Karamsarlığın olduğu yere gelin, Schopenhauer'a gelin

İçinde yaşadığımız kasvetli zamanlar, başlangıçları düşünmek ve Schopenhauer'ın izinden gitmemek için ek bir nedendir

Fotoğraf: Wikipedia

Düşünün ki hayat ve dünyanın, kendileri ile başa çıkma konusunda bir tavsiye ve öğütler listesi ile sona eren bir tasviri ile karşılaşıyorsunuz ve bu tasvir diğer şeylerin yanı sıra şunu söylüyor:

Yaşadığımız bu dünya çok sefil ve üzücü bir yer. Hayata, her hayata gelince, ayrıntılarına girdiğimizde bize bir komedi gibi görünse de her zaman bir trajedidir. Biz insanlar onun sefaletinden ve acısından kaçamayız, çünkü bundan kaçınabilsek bile can sıkıntısı bizi pusuda bekliyordur.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Mademki hayat anlamsız ve yeryüzündeki her şey yok olmayı bekliyor, biz de maddi şeyler peşinde soluk soluğa koşmayı, daha fazla harcamayı ve yükselme arayışımızı durdurmaya çalışalım.

Bunun için doğal arzularımızı minimuma indirelim, acıdan kaçınmak için zevkten vazgeçelim, ruhani uygulamalarla daha fazla meşgul olalım, yaşam ve ölümün anlamları üzerinde düşünelim.

Çünkü ölüm fikriyle ve her şeyin öleceği gerçeğiyle uzlaşmalıyız. Yapabileceğimiz tek şey, sevdiğimiz kişi ve şey ile bağımızdaki geçici güzellik ve sevgiye değer biçmektir.

Ama onların gidişiyle yaşayacağımız şokun büyük olmaması için varlıklarına fazla bağlanmamız şartıyla.


Bunun nedeni, mutluluğun olumlu değil olumsuz olmasıdır ve en iyi ihtimalle, zevkleri ve sevinçleriyle değil, acıdan ne kadar uzak tuttuğu ile ölçülür.

Beklentilerimizi amansızca azaltmaya çalışalım, çünkü mutluluğa ulaşmanın en iyi yolu, onu aramayı bırakmak ve sadece mutsuzluktan kaçınmaya çalışmaktır.

Eski Stoacıların söylemlerinden çok da uzak olmayan bir şekilde, başımıza gelen talihsizliklere rıza göstermek için en kötüsünü beklemenin her zaman daha iyi olduğunu söylemeliyiz.

Felaketleri önceden tahmin edersek, başımıza gelen felaketle beklentilerimize göre daha basit bir olaymış gibi yüzleşebiliriz.

Bu mütevazı sınırlar içinde mutluluk, ancak sahibinin ruhunda bulunur. Mutluluğu kendinde bulmak zor görünüyorsa, başkasında bulmak imkansız olacaktır.

Öte yandan gençler, yalnızlığı olabildiğince erken keşfetmeyi öğrenmeliler. Yalnızlık kaçınılmaz bir gerçektir, insan bunu ne kadar çabuk keşfederse, yalnızlık korkusundan o kadar çabuk kurtulur.

Bizi ümitsizliğe düşürmek isteyenlere gelince, önce biz ümitsiz olarak, hem de çok ümitsiz olarak onlarla yüzleşelim ki bu çabalarını boşa çıkaralım…


Korona pandemisinin, Ukrayna savaşının, ekonomik gerilemenin, milyonluk göçlerin ve ülkelerimizin ulusal çöküşünün yaşandığı bu kasvetli günlerde, insan, 19'uncu yüzyılda yaşamış ve bize yukarıdaki ve başka benzer türden onlarca öğüt ve tavsiyeleri vermiş olan Alman filozof Arthur Schopenhauer'ın cazibesi karşısında zayıf kalıyor.

Gerçek şu ki, varoluşçu felsefenin, özellikle de en karamsar kolunun babalarından biri sayılan, Tolstoy, Wagner, Nietzsche, Freud, Camus ve Thomas Mann çapında isimleri etkileyen Schopenhauer, bir şart, koşul veya ülke hakkında karamsar değildi.

Felsefi, tarihsel ve varoluşsal olarak hayatın kendisi hakkında karamsardı ve elbette bu karamsarlığı sağlam bir teorik temelden yoksun değildi.

Kendisini araştıran akademisyenlerden bazıları onu, kendisine saygı ve övgüde kusur etmediği Immanuel Kant ile kavgacı bir yorumcuya daha yakın görmüşlerdir.

Bunun nedeni, Kant'ın fenomenlerin ötesine geçen (nomenal) bir dünyada, yani şeylerin dünyasında bulunan şeylere ulaşamayacağımızı, gördüğümüz ve yaşadığımız dünyanın ise, zihnimizin kavrayabildiği ve düzenleyebildiği, uzaya ve zamana yayılmış, fenomenal, başka bir dünya olduğunu düşünmesidir.

Dolayısıyla Schopenhauer, gördüğümüz dünyayı nesnel olarak görmediğimizi, aksine dünyanın zihnimiz tarafından yapılmış (representation) anlamında bir temsil olduğunu varsayarak Kantçılığı tartışır.

Yani Schopenhauer göre öznesiz bir konu yoktur, eşyanın kendisi ise algı ve görüntülerden ibarettir. Bu nedenle dünya, ikili de olsa iki değil, tek bir dünyadır.

Schopenhauer o dönemde henüz tercüme edilmiş ve Hinduizm'in meditasyon ve ruhaniyetinin temeli sayılan bir metin olan Upanişad'ta teorisini destekleyen bir yan buldu.

Kant'a göre "Maya" fenomenal alemin karşılığı iken, "Brahman" öz benliğin gizlerinde yaşayan şeylerdir. Ancak Kant için konu ve özne nasıl bir ise, Upanişad’ta da anlayan ile anlaşılan birdir.
 


Schopenhauer'ın ikili tek dünyası, "irade ve temsildir", şeyin kendisi de dünyanın özünü oluşturan irade ya da o irrasyonel itici güçtür.

İrade, organik ya da inorganik, canlı ya da ölü her şeyin itici gücüdür. Ama bu irade aynı zamanda acımızın sebebidir, çünkü varlığımızı ve arzularımızı harekete geçirendir.

Bizde uyandırdığı arzular eylemlerimizi yönlendirir ve onları gerçekleştirme tuzağında hapsolduğumuz sürece onlardan kaçamayız.

Hayatın olumsuzlaması olarak intihar bile talep edene verilmeyen güçlü bir talebin ötesine geçmez.


İrade, inatçı, ısrarcı, yılmayan güçlü bir içgüdü olarak varlığımızın merkezinde faaliyet gösterir, dünya ise onun bir aynasından ya da aklımızın yarattığı bir temsilden başka bir şey değildir.

Bedenlerimiz onun bir tezahüründen ibarettir ya da bedenlerimiz ve irademiz bize iki farklı şekilde sunulan bir şeydir.

Beden temsil, irade doğrudan içsel deneyim olarak sunulmuştur. O dünyanın sonuçlarından biri değildir, aksine dünya onun sonuçlarından biridir.

Müminlerin inandığı gibi Allah'ın bir tecellisi değildir. Aksine, ne kutsal ne de hayırsever değil, şeytani bir güç olan kör bir itki gücü olarak onun tezahürüdür.

Schopenhauer'ın başka bir formülüne göre, insanın gerçek, bilinçlenmemiş ve yok edilemez gerçek iç doğasıdır. Schopenhauer’ın slogana dönüşmüş sözüyle:

Dünya benim temsilimdir.


Schopenhauer, bir irrasyonalist, Aydınlanma'daki gerilemenin bir ifadesi olmak, tasavvuftan etkilenmek, kırsal bir ruhani daire, anti-modern ve pre-kapitalist olmakla eleştirildi.

Bu eleştirilerin çoğu doğru eleştirilerdi. Ancak Schopenhauer’ın yaklaşımının genelliğine ve hayata yaklaşımında ona benzer olabilecek şeylere yönelik belki de en kapsamlı eleştiri, Hannah Arendt'in "İnsanlığın Durumu" adlı kitabında yazdıklarıydı.

Alman-Amerikan siyaset bilimci, ölümlerin ve sonların değil, doğumların önemli olduğu "doğum" (natality) kavramını ortaya attı.

Buna göre her doğum, bu dünyada yeni bir yolun ve yeni bir eylemin döşendiği yeni bir başlangıçtır.

Arendt doğru söylüyor, Arthur Schopenhauer ise uyduruyordu.

İçinde yaşadığımız kasvetli zamanlar ise, başlangıçları düşünmek ve Schopenhauer’ın izinden gitmemek için ek bir nedendir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Asasmedia

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU