44 günlük savaşın en azından son aşamasının ana aktörü olmayı başaran Rusya'nın devlet başkanı Vladimir Putin'in yönetmenliğinde 11 Ocak 2021'de başlayan yeni 'barış süreci'ni kah Moskova'dan kah Soçi'den ustalıkla yönetirken, rahmetli Selahattin Duman üstadımızın tabiriyle 'Hariciye kethüdası' Sergey Lavrov da Bakü'nün ve Erivan'ın yollarını birkaç kez ölçmüştü.
Aralık 2021'de Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Charles Michel'in devreye girmesiyle başlayan yeni süreç, gözlerin Brüksel'e de çevrilmesine neden olmuştu.
Diğer yandan, Washington ise kendi 'barış süreci' yol haritasını sunmuştu.
Geçen 6 Ekim'de Charles Michel'in inisiyatifiyle Prag'da gerçekleşen Aliyev-Paşinyan buluşmasının yanı sıra, Erdoğan-Paşinyan buluşması da gerçekleşince süreçlerin büyük ölçüde Brüksel'in inisiyatifinde yürüyeceğine ilişkin düşünceler oluşmuştu.
Ancak Vladimir Putin'in Valday'daki konuşmasının hemen sonrasında Azerbaycan ve Ermenistan liderlerini yeniden Soçi'ye davet etmesi sürecinin yeniden Rusya'nın egemenliğine geçtiğine dair kuşkular doğurdu.
Fakat ne ilginçtir ki, kasım ayı içinde gelişen olaylar süreci çok çok farklı noktalara götürdü:
Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev 7 Aralık'ta Brüksel'in girişimiyle yapılması planlanan buluşmaya gitmeyeceğini açıkladığı gibi, öncesinde ve sonrasında dışişleri bakanı da dahil olmakla Azerbaycan'ın üst düzey görevlileri Karabağ bölgesindeki Rusya 'Barış Gücü' askerlerinin (sayılarının 8-10 bin olduğu tahmin edilirken 4 bin kilometrekarelik Azerbaycan toprağını kontrol altında tutuyorlar) "Ermeni paramiliter güçlerini himaye ettiğini ve Laçın Koridoru'ndan silah sevkiyatına yardımcı olduğunu" açıklayınca işin rengi son iki senede asla olmadığı kadar değişti.
Öyleyse, ne oldu, ne oluyor, ne olacak?
Independent Türkçe'nin konuya ilişkin sorularını Bakü'den uluslararası ilişkiler ve askeri çatışmalar uzmanı Elhan Mehdiyev, şu şekilde yanıtladı:
Charles Michel'in arabuluculuğunda geçtiğimiz 6 Ekim tarihinde Prag'da gerçekleşmiş 'Barış görüşmeleri' dizisine katılmama kararı, Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev'in kendi ifadesiyle Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un bu görüşmeye katılacak olması. Ermenistan tarafı Prag buluşmasının inisiyatifinin Macron'dan geldiğini ifade ederken bir sonraki buluşmanın da 6 Ekim buluşması formatında gerçekleşmesi gerektiğini belirtti. Ancak özellikle 6 Ekim Prag buluşmasından sonra Emmanuel Macron'un toprakları 30 sene Ermeni işgali altında kalmış Azerbaycan'ı sert şekilde itham etmesi yetmiyormuş gibi, bir de Azerbaycan'ı 'Rusya'nın müttefiki' olarak nitelendirmesi (fiiliyatta Rusya'ya müttefik olan Ermenistan'dır) Fransa'nın bu sürece katılımının Azerbaycan için bir anlam ifade etmeyeceği gerçeğini ortaya çıkardı. Kuşkusuz bu tür bir pozisyonu benimsemiş bir ülkenin arabulucu rolüne soyunmasının mantığı olamazdı. Onun için Azerbaycan'ın 7 Aralık'ta gerçekleşmesi öngörülen buluşmadan feragat etmesi kaçınılmaz oldu. Bu durumda sadece Macron'un konuşmaları değil, Fransa Senatosu'nu Azerbaycan'a karşı aldığı yaptırım kararının yanı sıra, yeni yaptırımlara çağrıların da rolü olmuş ve iki ülke arasındaki ilişkiler geriledi. Fransa-Azerbaycan ilişkileri daha 44 günlük savaş sürerken Emanuel Macron'un sözüm ona Suriye'den gelme teröristlerin Azerbaycan'ın saflarında savaşa katılmasına ilişkin seslendirdiği ithamlar, ardından ise Senato'nun daha da uzağa giderek Karabağ'ın, Ermenilerin yaşadığı kısmında bağımsız devlet kurulmasına ilişkin yaptığı çağrı olumsuz etkiledi. İlişkilerdeki soğukluğa rağmen Emmanuel Macron 'barış görüşmeleri'ne katılmış ve telefon diplomasisi yürüttü.
Tüm bu ve diğer girişimlerin 6 Ekim Prag buluşmasında bir anlaşmanın imzalanmasıyla sonuçlandığını hatırlatan Elhan Mehdiyev, "Halihazırdaki aşamada Azerbaycan Devlet Başkanı, Fransız meslektaşının arabuluculuğunu kabullenmeyeceğini ilan etmekle fiiliyatta ABD ve Rusya'nın arabuluculuğuna yeşil ışık yaktı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Valday konferansından yaptığı konuşmayla farklı bir mecraya yönlenen süreç Azerbaycan toplumu tarafından kuşku ve itimatsızlıkla karşılandı. Şöyle Rusya, taraflar arasında Barış Anlaşması'nın imzalanmasını, Karabağ'da ikamet eden Ermeniler için gelecekte toprak temelli bir statünün belirlenmesini ve anlaşmanın garantörü olarak kendi askeri güçlerinin bölgede kalıcı olmasını istiyor. Tüm bunlar Rusya'nın Ukrayna'da yaptığı acımasız savaşın fonunda cereyan ediyor. Kuşkusuz bu planların başarısı veya başarısızlığı Rusya'nın Ukrayna'da yürüttüğü savaşın durumuna bağlı olacak. Bu bakımdan bir arabulucu olarak ABD'yle ilişkiler de asla güven üzerinde oluşturulmadı ve bunun ana nedenlerinden biri ABD Devlet Başkanı Biden yönetiminde Ermeni lobisinin desteğini almış bir hayli sayıda elemanın görev yapmasıdır. Onların çalışmaları sayesinde bu sorunlar manipüle edilirken Azerbaycan ve Ermenistan'ın Rusya yörüngesinden çıkmaları ABD'nin yararınadır" dedi.
"Ortaya çıkan bu koşullarda gördüğüm en gerçekçi ve yararlı yol, tarafların arabulucuya ihtiyaç uymadan doğrudan masa arkasına geçmeleridir" diyen Elhan Mehdiyev, sözlerine şunları eklediİ:
Ermeni tarafının ifade ettiği üzere, halihazırda iki belge mevcut olup bunlardan birini Azerbaycan, ikincisini ise Rusya hazırladı. Azerbaycan'ın önerilerine Ermeni tarafı da kendi önerilerini ekledi. Barış anlaşmasının temelini de işte tarafların bu önerileri oluşturabilir. Bu taslaklar ve öneriler üzerinde anlaşma sağlanması durumunda arabuluculara da ihtiyaç kalmayacaktır. Öte yandan zayıf durumdaki Ermeni tarafının tüm bu görüşmelerin uluslararası arabulucuların himayesi altında yürümesini istemesi de doğal. Azerbaycan tarafının ise bununla ilgili somut açıklamaları olmadığından doğrudan görüşmeleri ne kadar istediğini de bilemiyoruz.
Gelişmeleri Türkiye'den dikkatle izleyen Gelecek Partisi Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı, Türkiye'nin Moskova'daki eski büyükelçisi Ümit Yardım, sürecin uzayacağına ilişkin endişesini yinelerken, Moskova'nın bölgedeki ağırlığının süreci hep etkileyeceğini vurguladı.
Büyükelçi Ümit Yardım, Independent Türkçe'ye şu değerlendirmelerde bulundu:
Azerbaycan 2020'de 44 günlük savaşını kazandı ve 30 yıllık işgali tarihi bir askeri başarıyla sonuçlandırdı. Böylece bugüne kadar işgale siyasi çözüm bulabilmek için yapılan yüzlerce toplantı, müzakere, hazırlanan onlarca plan da tarihin çöplüğüne atılmış oldu, hepsi gerilerde kaldı. Ancak bugüne kadar nihai barışın gelmemesi ve sahadaki gerçeklerin bir barış anlaşmasıyla taçlandırılamaması bir diplomasi gerçeğini de tekrar hatırlatıyor. Savaşları ordular yapar, barış anlaşmasını ise siyasetçi ve diplomatlar imzalar. Bugün gelinen aşama da bunu açıkça gösteriyor ve o barışa halen çok uzakta bulunuyoruz.
Bölgede kalıcı barış için arayışlar sürerken sadece son birkaç aylık gelişmeler bile Kafkasya'nın dünyanın belki de en karışık ve hassas bölgelerinden biri olduğunu da tekrar gösterdi. Bunu ortaya koyan her türlü faktör sahada ve perde arkasındaki siyasi manevralarda kendini hissettiriyor.
İç mutfağını siyasi/ekonomik bütünleşmeden iklim, çevre, serbest dolaşım gibi bütün alanlarda göz ardı edilemeyecek başarılarla süsleyen ve dünyanın ikinci büyük ekonomi gücüne dönüşen Avrupa Birliği, dış politika alanında ise bu başarılarının çok gerisinde kaldı ve Avrupa sınırlarıyla çevrili bir ada görünümünden bir türlü kurtulamadı. Önüne gelen arabuluculuk fırsatlarını da bugüne kadar sürekli heba etti.
"Özetle AB'nin dış politikada herhangi bir başarılı girişimini hatırlamak mümkün değil" diyen Ümit Yardım, bunun son örneğini de Yukarı Karabağ konusunun oluşturduğunu söyledi.
Yardım, "Bu süreçte de AB'nin güçlü aktörü Fransa yer alıyor. Fransa ve lideri Macron bölgesel gelişmeleri her zaman yakın ilgi gösterdiler. Bu ilginin ana eksenini ise her zaman Ermenistan'a karşı özel ilgileri teşkil etti. Bunda ülkesindeki Ermeni lobilerin gücü de şüphesiz etkili oldu. AB Konseyi Başkanı C. Mitchell öncülüğünde iki ülke lideri bugüne kadar çeşitli temaslar gerçekleştirebilmişken, Fransa Senatosu'nun ve (muhtemelen de Ulusal Meclisinin onaylayacağı) Azerbaycan aleyhine aldıkları dengesiz ve Kafkasya gerçeklerine aykırı kararlar pişmiş aşa bir kez daha su katkı ve Azerbaycan bu durumabsert tepki gösterdi. Yine bu tabloya Macron'un Azerbaycan aleyhine çeşitli zeminlerde dile getirdiği suçlamalar ve Paşinyan'ın aralık başında Brüksel'de yapılacak Zirve'ye ancak Fransa'nın da katılması halinde geleceğini dile getirmesi de eklenince, Cumhurbaşkanı Aliyev beklenebilecek tepkiyi dile getirdi ve bu görüşmenin olmayacağını ilan etti. Özetle AB ve Fransa, AB'nin Kafkasya'da rüştünü ispatlama fırsatı verebilecek bir girişimi daha heba etmiş bulunuyorlar. Şayet 7 Aralık 2022 gününe kadar bir başka gelişme olmazsa" şeklinde konuştu.
"Bu tablo şüphesiz Moskova tarafından da yakinen izleniyor ve muhtemelen de memnuniyet doğuruyor" diyen Ümit Yardım, "Zira bölge dışından siyasi arabuluculuk ve çözüm arayışlarının sonuçsuz kalması gözlerin bir kez daha Kafkasya'nın en güçlü aktörlerinden Rusya'ya çevrilmesine de yol açıyor" ifadeleriyle sözlerini tamamladı.
Görevi gereği bölgedeki gelişmeleri zaman zaman yerinden inceleme fırsatı da bulan Rusya'nın önemli yorumcularından Kirill Krivoşeyev'e göre, Aerbaycan Devlet Başkanı Aliyev'in 7 Aralık buluşmasından feragat etmesi inisiyatifin ağırlıklı olarak Washington'un tarafına geçmesine neden olacak.
Krivoşeyev, Rusya 'Barış Gücü'nün Azerbaycan topraklarından çıkmasının Moskova'nın Kafkasya politikalarına büyük darbe indireceği görüşünde.
Kirill Krivoşeyev, Independent Türkçe'nin sorularını şu şekilde yanıtladı:
Prag Formatı'ndaki görüşmelerin iptal edilmesi şimdi Karabağ'a ilişkin görüşmelerde kimin esas arabulucu olacağına ilişkin düşünceleri gündeme getirdi: Moskova mı, Washington mu? Bu arada ben İlham Aliyev'in görüşmeler sürecini 'Macron'u bahane ederek' sonlandırmasının sahici olduğunu düşünmüyorum. Aliyev doğrudan samimi samimi şekilde ve sekteye uğratmadan Fransa Cumhurbaşkanı'ndan nefret ediyor. Prag'da Macron'a görüşmeler sürecine katılma şansı verildi ancak Bakü'nün gözünde adam kendine olan bu itimadı kullanamadı. Moskova'nın mı yoksa Washington'un mu arabuluculuğu konusuna dönersek, ben bunun Washington olacağına aşağı-yukarı eminim. Bundan emin olmak için Rusya 'Barış Gücü'ne ilişkin Bakü'nün son nitelendirmelerini görmek yeterli olacaktır.
Bakü o güçleri sadece bölgedeki yer isimlerini Ermenice kullanmakta değil Ermenileri doğrudan himaye etmekte suçluyor; güya Rusya 'Barış Gücü' askerleri Laçin Koridoru'ndan silah sevkiyatı yapması için Ermenilere yardımda bulunuyormuş. 'Barış Gücü'nün görev süresinin uzatılmasının 2025'ten sonra uzatılabileceği konusu ise konuşulmuyor. Hoşnutsuzluklar artık resmi makamların temsilcilerince de saklanmazken medyada hakaret düzeyine varan suçlamalar duyuyor, görüyor ve okuyoruz. Azerbaycan'ın, Rusya 'Barış Gücü'nün bir talep olmasına ilişkin Soçi Beyannamesi'ni imzalamasından sonra askeri misyonla ilgili eleştirilerin hafifleyeceği düşünülmüştü. Ancak bugün her şeyin tersine olduğunu görüyoruz.
Ayrıca, Batı'nın üst düzey resmi görevlileri peşi sıra Bakü'yü ziyaret ettiğine dikkati çeken Kirill Krivoşeyev, "İşte 'NATO Günleri'nden hemen sonra ABD Birleşik Genelkurmay Başkanları Komitesi Başkan Yardımcısı Amiral Christopher Grady, ABD Dışişleri Bakanlığı Kafkasya görüşmelerinden sorumlu Başdanışmanı Philip Reeker ve AB'nin Kafkasya Özel Temsilcisi Toivo Klaar Bakü'yü ziyaret etmişler. Bu gelişmeler çerçevesinden Karabağ'ın geleceğine ilişkin soruyu cevaplandırmanın çok zor olduğunu ifade etmemiz gerekir. Fakat şimdi her şey sadece Bakü'nün, 'Barış Gücü askerlerini bölgeden çıkarmayı başarmasına ve orada Ermenilerin kabul etmeyeceği bir düzeni kurmasına doğru ilerliyor. Ermenilerin korktuğu sertlik muhtemelen olmayacak ancak insanlar gönüllü şekilde bölgeyi terk etmek zorunda kalacak. Bu senaryonun gerçekleşmesi Rusya'nın Kafkasya'daki etkisinin göçmesi anlamını taşıyacaktır. Çünkü sonuçta Rusya iki halk arasında barışın sağlamayı başaramayacak ve Bakü'nün 2020'de gerçekleştirmek istediğini ertelemekle yetinecektir" ifadelerini kullandı.
6 Ekim Prag toplantısının üzerinden yaklaşık iki ay geçerken Azerbaycan'dan gelen ve 'barış süreci'nde adeta devrim niteliği taşına iki adım; Aliyev'in 7 Aralık'ta Brüksel'e gitmekten vazgeçmesi ve Rusya 'Barış Gücü'nün Bakü yönetimi tarafından ağır salvolara maruz bırakılmasını nasıl okumalı?
Yoksa Bakü "Ya hero ya merro" demenin provalarını mı yapıyor?
Yılın son ayı içinde yeni beklenmedik gelişmeler olacak mı?
Her şey gerçekten çok ilginç şekilde gelişiyor…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish