Medikal sensörler sayesinde, hormon seviyelerine bakılarak stresin depresyon ile ilişkisi incelenebiliyor.
Böylece geliştirilen kortizol sensörüyle kronik stres seviyesini anlamak mümkün hale geliyor.
Bu sensörler, depresyon sürecine yaklaşanların tespiti için kullanılıyor ve bu sayede erken müdahale imkanı doğuyor.
Science Adances Dergisi'nde yayımlanan çalışmanın araştırmacılarından olan Karolinska Enstitüsü'nden Dr. Onur Parlak, giyilebilir medikal sensörler üzerinde çalışarak kronik stresi önceden tespit etmek için yeni bir konsept geliştiriyor.
Bu sensörler, vücuttaki belirli değerleri sürekli olarak takip ederek anormalliklerin ortaya çıkması durumunda uyarı veriyor.
Bu bütüncül yaklaşım, stres hormonları ve deri iletkenliği gibi belirli değerlerin uzun süreli takip edilmesini gerektiriyor.
Parlak, bu sensörler sayesinde stres ve depresyon gibi hastalıkların önceden tahmin edilebileceğini belirtiyor.
Medikal sensörlerle hastalığın etkilerinin ortaya çıktıktan sonra haber vermek yerine daha önceden tahmin etmek için uzun süreli takipler yapılması hedefleniyor.
Bu sensörlerin nasıl çalıştığı konusunda Dr. Parlak şunları söyledi:
Bu konsepte uzun süreli takipler yapmak ve mümkünse birden fazla değeri aynı anda analiz edip anlamak gerekiyor. Örneğin, stres hormonları, deri iletkenliği gibi belirli değerleri takip edebiliriz. Bu değerlerde bir anormallik olmadığı sürece hastalık ilerlemeye başladığında somut göze çarpan değişimler olabilir. Uzun süreli takip bile aslında bu değerlerin nereye evrilebileceği veya düzelip düzelmeyeceği üzerine tahminler yapmamızı sağlayabilir.
Stres ve depresyon gibi nörolojik rahatsızlıklarda, nöronlar arası iletimde sorunlar ortaya çıkabilir
Parlak, stres ve depresyonun ortak yönleri ve nörokimyası hakkında da bilgi vererek, sinir sisteminin sağlıklı bir insanda yaklaşık 100 milyar adet nöron hücresinden oluştuğunu ve bu hücreler arasındaki etkileşimlerin sinaps adı verilen bağlantılarla gerçekleştiğini belirtti.
Nöronların(sinir hücrelerinin) birbiriyle etkileşme prensibi sinapslardaki nörotransmitter olarak adlandırılan kimyasal moleküller yoluyla gerçekleşir.
Bu kimyasal moleküller kullanımdan sonra, akson uçları tarafından geri alınıyor ve daha sonra tekrar kullanılmak üzere paketleniyor basit anlamıyla ya da bazı durumlarda sinapslarda geri dönüştürülerek, önce beyin sıvısı, sonra kana karışıp daha sonra idrar yoluyla vücuttan atılıyor.
İşte bu geri kazanım ve dönüşüm süreçleri her ne sebeple olursa olsun sekteye uğrarsa, beyinde olması gerektiğinden fazla ya da az nörotransmitter bulunuyor ve bunlarda iletilmesi gerektiginden fazla ya da az sinyalin diger nörona aktarılmasıyla sonuçlanıyor.
Yani beyin hücreleri arasında, ortamda olması gerektiğinden farklı bir hareketlilik oluşuyor.
Stres ve depresyon gibi nörolojik rahatsızlıklarda, işte bu nöronlar arası iletimdeki sorunlar neticesinde ortaya çıkıyor ve bu süreçler normal nörotransmitter döngüsünü etkiliyor.
Bu nedenle, yapılan çalışmalar kronik stresi önceden haber veren medikal sensörlerin geliştirilmesine ve bu sensörler aracılığıyla belirli değerlerin takip edilerek stres ve depresyon gibi rahatsızlıkların önceden tespit edilmesine odaklanıyor.
Bazı ilaçlar nörotransmitterlerin geri dönüşümünü engelleyerek, beyindeki sinyal alışverişini arttırarak depresyonun etkilerini azaltabiliyor.
Bu konu, alanda çalışanlar tarafından sıklıkla üzerinde düşünülen ancak tam olarak tanımlanamamış konuların başında geliyor.
Kortizol düzeyi depresyonun habercisi oluyor
Gerçekte, özellikle kortizol düzeyleri yüksek olan depresyon hastalarında ortalamanın üzerinde kortizol seviyesinin depresyona neden olup olmadığı veya depresyon sürecinin kortizol seviyesinin yükselmesi sonucu mu ortaya çıktığı sorusu geliyor.
Bu, tavuk- yumurta ilişkisine benzer bir durum. Ancak depresyon hastalarının idrarlarındaki kortizol seviyesi genel ortalamanın çok üstünde oluyor.
Tabii ki istisnalar da var, ancak genel ortalama bu şekilde oluyor. Kortizol ve benzeri hormonların değerleri depresyona karşı bir gösterge olarak kullanılacaksa, bu hormonların salınımının nasıl gerçekleştiği de önem taşıyor.
Bu salınım, genel olarak hipotalamus-hipofiz-adrenal (HPA) ekseni tarafından düzenlenen karşılıklı etkileşim mekanizmasıyla kontrol ediliyor.
"Uzun süreli kortizole maruz kalmak, beyinde küçülmeye neden olabiliyor"
Ancak vücutta kortizol gibi stres hormonları fazla ise, sinir sistemi diğer hormonların salınımını yavaşlatıyor ve bu dengeleniyor.
Parlak, "Ne yazık ki, depresyon hastalarında geri besleme sistemi çalışmayabiliyor ve vücutta gereğinden fazla kortizol birikiyor. Uzun süreli kortizole maruz kalmak, beyinde nöron oluşumunu engelleyerek küçülmeye neden olabiliyor" dedi.
Bazı kişileri depresyona daha yatkın hale getiren genetik faktörlere de değinen Parlak, kortizol hormonunu takip ederek hastanın depresyona girip girmeyeceğini veya süreçleri daha iyi anlamak için başka bilgilere de ihtiyaç duyulabildiğini belirtiyor.
Parlak ve ekibi, kortizol hormonunun takibini sağlayan sensörler geliştirerek depresyonun tanısını ve tedavisini geliştirmeyi amaçlıyor.
Stanford Üniversitesi'nde çalıştığı dönemde Parlak, spor aktiviteleri sırasında stresin kortizon hormonunu nasıl etkilediğini anlamayı amaçladı.
Ancak son zamanlarda epilepsi ve cilt hastalıklarına uygulamaya başladığı klinik çalışmalar yürütüyor.
Kullanıcılardan talep gelirse kullanıma çabuk çıkabilir
Medikal sensörlerle dermal iletkenlik analizi ve kortizol analizi yaparak, dopamin gibi belirli sensörlerin değişimi üzerinde çalışmalarını sürdüren Parlak, "Bu teknolojinin hayatımıza girişi ve stresten kurtulmamızı sağlaması için günlük kullanıma uygun hale getirilmesi gerekiyor. Ancak, bunun için büyük bir pazarlama planı gerekiyor ve eğer ciddi bir pazarlama payı yaratılamazsa, yatırım almak zor olabilir. Bu yüzden laboratuvarda geliştirilen birçok sensör son kullanıcıya ulaşamıyor. Fakat stres ve depresyon konusunda iyimserim ve umutluyum" diye konuştu.
© The Independentturkish