İstanbul'da Galata Kulesi ile beraber hakkında en fazla efsanenin bulunduğu yapı, şüphesiz Kız Kulesi'dir.
Restorasyon çalışmalarından sonra tekrar tartışmaların odağı haline geldi.
Çoğu kişi, estetik bulmadığını ve Kız Kulesi'ni tanıyamadıklarını ifade etti.
Defalarca yıkılan, yanan ve baştan inşa edilen bir yapı olarak Kız Kulesi; doğrusu ilk kez aslına bu kadar yakın şekilde restore edildi.
Sadece zihnimizdeki efsanelerle uyuşmayan bir görüntü ile karşılaştık.
Galata'ya aşık ve beyazlara bürünmüş Kız Kulesi, karşımızda soğuk ve kasvetli bir karakol hüviyeti ile durması hepimizi biraz korkuttu.
Oysa doğrusu budur. Kız Kulesi bir deniz karakoluydu ve tamamen askeri amaçlarla kuruldu.
Buyurun Kız Kulesi'nin hem tarihine hem de efsanelerine yakından bakalım.
Bir askeri karakol olarak Kız Kulesi
Bir Yunan komutan olan Alkhibiades, milattan önce 410 senesinde Karadeniz'den gelen gemileri durdurmak ve kontrol etmek amacıyla bir kale inşa etti.
Bu kale, bugünkü Üsküdar sahilinden yaklaşık 200 metre açıkta minik bir kayalık üzerine inşa edildi.
Biz bu yapıyı bilinen ilk ve gerçeğe en yakın Kız Kulesi inşası olarak kabul ediyoruz.
Bizans dönemine geldiğimizde Boğaz'a zincir çekerek kapatılması için I. Manuel Komnenos'un Kız Kulesi'ni askeri amaçlarla kullandığını görüyoruz.
Yine Bizans zamanında bir hapishane ve sürgün yeri olarak da tercih edilmişti. Bilhassa siyasi suçluları toplumdan uzak bir yerde hapsetmek için Kız Kulesi çok ideal bir noktaydı.
Osmanlı zamanına geldiğimizde Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethettikten sonra ilk iş olarak Kız Kulesi'ni bembeyaz sıvalarla boyattı.
Kız Kulesi'nin bu şekilde beyaza boyanması ona hem görüntü olarak bambaşka bir hüviyet kazandırdı hem de şairlere harikulade bir malzeme vermiş oldu.
Bu hadiseyi İsmet Özel bir şiirinde şu dizelerle imgeleştirir:
Kızkulesi beyaz iken
Ümitgilde biz ikimiz
Kurabiye yiyor idik
Sütlü çayın yanında
Sahili çitiliyordu
Sürü sürü yunuslar
Kumrulardı homur homur
Manastırın camında
Kızkulesi beyaz iken
Ne ayıptı söylemesi
Ümitgilde ikimizdik
Birbirine tutulan
Çorabımız yamalıydı
Kopçalıydı yakamız
Kimseden kopya almadık
Bahanelerimiz talan.
Kızkulesi beyaz iken
Hemşehriler seslenince
Terbiyemiz yettiğince
Baktığımız taraf başka
Kol ağızları kolalı
Ağırdı çok bilet parası
Azımsayıp yanaşmadık
Bir pişirimlik aşka.
Osmanlı tarihçilerinden Tursun Bey de Osmanlıların Kız Kulesi'ni evvela bir koruma merkezi olarak kullandığını belirtir:
İstanbul ağzına mukabil, Anatolı yakasında deniz içinde dökündi taş arasında muhkem bir kal'a yaptırdı ve toplar va'z eyledi ki atuldukça liman içinde gemi turgurmaz.
Seyyahımız Evliya Çelebi ise Kız Kulesi'nin tarihini Battal Gazi ile başlatır:
Battal Gazi tam yedi sene Salacak'da konaklar, buraları imar eder. Sonra Şam seferine çıkar. Bunu fırsat bilen Üsküdar Tekfuru hazinesini ve kızını evvelce yaptırmış olduğu bu kuleye kaçırır. Şam'dan zaferle dönen Battal Gazi 100 askeriyle Üsküdar'ı basar ve Tekfur'un kızıyla hazineye el koyar.
Osmanlılar, Kız Kulesi'ne Kulle-i Bahriye ya da Kulle-i Duhter ismini vermişti.
Askeri misyonlarının yanı sıra salgın hastalıklar zamanında Kız Kulesi bir karantina hastanesi olarak da kullanılıyordu.
Takvim-i Vekayi'de yer alan bir haberden şu sözlerle öğreniyoruz:
Üsküdar pîşegâhında (yakınında) kâin Kız Kulesi, deniz ile çevrili ve civarı açık olduğundan Asâkir-i Hâssa-i Şâhâne hastaları beyninde (arasında) şüpheli ve mat'ûn (vebalı) olanlara karargâh olmak üzere tahsis ve bu vakte değin vuku bulan 5 nefer mahâll-i mezkûrda ikaamet ile timar ve tedâvi olarak 2 neferi vefat edip 3 neferi sıhhat bulmuştur.
İbrahim Hakkı Konyalı'dan yapının cumhuriyet dönemindeki fiziki özelliklerini ise şöyle öğreniyoruz:
Bugün gördüğümüz kulenin temelleri ve alt katın mühim kısımları Fatih devri yapısıdır. Kapısı mermer çerçevelidir. Üstünde madalyon şeklindeki mermer levhada sultan II.Mahmud'un Hattat Rasim'in kaleminden çıkmış 1832 M. ve (Adlî) tavsifli tuğrası vardır. Kulenin birinci katında içi çe iki oda, bir depo vardır.
Buradan sekiz basamaklı bir merdivenle asıl kulenin kapısına çıkılır. Buradan on dört basamaklı bir merdivenle üçüncü kata çıkılır. Dört köşe olan bu kattan dışarıya sekiz pencere açılır. Burada demir parmaklıklarla çevrilmiş gezinti yeri vardır. Bir üst kata tekrar on üç basamakla çıkılır. Üst tabakada iki kat halindedir.
Cumhuriyet döneminde dahi kulenin askeri amaçlarla kullanıldı. 1994 yılında orduya devredilene kadar Kız Kulesi bir siyanür deposu olarak kullanıyordu.
Yapı, 2000 yılında turistik amaçlarda kullanılmak üzere bir şirkete devredildi.
Kız Kulesi ve efsane
Kız Kulesi hakkında sayısız efsane bulunuyor. Biz Ferhat Aslan'ın "İstanbul ve Efsaneler" makalesinde yer alan meşhur hikâyeyi aktaralım:
Çok eski zamanlarda, Üsküdar sırtlarında, aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit adına yapılmış büyük bir tapınak vardı. İşte, efsaneye konu olan, güzelliği dillere destan Hero, genç kızların rahibelik yaptığı bu tapınakta, kumrulara bakmakla görevliydi.
Her sene, ilkbaharda tabiatı süsleyen, güzelleştiren tanrıça adına bir bayram yapılırdı. Bu ilkbahar şenliğine çevre şehirlerden, kasabalardan akın akın insanlar gelir, bayram süresince yenilir, içilir, eğlenirlerdi.
Boğaz'ın öteki yakasında oturan Leandros adlı yakışıklı delikanlı da hayatında ilk kez bu bayrama katılmak üzere tapınağa geldi. Afrodit onun yakarışlarını duymuş olmalı ki karşısına güzeller güzeli Hero'yu çıkardı.
İki genç birbirlerini görür görmez âşık olmuşlardı. Ama aralarında aşılması güç bir engel vardı. Bu engel İstanbul Boğazı'ydı… Leandros yaşadığı şehre dönmeden önce sevgilisine, aralarındaki denizin aşklarına engel olamayacağını söyledi. Eğer Hero, denizin durgun olduğu gecelerde kulede bir ışık yakarsa, Leandros yüzerek onun yanına gelebilirdi.
Gerçekten de yaz boyunca iki sevgili denizin durgun olduğu her gece buluştular. Fakat yaz bitti, kış yaklaştı. Ilık esintiler yerini şiddetli rüzgârlara bıraktı. Denizin çırpıntıları birbirini izleyen iri dalgalara dönüştü.
Bir sabah Hero, Leandros'u uğurlarken artık iki kıyı arasında yüzmenin tehlikeli olacağını söyleyerek sevgilisine bir süre gelmemesi için yalvardı. Leandros istemese de ona verdiği sözü tuttu. Ama Hero'ya olan özlemi gün geçtikçe büyüyordu. Kederini, acılarını azaltmak için her akşam oturup karşı kıyıyı seyrediyordu. Yine böyle bir akşam kulede yanan ışığı gördü.
Sevgilisinin çağırdığını düşünerek kendini hırçın dalgaların içine bırakıverdi. Oysa ışığı yakan Hero değil, iki sevgilinin gizli gizli buluştuğunu fark eden tapınak yöneticilerinden biriydi. Hero'ya kavuşacak olmanın heyecanı içindeki zavallı Leandros, bir yandan azgın dalgalarla boğuşuyor, bir yandan ışığı yitirmemeye çalışıyordu. Tam Üsküdar kıyılarına yaklaşmışken ışık birden söndü.
Denizin ortasında acımasız bir karanlığa gömüldü Leandros. Önce rüzgârdan söndüğünü sandığı ışığın yeniden yanmasını bekledi, fakat ışık bir daha yanmadı ve Leandros dev dalgaların arasında kayboldu. Ertesi sabah Hero'nun cansız bedenini de tapınağın altındaki kayalıklarda buldular.
Sevgilisinin ölümüne dayanamamış ona kavuşmuştu. Zamanla Leandros'un İstanbul Boğazı'nda kaybolduğu yerde bir kayalık oluştu. İşte Kız Kulesi, Leandros'la Hero'nun anısına burada inşa edildi.
Velhasılıkelam, büyüyü bozmak istemezdim; ama Kız Kulesi romantik nedenlerle inşa edilmedi.
Önce bir askeri karakol olarak kuruldu ve bunun yanında gümrük merkezi, hastane ve hatta hapishane olarak kullanıldı.
Bugünkü soğuk ve kasvetli gelen restorasyonu beğenmeyebilirsiniz; ama gerçeğe en yakın işlerden biri söz konusu.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish