15-21 Mart tarihleri arasında İzmir’de düzenlenen “İkinci Yüzyılının İktisat Kongresi”nin dördüncü gününün sloganı “Doğaya Davet”ti.
Dört gün boyunca konuşan ekonomistlerin ellerindeki metinlerde hep vardı esasında “ekoloji merkezli ekonomi politikaları oluşturulmalı” gerçeği.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Ancak 18 Mart oturumunun içeriği, deprem sonrası şekillendi. Depremden önce de doğa merkezli bir oturum düzenlemeyi planlayan organizasyon, 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerine jeologlar ve Türkiye ekonomisi uzmanları eşliğinde geniş yer ayırdı.
Maraş depremleri konusunda kamuoyunu binlerce kez uyaran İstanbul Teknik Üniversitesi Prof. Dr. Naci Görür de aynı okulun diğer bir saygın profesörü Okan Tüysüz de konuşmacılar arasındaydı.
“Maraş ve Gaziantep bölgenin üretim bakımından en iyi kentleriydi. Bugün oralarda ekonominin çarkları durdu. Ekibin bazısı öldü bazısı göçtü. Stokları telef oldu. Pazarı kaybettiler” dedi konuşmasının bir bölümünde Naci Görür ve şöyle devam etti:
Dünya mal ister, dünya seni fazla beklemez. Tahmin ediyorum ki Maraş ve Gaziantep eski durumuna gelemez. ‘E 10 senede kendine gelebilirse iyiymiş’ derseniz de 10 senede dünyayı kaybedersiniz. Dünya, Maraş ve Gaziantep’i hafızasından siler.
Okan Tüysüz ise “Hep istişare no aksiyon” politikasını yıllardır şiar edinmiş Türkiye hakkında isyan ediyordu: 24 senedir yol haritası çiziyoruz artık biraz da adım atalım. Yeteri kadar yol haritası çizdik.
Strateji ve Bütçe Başkanlığı: Depremin maliyeti 103 milyar dolar
Peki nereden başlayacağız?
Ocak söndüren ekonomik krizden sonra depremin faturasının altından nasıl kalkacağız?
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), depremin verdiği zararı 100 milyar doların üzerinde açıkladı.
Strateji ve Bütçe Başkanlığı (SBB) ise konuyla ilgili ilk kapsamlı raporunu 17 Mart’ta yayınladı. SBB’nin de verileri UNDP’den farklı değil.
Rapora göre 1 Mart itibarıyla hasar ve acil harcamalar için oluşan toplam maliyet 103 milyar dolar, yani 1 trilyon 955 milyar Türk Lirası.
103 milyar doların da ne büyüklüğünde bir para olduğunu şöyle açıklayalım: Türkiye'nin 2022 sonu kısa vadeli dış borcu 145,6 milyar dolar.
SBB, bu değerin gayrisafi yurtiçi hasılaya oranını yüzde 9 açıklıyor. Ancak 2022’nin GSYH’ı 15 trilyon lira. Bu hesaba göre geçen yıl boyu üretilen her 100 birimden 13’ü depremlerle birlikte yok oldu.
Bölgede oluşan milli gelir 87 milyar dolardı
Depremin maliyeti ve ekonomiye etkisi, İzmit İktisat Kongresi’nde de tartışıldı.
Konuyla ilgili 30 dakikalık bir sunum hazırlayan Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Yılmaz, Türkiye’nin yüzde 70’inin deprem bölgesinde yaşadığını hatırlatarak başladı söze.
Çok hasarlı ve yıkık bina oranlarının Adıyaman’da yüzde 26,6, Gaziantep’te yüzde 11, Hatay’da yüzde 19,8, Kahramanmaraş’ta yüzde 22,6, Malatya’da yüzde 29 olduğunu söyledi.
Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın raporuna göre depremden etkilenen 11 ilin gayri safi yurtiçi hazıladan (GSYH) aldığı pay, 2021 yılında yüzde 9,8’di. Yaklaşık 79 milyar dolarlık milli gelir burada oluştu.
SBB, ayrıca “2022 yılında, 2021 itibarıyla milli gelirdeki payının aynı kaldığı varsayımıyla, 2022 yılına ilişkin yapılan il bazındaki GSYH tahminlerine göre 11 ile ilişkin yaklaşık 1.441 trilyon TL (87 milyar dolar) milli gelir büyüklüğü hesaplanmaktadır” verisini paylaştı.
"İhracatın yaklaşık 17-18 milyar doları deprem bölgesinden geliyordu"
Rapora göre 11 ilin 2022 yılı ihracatı içerisindeki payı yüzde 8,6.
“Bölgenin Türkiye ihracatındaki payı yüzde 10’dan az” diyor Kamil Yılmaz ve ekliyor: 250 milyar dolarlık bir ihracatımız var. Bunun yaklaşık 17-18 milyar doları bölgedeki yedi ilden geliyor. Gaziantep’in sanayide katkısı önemli.
SBB’nin raporuna göre de Gaziantep, toplam ihracat içerisindeki yüzde 4,4’lük payı ile öne çıkıyor. Gaziantep, Türkiye’de en fazla ihracat gerçekleştiren altıncı il. Hatay, Adana ve Kahramanmaraş ise sırasıyla yüzde 1,6, 1,2 ve 0,6 düzeyinde pay alyor.
Kamil Yılmaz’ın açıklamasına göre deprem bölgesindeki illerin milli gelirden aldıkları pay da büyüyor ancak bunda Suriye göçünün de çok büyük payı var.
Bölge sanayileşiyor, tarımdaki payı düşüyor
Strateji ve Bütçe Başkanlığı, 11 ilin tarım, ormancılık ve balıkçılıkta milli gelir içindeki payını yüzde 15,1 olarak açıkladı.
Depremden nispeten daha az etkilenen Adana, Diyarbakır, Şanlıurfa çıkarılınca kalan yedi ilin tarımdaki payının yüzde 8’lerden yüzde 7’lere düştüğünü söyleyen Yılmaz, “Aradaki 1 birim önemsiz bir rakam değil. Giderek daha fazla sanayileşen bir bölgeden bahsediyoruz” dedi.
Erdoğan’ın deprem bölgesine 650 bin konut inşa edileceği, bunun 319 bininin bir yıl içerisinde tamamlanacağı açıklamasını hatırlatan Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi, “Biz bu bölgeyi yeniden kurmak zorundayız. Ancak iki ay sonraki seçim için “hemen 300 bin inşaat yapacağız” vaadi verip onu bir avantaja çevirerek olmaz” dedi.
"Bölgeyi çekim haline getirmek, yeni yüzyılın ilk projesi olmalı"
Yukarıda bahsedilen istatistikler ışında bölgede zemin etütlerinin yapılması gerektiğini, çağdaş kentlerin zaman içerisinde kurulmasının önemli olduğunu söyleyen Yılmaz, “Bölgeyi bir çekim alanı hâline getirmek zorundayız” dedi ve şöyle devam etti:
Yeni yüzyılın en önemli, ilk projesi bu olabilir. Belki büyükşehirlerdeki nüfusun bir kısmını da oralara doğru kaydırdıktan sonra üç büyük şehrin nüfus yoğunluğunu azaltarak yeniden yapılandırabiliriz. Bir yılda iki yılda olmaz. Uzun vadeden bahsediyorum.
"Dört kat imar izni veren belediye başkanlarını bir daha seçmiyoruz, 10 kat imar izni verene hemen oy veriyoruz"
Kamil Yılmaz 1992-2021 yılları arasında bölgedeki inşaat faaliyetlerinin seyrini de paylaştı.
Yapı izin belgesi verilerine göre ekonomik krizin yaşandığı 2001 yılında bu verilen belgeleri sayısı düşerken, sonrasında hızlı bir artış var.
“1990’lı yıllarda yıllık yapı izni verilen sayısı 4 bin iken bu 2000’i yıllarda 6 bine çıkmış” diyen Kamil Yılmaz, daire ve dükkanlardan oluşan bağımsızı birim sayısı ile ilgili de şunları söyledi:
Kriz öncesi yaklaşık 10 binlerdeyken kriz sonrası ekonomi büyüyor ve birim sayısı 50 bine çıkıyor. Bu ne demek? 3-4 katlı binalardan 10 katlı binalara geçtik demek. Yani biz aslında imar rantı yaratıyoruz. Güvenli olmayan zeminlere daha yüksek binalar yapıyoruz.
Dünyada servetin yüzde 50’si gayrimenkuldeyken Türkiye’de yüzde 80. Acaba neden? Çünkü Türkiye’de servetin kaynağı gayrimenkul. Biz Türkiye’de yeni teknoloji yeni icatlar geliştirdiğimiz için daha zengin olmuyoruz.
Biz tarımsal alanları, kentsel alanlara dönüştürdüğümüz için oralara bina yapıyoruz. Dört kat imar izni veren belediye başkanlarını bir daha seçmiyoruz, 10 kat imar izni verene hemen oy veriyoruz. Bu yanlış. Kendi mezarlarımızı kendimiz hazırlıyoruz.
2004’te Türkiye topraklarının yüzde 31’i tarıma elverişliyken bugün yüzde 25,5. AK Parti döneminde yüzde 6’lık bir alan kaybı var.
Deprem konutları için seçilen alanlara bakın!
— Ali Ekber Yıldırım (@tarimyazari) March 14, 2023
- Kahramanmaraş’ta ceviz,badem, zeytin,Antep fıstığı ıslah merkezi arazisi
- Adıyaman’da buğday ekili araziye TOKİ deprem konutu yapıyor
Tarım alanlarına deprem konutu olur mu? https://t.co/FnPNE1WvkC @tarimyazari aracılığıyla pic.twitter.com/WNKHBe3fii
Daha fazla konut sahibi olandan daha fazla vergi alınmalı
Refah daha fazla bina, daha fazla daireden kira geliri elde ederek artmaz” diyen Yılmaz’a göre Türkiye’nin yeni yüzyılında imar rantı da vergilendirilmeli:
Fazlasıyla vergilendirilmesi gerekiyor ki biz yeni, çağdaş kentler kurabilelim. AK Parti’nin topladığı 38 milyar dolarlık deprem vergisi ne oldu bunun hesabı verilmedi.
Emlak vergisi artırılmalı, daha fazla konut sahibi olan daha fazla vergi vermeli. Konut bir ihtiyaç ancak bunun 3’ü, 5’i, 10’u vergilendirilmesi gereken bir servete dönüşüyor.
Ben servet düşmanı değilim ancak bu boyutta serveti yaptığımız zaman hep birlikte yaşadığımız kentlerde olduğunu unutmamak lazım. Kentin de bir düzenleyici kurum çerçevesinde yönetilmesi gerektiğini bilmemiz lazım.
Strateji ve Bütçe Başkanlığı: 2 milyon 273 bin 551 kişi doğrudan barınma sorunuyla karşı karşıya
Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın 17 Mart tarihli raporuna göre 2021’de Türkiye genelinde hesaplanan konut sayısı 40 milyon 200 bin.
Depremden etkilenen 11 ilde bu sayı, 5 milyon 649 bin 317.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından yürütülen hasar tespit çalışması sonuçlarına göre acil yıkılacak, yıkık veya ağır hasarlı kategorilerine giren toplam konut sayısı 518 bin 9.
Orta hasarlı konut sayısı 131 bin 577 ve az hasarlı konut sayısı 1 milyon 279 bin 727.
Bu veriler ışığında deprem sonrasında 2 milyon 273 bin 551 kişi doğrudan barınma sorunuyla karşı karşıya.
Acil yıkılacak, ağır hasarlı veya yıkık konutlar bakımından hesaplanan hasar 822,9 milyar TL.
Orta hasarlı konutlar bakımından hesaplanan hasar ise 209 milyar lire. Buna göre toplam konut hasarı, 1 trilyon 031 milyar karşılığı 54,7 milyar dolar.
Yani 103 milyar dolarlık toplam kaybın yarısı sadece konuttan.
Milli gelir üzerindeki kayıp, yaklaşık 19 milyar dolar
600 binin üzerinde konut yapılmasının “çok büyük bir rakam” olduğunu söyleyen Prof. Dr. Kamil Yılmaz, “Bir binanın güvenli şekilde yapılması 1 yıldan daha uzun sürebilir Biz 650 bin tanesinin yapılmasından bahsediyoruz” dedi.
Yılmaz’ın açıklamasına göre depremin yarattığı toplam zararın yaklaşık 86 milyar dolarlık kısmı doğrudan yapı ve sermaye stoğu etkisi. Milli gelir üzerindeki kayıp, yaklaşık 19 milyar dolar.
2022’nin 46 milyar dolarlık turizm gelirlerinin ise yüzde 5 ila 10 arası kaybolacağını söyleyen Yılmaz, bu zararı da 4,6 milyar dolar olarak açıkladı.
Devletin sırtına 82 milyar dolarlık bir yük binecek
Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Kamil Yılmaz, bu yükü sektörel olarak kimin taşıyacağını konuşmasında paylaştı.
“Doğrudan enkazda eşya ve taşıt kaybı olan, sigortalanmamış da olsa sigortalanmış da olsa devlet bu kaybı geri vermeyecek. Az hasarlı konutların onarımın büyük bölümünü kişiler kendileri yapacak” diyen Yılmaz, “Bunları dahil ettiğimde özel sektörün sırtına 21 milyar dolarlık yük çıkıyor. Devletin sırtında ise 82 milyar dolarlık bir yükten bahsediyoruz” değerlendirmesini yaptı.
"Türkiye'deki sigorta şirketleri de yurt dışından sigorta hizmeti alıyor"
Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) sigortası ve özel sigortaların halkın konutlarını sigortaladığını hatırlatan Yılmaz, “Ancak onlar da bu sigortaları reasüransla yani yurt dışından bir firmayla sigortalıyorlar ki deprem gibi ani bir talep karşısında gidip yurt dışına o kaynaklardan finanse edebiliyorlar” dedi.
Yılmaz’ın açıklamasına göre Türkiye’nin reasüransı yüzde 80’i bulabiliyor. O anlamda yükün önemli bir kısmı yurt dışından geliyor.
DASK’ın deprem bölgesindeki kapsama alanının çok büyük olmadığını söyleyen Yılmaz, “DASK’ın websitesinde yer alan rakam yaklaşık 1 milyon 34 bin konut. Bölgede hasar alan bina sayısı yaklaşık 2 milyon. Toplam konut sayısı ise 4 milyonun üzerinde. DASK’ın kapsamı bu anlamda yüzde 25 civarında. DASK’ın verdiği para 320 bin lira maksimum. 25 Kasım’dan sonra zeyilname yaparsanız 640 bin liraya kadar çıkabiliyor. Bunların hepsi toplam maliyeti kapsamaktan uzak” değerlendirmesini yaptı.
Yüzde 6 ila yüzde 7 bütçe açığı
Devletin taşıması gereken yüzde 9’luk maliyetin bir kısmının vergilerle karşılanacağını söyleyen Kamil Yılmaz, şöyle devam etti:
Üç yıllık döneme baktığınızda bunun bir kısmı vergi ile karşılanır. Hükümetin bu kadar genişlemeci politikaları düşünüldüğünde, sanayinin ve bankacılık kesiminin geçen yılki performansı düşünüldüğünde. kurumlar vergisi gibi gözüküyor. Buradan yüzde 2 - 2,5’luk bir gelir elde edilebilir ama geri kalan yüzde 6’lık 7lik bölüm doğrudan bütçe açığı demek. Bu bütçe açığının finanse edilmesi borçlanma ile mümkün.
"İlk çeyrek büyümesini yüzde 2,5 ila yüzde 4 aşağı çekecek"
Hükümetin son 18 aydır yürüttüğü para ve maliye politikaları için “akla ziyan politikalar” diyen Yılmaz, “Krizin üstüne deprem de eklendi. Bu politikaları AK Parti yeniden seçilip devam ettirirse bir darboğaza girmemiz kaçınılmaz” şeklinde konuştu.
“AK Parti’nin politikaları neye dayanıyor?” sorusunu soran İktisat Profesörü, şöyle devam etti:
Tamamen yabancı sermayeyi dışlamış durumdayız. Uygulanan politikalarla kambiyo rejimini yarı kapalı kambiyo rejimine getirmiş durumdayız.
İnsanlar döviz almasın diye her türlü kısıt getiriliyor şu anda. Bunu devam ettirmeleri durumunda bu maliyetleri karşılamak için kambiyo rejimini tamamen kapatmak zorundalar.
Ne demek bu? 89 öncesine geri döneceğiz demek. Bu politikalarla bu deprem faturasını sürdürmemiz mümkün değil.
Bir zaman yurtdışından çektiğimiz 60-80 milyar dolar vardı. Şu anda bizim 40-50 milyar dolar üzerinde dışarıdan sermaye bulmamız lazım.
AK Parti nereden buluyor sermayeyi? Hazine ve Maliye Bakanı Suudi Arabistan’a gidiyor, bir başka bakan Birleşik Arap Emirlikleri’ne gidiyor. Bir başkası Rusya’ya gidiyor. Kapı kapı dolaşıyoruz. 3 milyar dolar o veriyor, 5 milyar dolar diğeri veriyor. Biz bununla seçime kadar devam ediyoruz. Seçim sonrası ne olacak bilmiyoruz.
Yılmaz’ın hesaplamalarına göre deprem, ilk çeyrek büyümesini yüzde 2,5 ila yüzde 4 aşağı çekecek. Bu durum, ikinci çeyreğe de sarkabilir.
Ancak iktidarın değişmesi ve kaynak bulunması durumunda yapılacak harcamalar olumlu etki bırakabilir. Tek koşulu da finansmanın uzun vadeli olması.
Kilometrekareye düşen insan sayısı deprem bölgesinde 140, İstanbul'da 3 bin
Deprem bölgesindeki yedi ilde kilometrekareye düşen insan sayısının 140, İzmir’de 370, İstanbul’da ise 3 bin 60 kişi olduğunu söyleyen Kamil Yılmaz, “İstanbul depremi bizi ekonomik olarak çöküntüye uğratır. İstanbul depremini kaldıracak gücümüz yok” dedi ve ekledi:
İnsanlar on yıllar boyunca çadır kentlerde yaşasın demiyorum. Ancak o bölgeyi bilim insanlarıyla beraber aklın bilimin ışığında çağdaş, doğayla uyumlu bölge olarak ayağa kaldırabilirsek bu diğer bölgelere örnek olabilir. Çok hızlı inşaat, binaları yanlış yerlere, tarım arazilerine üstü üste yaparsak bunlar yanlış politikalar.
"Bize hesap veremeyen siyasetçiler olduğu için biz bu enflasyonu 25 yıl yaşadık"
“Biz siyasi elitlerimizi, bizi yönetenleri denetleyemiyoruz. Parlamenter sistemde de böyleydi. Son 4-5 yılda daha da kötüsü oldu. Bizi en üstte yöneten kişi, kimin istifa edeceğine de karar veriyor” diyen Kamil Yılmaz şöyle devam etti:
Bize hesap veremeyen siyasetçiler olduğu için biz bu enflasyonu 25 yıl yaşadık. 2001 krizi, Türkiye’yi uçurumun eşiğine getirdi. Biz uçurumun eşiğindeyken IMF, Dünya Bankası ve diğerleri, “Bu enflasyonu düşüreceksiniz ya da ben para vermem” diyordu.
Derviş reformlarından sonra iktidara gelip enflasyonu düşürmekle övünen AK Parti, bugün gördüğümüz enflasyonu tekrar yarattı.
Türkiye’nin yapısal reformları tek başına yapabilme kapasitesi yok. Nedeni de yapısal reformların getirisi uzun vadede, götürüsü, maliyeti kısa vadede.
Kısa vadede kimse o maliyete katlanmak istemiyor. “Uzun vadeye gerek yok, kısa vadede çözüm buluruz” deniyor.
Bizim ayakta duran binalar kadar, ayakta duran sağlam kurumlara ihtiyacımız var.
© The Independentturkish