Devlet enkazda kaldı

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

6 Şubat Pazartesi günü sabaha karşı 04.17'de deprem gerçekleşti ve salı günü akşama doğru saat beş buçuk gibi devlet bana ulaştı!

Evet, ikamet adresime polis hızla ulaşıp beni sordu. Orada değildim. Bir ihtimal arama kararı çıkarmışlardır.

Peki, niye, biliyor musunuz?

Depremin ardından devletin öylece kalakaldığını görünce sinirlerim tepeme çıktı ve sosyal medya hesabımdan şöyle yazdım:

'Deprem vergilerine ne oldu?' diye soracağım ve muhtemelen yine hapse atacaklar. Olsun. Depreme karşı 20 yıldır doğru dürüst tek önlem almayan iktidar esas suçludur, bunu hepimiz biliyoruz.


İşte bu yazdıklarım nedeniyle kapıma polis dayanmış!

Suç ne?

Mutlaka bir suç uydurulacaktır...

Ne suç icat ederlerse etsinler, yazmaya ve konuşmaya devam ediyorum.

Çünkü bu ülkede yapılan her şey giderek daha da saçmalaşmaya başladı.

Bundan önceki son videomuzu, "Şimdilik herkes aklına mukayyet olsun" diye bitirmiştim.

Yaşadığımız deprem felaketinin ortaya çıkardıklarından sonra, "Salın gitsin" diyorum.

Böyle bir ülkede, böyle bir idare altında kimse aklına mukayyet olamaz.
 


Depremin ertesi günü vatandaşın kapısına polis yollayabilen devlet, depremin üzerinden iki haftadan fazla zaman geçmişken depremzedelere çadır yollayamıyor!

Daha ne diyeyim?!

Bakın, yolsuzluğa batmış bir iktidar olabilirsiniz fakat tüm doğal felaketlere anında müdahale etmesi beklenen bir afet kuruluşunun başına bir imam atayamazsınız!

İlla kıyak maaş, lüks makam aracı, aklımıza bile gelmeyen imtiyazlar vermek istediğiniz isimler olabilir, Diyanet'in her tarafını tıka basa böyle tiplerle doldurduysanız bile, gerisini beceri gerektirmeyen bir takım makamlara atarsınız.

AFAD gibi bir kuruma yerleştirebileceğiniz, az buçuk becerikli, mühendis kafalı bir yandaşınız mutlaka vardır! Kıyak yapacaksanız, en azından öyle birine yapın, bari bir işin ucundan tutsun.

Yok... Halkla dalga geçer gibi hareket ediyorlar.

Diploma sahtekarlığı yaptığı Yargı tarafından tescillenen ilkokul mezunu bir güreşçiyi kamu bankasının yönetimine getiriyorlar.

Mimarlık fakültesine ilahiyatçı dekan atıyorlar.

Bilime düşmanlar. Bilimi yenmek istiyorlar.

Herhangi birini her şey haline getirebileceklerini kanıtlamak için çok acayip insanları çok acayip yerlere atıyorlar.

Belediyenin mezbaha sorumlusundan yangınlarla kavrulan Muğla'ya il orman müdürü yapıyorlar, Yeliz'den milletvekili, makaracı Egemen'den diplomat yaratıyorlar!

Mutlak hakimiyetlerini kanıtlamak istercesine, Caligula lakaplı Roma İmparatoru Agustus Germanicus'un izinden gidiyorlar.

O Roma imparatoru ne yapmıştı biliyor musunuz? Atını, evet, bildiğiniz beygirden söz ediyorum, atını Roma senatörü ve konsül ilan etmişti!

Bizde bu işe çeyrek kaldı.

Allah'tan Tayyip Bey'in tanıdığı tek at olan rahmetli Cihan onu tepesinden atmıştı. Bu sebeple bir atı bakan yapabileceğine pek ihtimal vermiyorum.

Ama giderayak ne sürprizler icat edecek, açıkçası endişeliyim...

***

İnsanların hayatlarını 'kader' falan değil, yaptıkları tercihler belirliyor.

Bizden 24 senedir deprem vergisi alındı ve bu paralarla ülkeyi deprem tehdidine hazırlayacaklarını söylediler.

Hiçbir şey yapmadıkları acı bir biçimde açığa çıktı.

Zaten deprem toplanma alanlarını alışveriş merkezlerine peşkeş çektiklerinde bu işlere az buçuk kafa yoran herkes ne biçim bir felakete sürüklendiğimizi anlamıştı.

Şimdi herkes çaresizce büyük İstanbul depremini beklemeye başladı...

'Çaresizce' diyorum çünkü bu iktidarın yaptığı, yapacağı hiçbir şey yok.

Gözümüzün önünde devletin kasası boşaltıldı ve depremin hemen ardından devletin ilk yaptığı iş SMS atarak halktan AFAD'a, Kızılay'a yardım istemek oldu.

Konsolosluklar bir de Diyanet Vakfı'na yardım istedi!

İnanılır gibi değil ama öyle!

Niye Diyanet Vakfı'na deprem bağışı talep ediyorlar?

Bir münasebetsiz çıkıp, "Evlat edindiğiniz depremzede çocuklarla evlenmenizde sakınca yoktur" diye fetva vermesi için mi?

Evet, bu da oldu...

Öfkelisiniz değil mi? Öfkelenin ve asla unutmayın...

***

Çok açık söyleyeyim, halkın yarasını yine halk sardı; eğer depremin ardından hemen organize olup bölgeye yola koyulan gönüllü kuruluşlar, tek tek gönüllüler ve halkın bölgeye akan yardımları olmasaydı yaşam kayıpları çok daha büyük olacaktı.

Ama yine de yetmedi.

On binlerce insan enkazlara kimse ulaşmadığı için hayatını kaybetti. Enkazlardan gelen sesler bir bir kesildi. Zamanında müdahale olsaydı on binler kurtulabilirdi.

Bu acı gerçeği hepimiz biliyoruz.

Bırakın acil müdahaleyi, deprem bölgesinde hâlâ çadır yok, tuvalet yok, en temel hijyen ihtiyaçları karşılanamıyor.

İktidar ne yapıyor?

Para topluyor!

O toplanan paranın da bir günde boyası döküldü.

İnanılır gibi değil.

Millete söven Mehmet Cengiz canlı yayına bağlanarak depremzedeler için 3 milyar lira bağış yaptığını açıklıyor, ertesi gün Cengiz Holding'e 3 milyar lirayı da aşan teşvik kararı açıklanıyor!

Bunun üzerine daha ne konuşacağız?

***

Kimse devlet kurumlarına güvenmiyor.

Depremin ilk gününden beri yardımlarını devlet kurumlarına kaptırmadan bölgeye ulaştırmak istediğini söyleyen bir sürü telefon aldım.

Benzer mevzuları herkes biliyor.

Sadece bu utanç bile birilerinin istifa etmesi için yeterli değil mi?

Yok, on binlerce ölü var, devletin valisi çıkıp verilen rakamların dört beş katına çıkabileceğini itiraf ediyor, kayıpların çok önemli bir kısmı müdahale edilememesinden, doğru dürüst hiçbir hazırlık olmamasından kaynaklanıyor ve tek bir istifa haberi gelmiyor...

Ne yapıyorlar?

Bu manzaraya isyan eden vatandaşların kapısına polis yollayıp gözaltına alıyorlar!

***

Yahu, hakikaten inanılır gibi değil.

İktidarın küçük ortağı Devlet Bahçeli, iki hafta sonra gittiği deprem bölgesinde yaptığı ilk açıklamada, depremi, "Mucizelerle anlam kazanmış, içinde sır olan bir olay" diye tanımlıyor.

Vallahi ne diyeyim, esas mucize ve sır, orada yan yana duran Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli'nin milyonlarca insanın kaderine hükmediyor oluşudur, başka bir şey değil!

Ülkede on binlerce insanın hayatını kaybetmesinin baş sorumluları hâlâ halkı tehdit ediyor. Sır budur.

Bunların aklı öyle bir akıl ki, depremin ardından yaptıkları ilk iş üniversiteleri fiilen kapatıp yurtlara el koymak oldu.

Yatılı Kur'an kursları, tarikatlara ait binlerle ifade edilen yurt hiç akla gelmiyor, üniversitelerin eğitimi durduruluyor.

Öyle ya, tıp ya da mühendislik öğrencileri yüz yüze eğitim yapmasa da olur!

Bize bilim, fizik, tıp, mühendislik falan lazım değil. Enkaz altında ölümü beklerken kendimiz için okunan selaları dinleyeceğiz nasıl olsa!

Durumumuz tam olarak budur. Bu devleti bir enkaza çevirdiler ve hepimiz o enkazın altındayız.

O yüzden artık kimseye akıl sağlığı dilemiyorum.

Koyverin gitsin. Hepiniz başınızın çaresine bakın.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU