Bu alınmış karar tarihin akışında basit bir noktadır. Böyle bir kararın yürürlüğe girmesiyle Türkiye'deki halkımızın muazzam bir bölümünün partisi olan Refah Partisi ve onun davası bu kararlardan zerre kadar etkilenmez. Daha önce de ifade etmiştim, bu kabîl kararlardan bir tek sonuç çıkar, o da refah inancının tek başına iktidarı.
Necmettin Erbakan
16 Ocak 1998 tarihinde feshedilen Refah Partisi’nin Genel Başkanı
Devletin niteliklerinin belirlendiği anayasanın 2. maddesinde de açıklandığı gibi Türkiye Cumhuriyeti Atatürk milliyetçiliğine bağlı demokratik, laik bir sosyal hukuk devletidir. Din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi olan laiklik, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel dayanaklarından biridir, bu ilkeye aykırılık anayasa ve siyasi partiler yasasında partileri kapatma nedeni sayılır. Toplanan delillerden Refah Partisi'nin laik cumhuriyete aykırı eylemlere saptandığından kapatılmasına karar verilmiştir.
Ahmet Necdet Sezer
16 Ocak 1998 tarihinde Anayasa Mahkemesi Başkanı
I. Meşrutiyet'in ilan edildiği 1876 tarihi dikkate alınırsa bu yıl itibarıyla Türkiye 147 yıllık; inişler çıkışlarla da olsa bir parlamento kültürüne sahip.
Hem ulusal hem yerel siyaset alanında ise memleket çok sayıda siyasi yasak kararına tanıklık etti.
Bu tanıklıklar ışığında demokrasisi zedelendi.
Son olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na yönelik siyasi yasak kararı tartışılıyor.
İmamoğlu'na Yüksek Seçim Kurulu (YSK) üyelerine hakaret ettiği iddiasıyla yargılandığı davada 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası verilmişti.
Kamuoyunda "Ahmak Davası" olarak bilinen davaya yönelik kararın kesinleşmesi için istinaf mahkemesi ve Yargıtay süreçlerinin tamamlanması gerekiyor.
Siyasi yasaklar ve beraberinde getirdikleri
Elbette siyasi yasaklar meselesi Türkiye için yeni bir kavram değil.
Anayasada Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından "Bir siyasi partinin tüzüğü ve programının 68. maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı bulunması halinde temelli kapatma kararı verilir" deniyor.
AYM, temelli kapatma yerine siyasi partinin devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına karar verebiliyor.
14 Mart 2008 tarihinde de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği iddiasıyla AK Parti'nin kapatılması istemiyle AYM'ye başvurmuştu.
30 Temmuz 2008'de 6 üye kapatılması, 5 üye kapatılmaması yönünde oy kullanmış, hazine yardımının kesilmesi hakkındaki oylamada 11 üyenin 10'u kesilmesi yönünde görüş belirtmişti.
Bu, bir anlamda AK Parti için milattı.
2010 yılının nisan ayında iktidar geçirdiği yasa ile siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştırdı.
İmamoğlu davasında mevzu bireysel gibi görünse dahi ülke tarihinin en kritik seçimlere çeyrek kala Cumhurbaşkanı Erdoğan, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'na açılan ve birçok hukukçunun "zorlama" olarak nitelediği davayı destekler pozisyonda görünüyor.
Bir taraftan sandığa yine kısa süre kala HDP'nin kapatılması davası öylece ortada duruyor.
Cumhur ittifakı ortağı, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de bu kapatma davasının bir anlamda öncülüğünü yapıyor.
Hatta AYM için "Anlaşılan odur ki, Türkiye’nin terör ve bölücülükle mücadelesine Anayasa Mahkemesi duyarsız, ilgisiz ve açık ara mesafelidir, HDP'nin kapatılması kadar Anayasa Mahkemesi'nin de kapanması artık ertelenemez bir hedef olmalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesi'nin iade kararı milli vicdanda hükümsüzdür, Türkiye'nin var oluş haklarına sadece usul açısından değil, esastan da ileri düzeyde zarar vermiştir" yorumu yapıyor.
Muhalefetin nazarında bu açıklama siyaseten bir baskı ortamı oluşturulması hatta o atmosferin pekiştirilmesi ile eş değer.
1982 anayasası sonrası 21 siyasi parti kapatıldı
Türkiye'de aktif olarak çok partili hayata geçilen 1945 sonrası komünist ve/ya sosyalist eğilimli olduğu ya da dini siyasete alet ettiği gerekçesiyle kapatılan birkaç parti oldu.
1982 anayasasıyla birlikte ise 21 siyasi partinin kapısına kilit vuruldu.
Tüm bu kararlar demokrasinin sırtında çok ağır bir yük oluşturdu.
Söz konusu kapatılan partilerden bir kısmı yüzde 10 seçim barajını geçen ya da yüzde 5'in üzerinde oy alan İslami eğilimli partiler ile çoğunlukla Kürtlerin oy tercihini kullandığı siyasi partilerdi.
25 yıl önce bugün ise ülke, Refah Partisi'nin kapatılması ve lideri Necmettin Erbakan ile beraberindekilere getirilen yasak kararını konuşuyordu.
16 Ocak 1998: Refah Partisi'nin kapatıldığı gün
28 Şubat post-modern darbesinin en dikkat çekici sonuçlarından biri olarak 16 Ocak 1998'de Erbakan ve 6 siyasiye yasak getirilmiş, 6 buçuk milyon seçmenin partisinin kapısına kilit vurulmuştu.
Erbakan, kararın ardından çıkacak tek sonucun iktidarları olacağını söylemişti.
1969'da bağımsız milletvekili seçilerek adım attığı politikada sıklıkla siyaset yapması yasaklanan Erbakan için bu durum yeni değildi.
16 Ocak 1998'de duyurulan söz konusu kararın gerekçesi mi?
25 Şubat 1994'teki bir konuşmaya dayandırılmıştı.
Türkiye 27 Mart 1994'te düzenlenecek yerel seçimlere gidiyordu.
Refah Partisi Genel Başkanı Erbakan Bingöl'deydi.
Halka açık düzenlenen bir toplantı esnasında yaptığı konuşma davanın bir anlamda dayanağı olmuştu.
Erbakan hitabını gerçekleştireceği alana sabah saat 11.05'te gelmişti.
Kentteki temasları Bingöl Valiliği adına izleyen valilik görevlisi, Refah Partisi liderinin konuşmasının yaklaşık yarım saat sürdüğünü belirtip, hazırladığı resmi raporda siyasi ve ekonomik konulara değinildiğini, konuşmanın ise kanunlara uygun olarak yapıldığını ifade etmişti.
Milli Görüş liderinin beyanlarının temelinde esasen politika hayatının özü olarak kabul edilebilecek iki sözcük dikkat çekiyordu; "hak ve batıl".
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Erbakan buradan hareketle Bingöllü seçmenlerden bu ikisinin arasında bir tercih yapmalarını istiyordu.
Sonraları (26 Temmuz 2000) hem partisinin kapatılmasına hem siyasi yasaklı ilan edilmesine gerekçe oluşturan konuşma ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvuracak olan Necmettin Erbakan, AİHS'nin (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) ifade özgürlüğünü kapsayan 10. maddesinin ihlal edildiğini savunacaktı.
Erbakan, Bingöl'de yaptığı konuşmayı kabul etmiş ancak iddia edildiği gibi halkı kin ve nefrete tahrik edecek hiçbir hususun bulunmadığını ayrıca Türk mahkemelerine sunulan konuşma kaydının da içeriği tam olarak yansıtmadığını belirtmişti.
Bu sebeple Bingöl mitingindeki açıklamalarının aleyhinde delil olarak kullanılamayacağını, olayın üzerinden 5 yıldan fazla süre geçmiş olduğundan ise mevzunun zaman aşımına uğradığını öne sürmüştü.
Erbakan'a ithaf edilen konuşmanın özeti genel hatlarıyla Refah Partisi ve diğer siyasi oluşumlar arasındaki farka işaret eder nitelikteydi:
Birinci gerçek şu; artık bu ülkede 12 tane parti yok. İki tane parti var. Hak ve batıl. Hakkı temsil eden Bingöllü kardeşimin imanını temsil eder. Onun kendi partisi, bu partinin adı Refah Partisi’dir. Peki öbür parti hangisi? Diğerleri, diğerleri ne demek diğerleri? Refah Partisi’nin dışındakilerin hepsi batıldır, hepsi bir tek parti sayılır. Çünkü bunlar gavur aşığı, bunlar bağımsız değil, batıya bağlı, talimatı oradan alıyorlar, bizim halkımızı eziyor. Bunların hepsi faizci, hepsi sömürücü, hepsi ezici ve de üstelik 'Biz İslam alemini bırakacağız, Hristiyanlarla beraber olacağız, kanunlarımızı gavurlar yapacak, bizi onlar idare edecek' diyorlar. O meclis yarın inananların eline geçecek, bütün bu haklar kan dökülmeden verilecek, işte güzel yol bu. 27 Mart'ta Allah’ın izni ile bunu yapacağız ve kurtulacağız. Oyumuzu Refah Partisi’ne vermekle bir taşla iki kuş vuracağız. Birincisi ülkeyi felaketlerden kurtaracağız, ikincisi Hristiyanlara uşak olmayacağız, dünya İslam birliğini kuracağız.
Sonuçta Erbakan, 5 yıllık siyasi yasağın ardından yeniden siyasete dönebildi.
Refah Partisi'nin ardından kurulan Fazilet Partisi iktidara gelmedi ama o partinin içinden çıkan yenilikçilerin kurdukları AK Parti Türkiye'yi son 20 yıldır yönetiyor.
Bir başka deyişle Erbakan'ın "tek başına iktidar" söylemi bir başka şekilde yerini buldu.
Dönemin Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Ahmet Necdet Sezer, dava öncesi yaptıkları ön incelemede kapatma davasıyla suçlanan siyasilere verilecek cezanın, davadan sonra verilmesine karşı oy yazısı yazıp siyasilere cezanın hemen verilmesi gerektiğini savunmuştu.
16 Ocak 1998'de ise daha sonra Çankaya'ya çıkıp hem yüksek yargı organı başkanlığı hem devlet başkanlığı yapmış tek kişisi olarak adını ülke tarihine yazdıracak olan Sezer, Refah Partisi'nin kapatılması kararını okuduğunda bu durum Erbakan için yeni değildi.
1971 Nisan'ında ihtilal yönetiminin de baskısıyla lideri olduğu Milli Nizam Partisi (MNP) kapatılmıştı.
6 Eylül 1980'de Milli Selamet Partisi'nin (MSP) lideriyken Konya'da düzenlenen Kudüs Mitingi'nde İstiklal Marşı'nın protesto edilip şeriat sloganlarının atılması ve Arapça pankartlarla yürüyüş yapılmasının ardından yine benzeri bir durumla karşılaşmıştı.
100 bini aşkın insanın katıldığı mitingin 12 Eylül askeri darbesinin gerekçelerinden biri olduğu açıkça ortadaydı.
Her ne kadar MSP Genel Sekreteri Oğuzhan Asiltürk, Kudüs Mitingi'nin MSP tarafından düzenlenmediğini ve İstiklal Marşı okunurken kimsenin yere oturmadığını söylese de; MSP Konya Senatörü Ahmet Remzi Hatip ile MSP Genel Başkan Yardımcısı Şener Battal'ın aksi yöndeki uyarılarına karşı belirlenmiş sloganlar haricinde alanda "Dinsiz Devlet Yıkılacak Elbet", "Şeriat İslam'dır, Anayasa Kur'an'dır", "Komutan Erbakan Akıncı Asker" gibi sloganların atıldığı vakiydi.
12 Eylül darbesinin sebeplerinden biri olarak görülen bu miting sonrası Erbakan, laikliğe aykırı davranma suçlamasıyla tutuklanmış, 1982 Anayasası gereğince 10 yıl siyaset yasağı almıştı.
12 Eylül'ün zapturapt altına aldığı siyaset ve kerhen referandum
ANAP'ın düşüşünün başlangıcı olarak da kabul edilen ve Turgut Özal'ın kerhen gittiği 6 Eylül 1987'deki halk oylaması sonucu siyasi yasakların kalkmasıyla Erbakan yeniden siyasete geri dönmüştü.
1995 genel seçimlerinde tekrar Konya'dan milletvekili seçilip meclise girdi Erbakan.
Bu kez Refah Partisi ile seçimlerde yakaladığı yüzde 21,7 oy oranı ile birinci olup 7 Temmuz'da meclisten aldığı güvenoyuyla başbakanlık koltuğuna oturdu.
Şurası tartışmasız bir gerçek ki; Türkiye’de yaşanan askeri darbeler ve müdahaleler sonucunda meclis ve siyasi partiler ya kapatıldı ya zarar gördü.
Demokrasi ve siyasi partilerin bir türlü kurumsallaşamaması kitlelerin partiden çok bir liderin peşine düşmelerini getirdi.
12 Eylül 1980 darbesinde de askeri yönetim, meclisi ve siyasi partileri feshetti, 1982 Anayasası'na eklediği geçici bir maddeyle 12 Eylül öncesi politikacılarına siyaset yasağı getirdi.
Bir başka deyişle Erbakan yalnız değildi.
Evren'in yasakladıkları: Ecevit, Demirel, Erbakan, Türkeş
1971'deki askeri müdahaleden farklı olarak cuntanın liderliğini yaptığı Milli Güvenlik Konseyi (MGK), hükümeti ve TBMM'yi feshedip, tüm yurtta sıkıyönetim ilan etmiş ve tüm siyasi partileri kapatmıştı.
Kenan Evren, başlangıçta siyasi yasak koymayı düşünmediklerini ancak Demirel ve Ecevit’in davranışlarının bu durumu zorunlu kıldığını anılarında ifade etmişti.
Zira Evren'in gözünde askeri müdahalenin üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra hem Ecevit hem Demirel gizli kapaklı faaliyetlere girişmişlerdi.
Demirel, Güniz Sokak’taki evini bir tür parti genel merkezi gibi kullanıp sabahtan akşama partilileriyle görüşmüş Ecevit ise yine Evren'e göre sırf askeri rejim ile mücadele etmek için haftalık "Arayış" isimli bir dergi çıkarmıştı.
İki liderin Batı devletlerin temsilcileri ve medyasıyla görüşüp verdiği beyanatlar cuntayı rahatsız etmişti.
3 Nisan 1982 günü yasaklı siyasi parti genel başkanları için "Zannediyorlar ki; yeni partilerin kurulmasına müsaade edildikten sonra isim değiştirilmiş olarak yeni partilerin başına geçecekler, bu lider kadrolar kendilerine körü körüne bağlı kişileri alıp başa geçirecekler, ipler kendi ellerinde olarak bu partileri yönetecekler. Ondan sonra bir müddet sonra da bunlar idareyi ele alacaklar. Bu çok tatlı bir hayal. Biliyorsunuz hayalle yaşamak çok tatlı bir şey" diyordu Evren.
Nitekim, tatlı hayallerin bile gerçek olabileceğini kestirememişti cuntanın lideri.
Siyasi yasak ve kapatmalardan en çok Kürt partileri etkilendi
Türkiye'de kapatma davalarından en fazla etkilenen partiler ise 1990'da kurulan Halkın Emek Partisi (HEP) ile devamındakiler oldu.
HEP barajı aşamayacağı öngörüsüyle 1991 seçimlerinde Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) listesinden 21 kişiyi TBMM'ye soktu.
Ardından 21 vekil, HEP'e geçti.
Kasım 1991'de TBMM'deki yemin töreninde Leyla Zana'nın Kürtçe konuşması HEP'i kapatmaya götüren sürecin başı oldu.
"Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozma amacını taşımak" ve "Yasaya aykırı siyasi faaliyetlerin mihrakı olmak" gerekçesiyle kapatma davası açıldı.
1993'te parti kapatıldı.
18 vekil partinin kapatılma ihtimaline karşı kurulan Demokrasi Partisi'ne geçti.
3 Mart 1994'te Orhan Doğan, Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Hatip Dicle'nin de aralarında bulunduğu çok sayıdaki Demokrasi Partisi (DEP) milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırıldı.
Orhan Doğan'ın parlamento kapısı önünde başına bastırılarak polis aracına bindirilmesi unutulmadı.
Parti, bu olaylar sonrası Haziran 1994'te kapatıldı.
1994'te onun yerine kurulan Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) 1995 seçimlerinde 1 milyon 171 bin 623 oy aldı.
Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgesi'nde bulunan 11 ilde birinci parti çıktı.
Yerel seçimlerde ise yedisi il olmak üzere 37 belediye başkanlığı kazandı.
O da benzer gerekçelerle Mart 2003'te kapatıldı.
Üyelerine 5 yıl süreyle siyasi yasak getirildi.
HADEP kapatılmadan kurulan Demokratik Halk Partisi'nde (DEHAP) siyasete devam eden partililer, 2002 seçimlerinde 2 milyona yakın oy alarak oy oranını yüzde 6,21'e yükseltti.
2005'te kendisini feshedip aynı yıl kurulan Demokratik Toplum Partisi'ne (DTP) katıldı.
2007 genel seçimlerine yine barajı aşamama öngörüsüyle bağımsız aday olarak katılan 21 siyasetçi, TBMM'ye girdikten sonra DTP'ye geçti ve partinin ilk kez meclis grubu oldu.
DTP Van İl Başkanı'nın aynı yıl içindeki "Bizim PKK ile organik değil, duygusal bağımız var" beyanının ardından aynı yıl kapatma davası açıldı.
Sonrasında BDP ve HDP kuruldu.
HDP'nin eski eş başkanları Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş 2016'dan bu yana tutuklu.
HDP'ye yönelik kapatma davası ise sürüyor.
Yasaklananlar nasıl kazandı?
Aslına bakılırsa demokratik rejimlerle yönetilen ülkelerde sorunların üstesinden gelmek için başvurulacak yöntem ne sihirbazlar ne mucize karışımlar...
Sistem ihtiyacı olan merhemi de gerek duyulan siyasetçiyi de kurumsallaşmanın beraberinde getirdiği artı değerler eşliğinde gerektiği zaman çıkarma imkanına
sahip.
Ancak bu demokrasisi askeri darbeler ve siyasi yasak kararlarıyla leke almış Türkiye için daha zor oldu.
İktidar-muhalefet arasındaki rekabetin "yasaklamalar" üzerinden üretilen siyasalar ülke ve toplum çıkarlarına demokratik bir katkı sağlamadı.
Bir başka gerçek ise Türkiye'de siyaset yasağı alan pek çok ismin sonraki senelerde siyaset arenasında daha etkin hale geldiği.
Cumhurbaşkanı, başbakan veya bakan olarak ülke yönetiminde görev aldıkları...
1987'de yasakların kaldırılması sonrası düzenlenen 1991 seçimlerinde Süleyman Demirel'in liderliğinde ve "Nerede Kalmıştık?" sloganıyla yola çıkan Doğru Yol Partisi iktidar oldu.
Bir kez daha başbakanlık koltuğuna oturan Demirel daha sonra cumhurbaşkanı seçildi.
Siyasi yasaklılardan Deniz Baykal CHP'nin Genel Başkanı ve başbakan yardımcısı oldu.
Alpaslan Türkeş MHP'nin, Necmettin Erbakan RP'nin, Bülent Ecevit DSP'nin genel başkanı oldu.
Erbakan ve Ecevit de başbakanlık yaparken, Hüsamettin Cindoruk TBMM Başkanlığı'na seçildi.
MGK'nın veto ettiği SODEP'in seçime girmesi engellendi ancak daha sonra SHP'nin Genel Başkanı olan Erdal İnönü, başbakan yardımcılığı görevini üstlendi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da siyasi yasağa takılanlardandı.
6 Aralık 1997'de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıyken Siirt mitinginde okuduğu şiir nedeniyle "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği" gerekçe gösterilerek 10 ay hapse mahkum edildi, İstanbul Belediye Başkanlığı görevi sona erdi.
Daha sonra AK Parti'yi kurdu ve CHP'nin verdiği destek ile hakkındaki yasak kaldırınca, "Muhtar Bile Olamaz" manşetlerinin atıldığı Türkiye'de önce başbakanlık sonra cumhurbaşkanlığı yolu açıldı.
Kuşkusuz Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı iktidara getiren etkenler arasında askerin 28 Şubat'ta bin yıl süreceğini tahayyül ettiği siyasete müdahalesi vardı.
Türkiye'de yıllar yılı İslamcı siyasetin önderi ve Erdoğan'ın hocası Necmettin Erbakan'ı istifaya zorlamasına tepki Erdoğan'ın da ilerleyen yıllarda yolunu açacak etkenler arasında sayıldı.
Kuruluşundan 14 ay sonra iktidara gelen AK Parti gücünü 27 Nisan 2007'de cumhurbaşkanı seçimlerine e-muhtıra ile müdahalesi karşısında duruşuyla kuvvetlendirdi.
Siyasi yasaklara siyasi partilerin ideolojileri nedeniyle kapatılmasına karşı duracağını söyleyerek iktidara geldi AK Parti.
Yasaklar kimseye yaramadı ama ülkenin siyasi tarihi boyunca hiç de eksik olmadı.
Uzun lafın kısası Türkiye'de seçmen iradesine müdahale edilmesini hiçbir zaman affetmedi.
27 Mayıs'ta askerler Demokrat Parti iktidarını devirip, ilerici bir anayasa yaptı ama ilk serbest seçimde DP'nin devamını niteliğindeki Adalet Partisi tek başına iktidara geldi.
12 Mart 1971 muhtırasıyla Demirel hükümeti devrildi, 1961 anayasası değiştirilerek sola darbe vuruldu, CHP'nin yeni lideri Bülent Ecevit 1973'te iktidara geldi.
12 Eylül darbesi yapıldı, 1983 seçimlerinde Evren'in işaret ettiği partiler yerine halk Turgut Özal'ın ANAP'ını iktidara taşıdı.
12 Eylül’ün siyasi yasak getirdiği liderler 1987 referandumuyla yeniden siyasete geri dönebildi.
28 Şubat 1997 müdahalesi için de bir benzeri geçerli oldu.
2002 seçimlerinde iktidardan ayrılmak zorunda alan RP’nin içinden çıkmış ve cezaevine gönderilmiş Erdoğan liderliğindeki AK Parti tek başına iktidara geldi.
Ve arada çeyrek asır geçmişken Türkiye yine yeniden siyasi yasakları tartışıyor, konuşuyor, siyaset hukuğu bir kez daha yontmaya çalışıyor.
Belki de ünlü tarihçi Eric Hobsbawm'ın yazdığı gibi...
"Geleceğe tarihin dışında bakan herkes hem kör hem de tehlikeli"...
Ne demişti 25 yıl önce Refah Partisi'nin lideri?
"Milletimiz sağduyu sahibidir, her şeyi çok iyi değerlendirir. Hele haksızlıklara, mağduriyetlere karşı fevkalede duyarlıdır. Daima haksızlığa uğrayanların yanında yer almıştır. Bir daha böyle ülkemizde vahim hukuki hatalar yapılmasın diye."
© The Independentturkish