Saddam, Kaddafi, Ali Salih ve Hariri

O uzak otelin terasındaki anılar gecesi daha da uzadı ama burada gece "söylenen" her şeyi aktarmaya yetecek yerimiz yok

Kolaj: Independent Türkçe

Sigarasının dumanını üfledi ve şöyle dedi:

Size sır satıcılarının henüz satmadıkları bir sır anlatayım. Bir gün kamu güvenliği müdürü yanıma geldi. Humeyni'nin Irak'ta devam eden varlığının ayaklanma ve tehlikelere işaret ettiğini, misafirperverliğin şartlarına uymadığını, kışkırtmadan geri durmadığını söyledi. Zor ziyaretçiyi saklamak ve hayat hikayesini bir kerede ve ilelebet bitirmek için sağlam bir plan yapmaktan bahsetti. Gizlice İran'a doğru yola çıktığını veya İran 'SAVAK' aygıtının onu kaçırmayı başardığını sızdırarak onu çölde kimsenin bilmediği bir noktada gizleyebileceğimizi de sözlerine ekledi.


Muhatabıma baktım ve ona şöyle dedim:

Tarihin Irak'ın misafirlerine ihanet ettiğini kaydetmesini mi istiyorsun? Müdürün şaşkınlıktan ne yapacağını bilemedi, özür dileyerek ayrıldı ve sonra olan oldu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ardından sözlerini şöyle sürdürdü:

Bir yıl sonra üst düzey bir güvenlik görevlisi yanıma geldi. Celal Talabani ve Mesud Barzani'nin ülkenin kuzeyini Irak için bir dikene dönüştürdüğünü, ikisinin de Bağdat'ta bulunmalarının, onlardan zehirle veya başka bir yolla kurtulmak için değerli bir fırsat sunduğunu söyledi. Öfkeyle cevap verdim: İki adamı sevmiyorum ama Bağdat benim evim, evimde bulunan birini tuzağa düşürdüğümün söylenmesini mi istiyorsun?


Uzaktaki bir otelde kalan adam için bu sıradan bir gece değildi. Ekranların o günleri yeniden yad edeceğini biliyordu.

Bir Amerikan zırhlı aracının çektiği halatla yıkılan heykelinin görüntüsünü, George Bush'un bir çukurda yakalanmasını kutlayan görüntüsünü ve boynuna bir ipin dolanması görüntüsünü yeniden yayımlayacaklarını biliyordu.

Bu yüzden hatıraları arasında dolaşmak için otelin terasında kendisine bir köşe seçti.

Ama aniden geldiler; Muammer Kaddafi, Ali Abdullah Salih ve Refik Hariri. Hafifçe gülümsedi. Büyük olasılıkla onu teselli etmeye gelmişlerdi.

Üzgün ya da kalbi kırık değildi. "Düşmanınızın sizi öldürmesini engelleyemiyorsanız onu sizi küçük düşürme fırsatından mahrum bırakarak cezalandırın" diye düşündü.

Onları karşıladı, geldikleri için teşekkür etti ve şunları söyledi:

Bir lider kendi kaderini kendisi seçmez. Kaderine yürür. Ben saf değilim. Ben, adamları kırık camlar üzerinde yürüyen bu çalkantılı tarihin oğluyum. Ölümün beni biriken yılların ardından ya da ani bir kalp kriziyle ziyaret etmesini hiç beklemiyordum. Kader, ölümümün hayatım gibi olmasını, düşmanlarımın yüzünde patlayan bir kurşun olmasını istiyordu.


Ali Salih duyduklarına şaşırmadı. Kaddafi bir dereceye kadar kıskançlık hissetti ve Saddam Hüseyin'in Humeyni hakkındaki sözlerinin, ona İmam Musa es-Sadr'a çizdiği kaderi hatırlatmaya yönelik kasıtlı bir ima olmasından korktu.

Ama itiraz etme arzusunu bastırdı. Saddam'ın huzurunda itiraz etmek ne kadar zordur! Hariri, Saddam'ın kendisinin, ailesinin ve halkının çilesinden ders almadığı sonucuna vardı ancak yüz ifadesini korudu.

Saddam devam etti:

İran ile Bağdat sokaklarında savaşmamak için sınırda savaştım. Onun tarihin hesaplarını görmeye hazırlandığını biliyordum. Paul Bremer'in ve Kasım Süleymani'nin ürünü olan adamların çekişmesine sahne olduğunda Irak'a ne olduğunu gördünüz mü?

Kamu güvenlik müdürünün tavsiyesini reddettiğim için pişman değilim. Nihai hükmü tarih mahkemesine bırakıyorum. Bu vesileyle, Kuveyt'in işgal hikayesini inkar etmediğimi de söyleyeyim. En yakınımdakiler beni kışkırttı, ben de gafil davrandım. Güç duygusu sarhoşluğun en şiddetlisidir. Belki de eski defterleri ardına kadar açmayayım diye beni idam etmekte acele ettiler.

Başıma gelenlere şaşırmadım. Savaştım, öldürdüm ve öldürüldüm. Farklılıklara rağmen senin için de aynı şeyi söyleyebilirim Ali kardeş. Aynı şey senin için de geçerli Muammer kardeş. Ama Refik Hariri'nin suçu neydi ki öldürüldü? Beyrut'un binalarını ve ruhunu restore etti ve onu savaşın zorluklarından kurtardı.

Süleymani'nin daha sonra Bağdat'ta yaptığı gibi; Gazi Kenan ve Rüstem Gazali'nin cumhurbaşkanlarını ve hükümetleri atadıkları bir dönemde kurşunlarla değil, refahla ülkenin karar alma mekanizmasını ve egemenliğini geri kazanmaya çalıştı.


Ali Salih şöyle dedi:

Doğru. Savaştım, öldürdüm ve öldürüldüm. Ama beni öldürenler Yemen'i de öldürdü. Millete, devlete, egemenliğine, karar alma mekanizmalarına yaptıklarına bir bakın. Yemen zaten zor bir ülke. Coğrafyası engebeli, tarihi inişli çıkışlı. Elimde bomba tutan biri gibi ülkeyi yönettim. Manevralar yaptım, krizleri erteledim, savaştım ve uzlaştım. Ama tüm bunlardan bir birlik çıkardım ve onu savundum. Beni ısırana kadar yılanların başları üzerinde dans ettim. Benim ülkem için yaptıklarım ile Husilerin ülkemize yaptıkları arasında karar vermeyi tarihe bırakıyorum.

Ardından Kaddafi konuştu:

Rejimini öldüren ve senin öldürülmene yardım eden Amerikalılar yıllar önce beni de öldürmeye çalıştılar. Uçakları yatak odama kadar ulaştı. İpte sallanan cesedini gördüğüm gün korktuğumu senden saklamayacağım. Seni kıskandığımı da saklamıyorum.

Eğilmeden, yalvarmadan kaderine yürüdün. Seni öldürenleri gözlerinde yaş görme sevincinden mahrum ettim. Bana kızgın olduğunu biliyorum ve özür dilemeyen ben, bu vesileyle senden özür diliyorum. İran'ın Bağdat'a attığı ilk füzenin bizim depolarımızdan olduğunu çok iyi hatırlıyorum.

Aslında İran'a füze gönderme konusunda Abdusselam Calud kadar hevesli değildim ama gafletin esiri oldum. Bunlar bizim kaderimiz. Ben de savaştım, öldürdüm ve öldürüldüm. Hikayem, zulmettiğim ve çocuklarım dediğim kişiler tarafından öldürülmemle sona erdi. Benim ailem de büyük bir felaket yaşadı, çocuklarımı mezarlar, gözaltı merkezleri ve gizli hapishaneler arasında dağıttım.
 


Hariri, gülümseyerek şöyle dedi:

Özür dilerim. Sizin gibi dolu veya çetrefilli bir geçmişim yok. Ne savaştım ne de öldürdüm ama yine de öldürüldüm. Filistinli lider Vedi Haddad ile olan hikayem, Arap kimliği konusunda tutkulu genç bir adamın hayatının sadece kısacık bir bölümü. Ben sandıkla iktidara geldim. Başkanlık ofisine kapılarından girdim. Bir devrime ya da bir darbeye de öncülük etmedim. 1559 sayılı karara dahil olduğum için beni suçluyorlar. İntiharı değil refahı düşünen normal bir ülkede yaşamayı hayal eden biri suçlu mu sayılmalı? Bedenim Beyrut sokaklarında havaya uçuruldu diye üzülmüyorum. Ben Beyrut'un limanının, ruhunun, manasının havaya uçması gibi, memleketim de uçup gittiği için üzülüyorum. Suçum, bombalar ve onları yerleştirenlerin neden olduğu gecede bir fener yakmaya çalışmaktan öteye geçmiyor. Irak'ı vuran depremin beni de ülkemle birlikte vuracağını beklemiyordum.


O uzak otelin terasındaki anılar gecesi daha da uzadı ama burada gece "söylenen" her şeyi aktarmaya yetecek yerimiz yok.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Asasmedia

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA OKU

DAHA FAZLA HABER OKU