kaygısı, zorlaşan yaşam koşulları, baş döndüren politik gündemler, öfkeler, korkular, bitmez tükenmez iç çekişmeler…
Kendi hayatlarından göçen insanlar ülkesinde, her gidenin heybesi ağır.
İçi çakıl taşlarıyla değil apayrı hikayelerle dolu.
Kimi boğazında koca bir düğümle doğduğu topraklara aidiyet hissini kaybedip göçüyor, kimi yeni bir yaşam, gelecek umuduyla, kimi ise ruhu soluklansın diye güç de olsa göç olsun istiyor.
Arkalarında ailelerini, sosyal çevrelerini, statülerini bırakıp yeni ülkelerinde her şeye sil baştan başlıyorlar.
Birleşmiş Milletler’in 2017 verileri, tüm dünyadaki göçmen sayısının 260 milyona ulaştığını söylüyor.
Son YEDİ yıldaki artış oranı ise yüzde 50 civarı. Bu yörüngeden Türkiye’ye bakınca, bizim göçerlerimizin de dünya istatistiklerine hatırı sayılır etki yaptığı aşikar.
Özellikle Türkiye vatandaşlarına İngiltere’de çalışma ve oturum hakkı veren son yılların popüler vizesi, Ankara Anlaşması ile…
Bu vizeden yararlananlar arasında doktoru, sanatçısı, mimarı, politikacısı, gazetecisi, bilgi işlem uzmanı, kuaförü, ayakkabı boyacısı yani akla gelebilecek her meslek erbabı var.
Var olmaya çalışmaktan, ego savaşlarından çok yorulmuştum
İngiltere’ye göç eden binlerce Türk vatandaşından biri de tiyatro ve dizi oyuncusu Göktay Tosun.
Heykeltıraş eşi Ayşenil ile yeni başlıklar, yeni başlangıçlar hayaliyle üç yıl önce Ankara Anlaşması ile Brighton’a yerleşti.
Onun göç etme nedeni de diğer gidenlerden çok farklı değil. 'Çünkü' diyor;
Var olmaya çalışmaktan, ego savaşlarından çok yorulmuştum.
Öyle ki, İngiltere’ye taşınmadan önce Uruguay’ı bile araştırmış uzun süre.
Bir de “Şu hayatta hep aynı adamı mı yaşayacağım? Tiyatro tutkunu olduğuma göre farklı adamları yaşamayı da seviyorum. Kendimi başka bir yerde görmeliyim. Bu hayat, bu bedenle bir kere” diye düşünürmüş hep.
Türkiyeli öğrencilerin evlerinde “anne yemekleri” pişiriyor
İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı mezunu sanatçı, Türkiye’de onlarca tiyatro oyunu ve popüler dizide rol aldı.
Devlet Tiyatroları’ndan özel tiyatrolara kadar Türkiye’nin en usta isimleriyle aynı sahneyi paylaştı, binlerce kişinin izlediği oyunlarla izleyici önüne çıktı.
O aynı zamanda bir refleksoloji terapisti.
Şimdilerde yeni bir ülkede, kendine biçtiği yeni bir rolün hakkını vermeye çalışıyor.
“Gerekirse hamallık da yaparım, temizlik de” diyerek, dilini bilmeden geldiği İngiltere’de hem “My Coffee Story” adlı bir kafede çalışıyor hem de üniversite eğitimi için Türkiye’den gelen öğrencilerin evlerinde onlara özlemini duydukları ‘anne yemekleri’ pişiriyor.
Haftanın belirli günleri Londra ve Brighton’daki öğrencilerin mutfağından mis gibi kuru fasülye, biber dolması, karnı yarık, islim kebabı, mücver, börek gibi Türkiye mutfağının gözde yemek kokuları yükseliyor.
Yemek seçimine öğrenciler karar veriyor. Birkaç günlük menü hazırlayıp oyuncuya veriyorlar.
Alışverişini kendi yapan Tosun, mutfağa kapanıp kimi zaman ara vermeden altı saat boyunca yemek pişiriyor.
O gün öğrencilerin yiyecekleri yemekleri hazırlayıp geri kalanını da saklama kaplarında buzdolabına koyuyor.
"Hamur açmayı, gözleme yapmayı öğrendim"
Daha önce yemek pişirme merakı olsa da günün birinde İngiltere’de hamur açıp börek, gözleme yapacağını düşünmemiş elbet. Tanınan bir oyuncu iken, şimdi bambaşka bir deneyim yaşıyor;
Düşünsenize hamur açmayı, gözleme yapmayı, buraya has kekler pişirmeyi, iyi kahve yapmayı öğrendim.
Peki ya “Ne işim var burada, ben kimim?” soruları, gelgitleri! Cevabı çok net:
Harika bir deneyim. Burada eğitim alan, kariyer yapmaya çalışan kendi memleketimden öğrencilere yemek yapıyorum.
Bana keyif veriyor ama öğrenciler başta çekindi, ‘utanıyoruz’ dediler. Dedim ‘Oyuncuyum ben, o işi de yapıyorum, bu işi de.’
Yemek yaparken sanatla ilgili, oyunculukla ilgili sohbetler ediyoruz. ‘Senden çok şey öğreniyoruz’ diyorlar.
Bazen ‘Hadi beni lafa tutmayın da yemeğimi pişirip trenime yetişeyim’ diyorum.
Mutfakta kalma sürem ise o günkü menüye göre değişiyor...
Hayranına yıllar sonra kahve servisi
Göktay Tosun, yaşadığı ve çok duygulandığı bir anısını paylaşmadan edemiyor:
Burada bazen televizyon dizilerden tanıyanlar çıkıyor.
Geçenlerde bir müşterinin masasına tam kahvesini koyarken, ‘Ben sizi tanıyor muyum, oyuncu olabilir misiniz?’ diye sordu. ‘Evet televizyondandır, şu dizidendir’ dedim.
‘Hayır ben hiç dizi izlemem. Türkiye’de en son hangi oyunda rol aldınız?’ diye devam etti. 'Örümcek Kadının Öpücüğü' dedim, ‘Tamam, orada izledim sizi’ dedi.
O an ağlamaklı oldum, o da fark etti. Benim için çok değerli bir andı. Çünkü tiyatrodan tanımıştı. Ama inanın böyle anlarda bile ‘Ne işim var burada?’ diye sorgulamıyorum.
Tiyatro benim için devam ediyor aslında. Sadece sahneye çıkmak, bir karaktere hazırlanmak, rol yapmak demek değil tiyatro. Yeni bir dünyanın, yaşamın içine girmek, tanımaya çalışmaktır aynı zamanda.
Şu an bambaşka bir Göktay’ı tanıyorum. Kendimi sabırsız sanardım, meğer ne kadar sabırlıymışım. Hayalim eşimle bir ‘art kafe’ açmak. İçinde hem heykel, seramik satışı olan, hem de atölye bulunan bir kafe...
"Mühürlü tiyatroya camdan girip provalar yaptık"
"Buraya göç ettiğimde Türkiye’de sanat git gide kısıtlanmaya başlamıştı zaten" diyen Tosun, şehir tiyatrolarından atılmaları, devlet tiyatrolarında çıkacak sahnenin kalmamasını, özel tiyatroların üzerindeki baskıyı hatırlatarak şunları anlatıyor:
‘Tiyatro Hal’ diye bir tiyatromuz vardı. Oynanan oyun yüzünden üstümüze mühürlemişlerdi. Mühürlü tiyatroya camdan girip çıkarak provalar yapmıştık. Yani orada da çok zordu her şey.
Her şeye rağmen tiyatro ile bağını koparmamaya çalışıyor Göktay Tosun.
Londra Türkçe Sözlü Tiyatro Festivali’nde gösterilen Ölüm ve Kız adlı oyun ile Aziz Nesin’in ünlü eseri Tut Elimden Rovni’de rol aldı. Tut Elimden Rovni’yi aynı zamanda yönetti.
Cemal Süreya’yı oynadığı Ben Kolay Ölmem adlı oyunu Londra’da dört kez oynadı, şimdi Avrupa turnesine hazırlanıyor oyun.
© The Independentturkish