Temel sorun
Kadın konusunda temel sorun eşitlik meselesidir. Eşitlik ise sadece kadın erkek arasında bir sorun değil her alanda yaşanan bir sorundur.
Kürt-Türk, Alevi-Sünni, Müslüman-gayrimüslim, zengin-yoksul bizim ülkemizde siyasette katılım, ekonomide bölüşüm ve hukukta adalet dağıtımı söz konusu olduğunda eşit olduğunu kim ileri sürebilir?
Bu eşitsizliğin yoğun ve yaygın yaşandığı alanların başında ise kadın meselesinin geldiği aşikardır.
Kadın konusunda eşitsizliğin iki ana sebebi vardır:
- Her şeye rağmen toplumun genelinde eşitsizliğin zihinde sürmesidir.
- Egemen eril iktidar(lar) nedeniyle eşitsizliğin, karakteri gereği kapitalist düzende sürmesidir.
Bu iki unsur fonksiyonel bir etkileşim içindedir. Düzen zihniyeti zehirlemekte, zehirlenen zihniyet de dönüp düzeni körüklemektedir.
Siyaset ve ekonomi alanlarına "katılım" başta olmak üzere yaşamın her alanına sirayet eden eşitsizlik esas itibariyle bir zihniyet sorunudur. Zihniyet değişmeden hiçbir şey değişmez, bu noktada mottomuz şu olmalıdır:
Zihniyetini değiştir her şey değişsin.
İnsanın değeri!
İnsan değerli bir varlık, değeri özelliğinden, özelliği de (cinsinden değil) aklından kaynaklanır. Bizi eşit yapan insan olmamızdır, kadın erkek olmamız değil; çünkü insan önce tür olarak var olur sonra cinslere ayrılır.
Tür olarak insanın aklı, yetenekleri, ruhu ve psikolojisi vardır. Bunlar insanı hasletlerdir. Sonra tür cinslere ayrılır, cinsiyet de bir beden işidir, tabi zihni yansımaları da olan bir beden işi.
İşte ipin koptuğu nokta burasıdır.
Bu noktanın adı her alanda olduğu gibi bu alanda da kadını sömürüsü yapan kapitalizmdir.
Kapitalizmin beden sömürüsü
Kapitalizm insan ruhunu yücelten şeylerle uğraşmaz, çünkü bu para etmez, o insan bedeninin cinsel bir obje olarak pazarlanmasının peşindedir.
Çünkü kadın bedeni metalaştırıldığında kışkırtıcı ve cazip bir mal haline gelir. Bu minvalde para pul söz konusu olduğunda kim olursa olsun, ne olursa olsun onu kullanmaktan imtina etmez.
Her şeyin alınıp satılacağını düştür edinmiş bir zihniyet zihniyet anasını soyar, satacağı sabunu çıplak bedenine sürer, sonra tuzağa düşüreceği müşteriye dönüp "bak nasıl köpürüyor, bu sabunu mutlaka almalısın" der, sonra dönüp ele geçirdiği araçlarla eşitlikten dem vurur.
Düzelmenin bir türlü gerçekleşmemesinin nedeni düzene egemen olan bu zihniyettir. Çünkü pazarlamaya çalıştığı bedenler nedeniyle zihinlere eşitsizliği enjekte eden bizatihi odur.
Para gelsin geresi önemli değildir onun için. Tabi başka nedenler de var ama temel neden budur.
Dünya Kadınlar Günü mü; yoksa Dünya Emekçi Kadınlar Günü mü?
Dünya Kadınlar Günü, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından her yıl 8 Mart'ta kutlanan uluslararası bir gündür.
1917'de Sovyet Rusya'da kadınlar oy hakkı kazandıktan sonra 8 Mart ulusal bayram oldu ve sosyalist ülkeler tarafından kutlanmaya başlandı.
BM tarafında da resmen kabul edilince giderek yaygınlık kazandı. Günümüzde Dünya Kadınlar Günü bazı ülkelerde resmi tatildir, bazı ülkelerde ise büyük ölçüde bu konu görmezden gelinir, bazı ülkelerde protesto günüdür, bazılarında ise kadınlığı kutlayan bir gün.
Tarihçe
Aslında bu tarihsel sürecin bir güne dönüşmesinde birçok olay ve birikimin etkisi var, ama biz öne çıkan ikisinden bahsedebiliriz:
- 8 Mart 1857'de ABD'nin New York kentindeki bir tekstil fabrikasında grevci işçilere polisin saldırması, işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangın sonucunda 120 kadın işçinin ölmesidir. Bunun üzerine daha sonra bugünün "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanması gündeme geldi.
- 8 Mart gününün seçilmesine kaynaklık eden diğer bir olay da Rusya'da Çarlığa son veren 1917 Şubat Devrimi'nin Gregoryen takvime göre 8 Mart günü kadınların protesto eylemleri ve grevleri ile başlamış olmasıdır.
Önceleri "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanırken, gelen itirazlar üzerine BM Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasına karar verdi.
Türkiye'de 8 Mart
8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nün 1975 yılından itibaren Türkiye’de kutlanmaya başlamasında İlerici Kadınlar Derneği’nin faaliyetleri de etkili oldu. Böylece 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kapalı ortamlardan sokaklara ve meydanlara çıktı.
12 Eylül Darbesi'nden sonra askerî cunta yönetimi tarafından dört yıl süreyle hiçbir kutlama yapılmasına izin verilmedi. 1984'ten itibaren tekrar her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından kutlanmaya başlandı.
Bu yeni dönemin temel farkı, eskiden sadece sosyalist kesimin sahiplendiği bugünün artık hemen tüm kadın kuruluşlarının yanı sıra adeta resmi bayram gibi devlet yetkilileri ve kurumları tarafından da kutlanmaya, hatta şirketlerin de reklam ve pazarlama faaliyetleri ile buna katılmaya başlamasıdır.
Sadece gün kutlamakla olmaz bu iş!
Evet kadın… Bizim kadınlarımız. Anamız, avradımız, yârimiz… Sözde yüceltilen ama yaşamda ufaltılan... Kitapta eşit, ama yaşamda eşitsizliğe maruz kalan kadınlar...
Eşitlik, özgürlük ve adaletten yeterince kendine düşeni almayan, alamayan kadınlar... Ne işte, ne siyasette, ne tarlada ne de büroda eşit olan… Sonra cennet sözleri, baş tacı lafları ile geçen ve geçiştirilen kadınlar…
Biliyorum biraz sert sözler bunlar. Ama sarsmak ve kendimize gelmek için biraz da gerekli.
Acının tüm faturasını erkeğe kesmek yerine biraz da kadın hemcinslerinin sesindeki titrekliği dinlese hissetse dünya... Nasıl olurdu dersiniz?
Bu sesteki renkleri, titreşimleri, ıstırabı, mutsuzluğu görür müydü, hisseder miydi dersiniz?
Daha güzel olurdu sanki dünya ve belki bu kutlama ve anma günlerinde pankartları kadınlar değil de erkekler tutardı.
Ve belki de dağıtılan çiçekler erkeklerin elinde olurdu. Ne dersiniz?
Önce zihniyet değişmeli!
Değişim için, önce zihniyet değişmeli. Çünkü maddi kültür öğeleri maddi olmayan kültür öğelerinden daha hızlı değişir. O zaman arada bir boşluk oluşur, sosyologlar buna (cultural gap/lag) kültürel boşluk derler. O yüzden önce zihniyet değişmeli...
Işıl Özgentürk’ün dediği gibi; bakmayın siz onların arada "Cennet anaların ayaklarının altındadır" diye büyük sözler söylemelerine… Aslında, büyük çoğunluk için kadın şöyle demektedir:
Şeytanın dünyada dolaşan suretidir ve öldürülmesi caizdir!
Pek çok İslam ülkesinde cinsel eğitim dersi tümüyle günah sayıldığından, erkeklerin ilk cinsel ilişkileri ya hayvanlarla ya da genelevdeki seks işçileriyledir.
Erkek bu durumdan içten içe utanır; utanmakla kalmaz, çoğu zaman kendini lanetler ama bir süre sonra bu laneti her şeyden sorumlu tuttuğu kadınlara yönelir.
Görmemek ister ama öylesine bilgisizdir ki, görmese de hormonları ona cinselliği hatırlatıp durur. Birçok şey bilinçaltında birikir, sonra da vakti geldiğinde patlamaya başlar.
İşe giden bir adamın birdenbire celallenip şortlu kadına vurması başka nasıl izah edilebilir?
Gebe bir kadına saldırmak ise daha patolojik bir olgu değil mi?
Oysa erkek milleti, erkekliğin küçülebilir bir şey olduğunu bir kavrasa ve doğru dürüst bir eğitim alsa, zihni yapısı buna göre oluşsa hem kendi rahat edecek hem partneri.
İnanın o zaman ülke daha mutlu insanların keyifle gezindiği bir yurt parçası olacak.
Çiçekle geçiştirilecek bir husus değil bu!..
Kadın kadına bazı noktalarda sahip çıkması gerekirken sahiplik denince sadece erkek akla geliyor nedense. Orda burada çiçekler dolaşır.
Öyle ellerinde çiçek dağıtmakla kadınlar günü kutlanması ile iş kotarılamaz, bilesiniz!
Soruyorum size, ey koca koca adamlar: Acı kutlanır mı?
Kutla, çiçek dağıt, akşam eve git bağır çağır. Bu bir gün meselesi değil ki. Bu bir yaşam, bir tarz bir turum meselesi.
Mesele derinde. Mesele zihniyet meselesi. Mesele farkında olmak meselesi.
Farkındalığın farkında olmak gerek!..
8 Mart farkındalıktır aslında, tabi farkında olana. Gerisi gösteridir. Çoğu da gösteriye meze teferruatı. Ya da ne bileyim, dostlar alışverişte görsün muhabbetti, o yaptı ben de yapıyorum, bakın görün, siyaset mi, ticaret mi veya modanın ve reklamın sihrine kapılmak mı.. bilmem ki!..
Yoksa içinin derindeki sesi mi sandınız o bağırtıyı? İşte bu yüzden diyoruz ki; kadının ağırlığını hissetmesi gerektiği şey, günün değil tüm günlerin bilince çıkarılmasıdır.
Bir günün değil bütün günlerin serpiştirildiği aylar ve yıllardan, şiddetin, cinayetin kovulmasıdır. Budur günün gün olmasının farkındalığı.
Sonsöz
Bir şeyi bilmek için sadece yaşamak gerekmiyor, varsa onların acısını dinleyecek yürek dinlemek de çok şey öğretir insana. Hayat öğretiden ibarettir.
Dünya kimse için mutlu olunmaya gelinmiş bir yer değildir maalesef. Her zaman dış görünüşe aldanmamak gerekir. Kahkahalar içinde mutlu sandığımız insanların yükü kendilerinden başkasını öldürür bazen...
Ama aslolan insanın insanlık onuruna yakışır bir derecede yaşamasıdır. Ve asıl sorun bunu sağlamakla görevli olanların bu görevlerini yerine getirip getirmediğidir. Bu sözlerle herkesin insanca yaşayacağı bir hayat diliyorum.
Ama herkese, kadın/erkek ayırmaksızın çünkü kötülüğün cinsiyeti yok maalesef...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish