Bir süredir Urfa genelinde yaşanan bazı şiddet olayları; kavga, intihar ve kadın cinayetleri belirgin bir artış göstermiş olacak ki, halk arasında örgütlü, örgütsüz, kendiliğinden tepkiler duyuluyor.
Tepkiler ne kadar kalıcı olur bilemiyorum ama yaşanan vakaların belli bir rahatsızlık yarattığı kesin.
Çarşı pazarda insanlar zaman zaman yaşanılan şiddeti konuşuyor, tartışıyor, kendilerince nedenlerini sorguluyor, sonuçlar üzerinde duruyor.
Bunun iyiye işaret olduğunu, toplumsal duyarlılık yarattığını söylemeliyim. En azından konuşulmaya başladığı görülüyor.
Belki bu konuşma ve yoğunlaşmalar toplumda yaşanan sorun ve sıkıntıları çözme yöntemlerinin değişmesine neden olabilir. Böyle umut ediyor ve olmasını istiyorum.
Buralarda doğan, buralarda yaşayan birisi olarak yıllardır her türlü şiddet olaylarına tanık oluyor, acısını yaşıyor, görüyorum.
Bu şiddet vakalarının zaman zaman toplumsal trajedilere neden dönüştüğünü de biliyorum.
Yani olayları muhakeme etme yeteneği kazandığım 40-45 yıldan bu yana bölgemizde, kentimizde, kasabamızda ve köylerimizde, birbirlerine en yakın insanlar arasında dahi zaman zaman kavgalar, anlaşmazlıklar, şiddetten kaynaklı ölümlere varan olaylar yaşanıyor.
Kimi zaman bu kavgalar gizli bir politik nedenler taşıyor, kimi zaman eften püften nedenlerden dolayı yaşanıyor. Bu nedenle olup bitenleri 40 değil, 100 yıl geri götürmek de mümkün. Ortadoğu’nun genel karakteristik yapısının bir gereği olarak şiddet bir yaşam biçimine dönüşmüş durumda. Bu zaman zaman alevleniyor, zaman zaman uykuya yatar halde tetikte bekliyor. Yani olayların yaşanması çok sürpriz bir mesele değil. Evveliyatı ve toplumsal zemini var.
Bu tür olaylara kimi zaman kan davası deniliyor, kimi zaman köy kavgası. Daha farklı adlar da alabiliyor. Alacak verecek, miras ve arazi anlaşmazlığı gibi.
Son dönemlerde buna kadın cinayetleri ve tefecilik de eklendi. Madde bağımlılığı ve intiharlar da işin cabası olunca toplumsal herkesten ses çıkmaya başlandı.
Kimi zaman ölümlerle sonuçlanan bu olayların zaman zaman büyük dramlara neden olduğu ve toplumu çürüttüğünü de görüyor, tanık oluyoruz.
Bir kişinin kazayla öldürülme olayından öte, aileleri işin içine çeken, yıllarca sürecek husumetlere neden olma potansiyeli taşıyor.
Yani olaylar bireysel olsa da toplumsal bir histeriye dönme tehlikesi barındırıyor.
Bu tür olayları kime sorsanız, yaşanılanlar akıl işi değil der. Aklı başında olan hiç kimse bu olayları benimsemez, böylesi olaylara girişmez diye sözler sarf eder. Ama gelin görün ki, gerçek yaşam düşündüğümüzden çok ama çok farklı görülüyor.
Barış ve sükûnet kenti olmasıyla övünen şehrimizde bu günlerde her nedense bazı olaylarda artış olduğu görülüyor. Özellikle ölümlü kavgalar, karşılıklı saldırılar, bireysel hesaplaşmalar belli bir sıçrama yapmış durumda.
Niye özellikle bu dönemde yoğunlaştı bilmiyorum.
Eğitimsizliğe, siyasal ortama, adalet sistemine, ekonomik göstergelere, ahlaki çöküntüye bağlayanlar var. Mutlaka bir açıklaması vardır. Araştırmalarla bunu ortaya çıkarmak bilim insanlarının işidir. Özellikle üniversiteler bu işe el atmalı bence.
Bağımsız ve bilimsel çalışarak neden ve sonuçlar ortaya konulmalı. Usulen değil, öze inerek incelenmeli ki nedenler ortaya çıksın. Çünkü gerçek nedenler bilinmeden sonuçları ortadan kaldırmak mümkün olmayabilir. Bugün yaşadığımız gerçeklik, fotoğrafı doğru okuyamamamızdan kaynaklanıyor diye düşünüyorum.
Çok yakın bir tarihte Urfa yerel basının önemli kalemlerinden biri, olay yaşanmadığı günler için “Urfa’da iki gündür kavga haberi yok (Allah korusun)’ diye tweet attı.
Tweet daha sıcaklığını korurken kavga haberi gazetecinin önünde duruyordu.
Gerçekten de son zamanlarda kavga ve cinayet haberi daha çok okumaya başladık.
Suriye’den gelen sığınmacıyla nüfusu 3 milyona yaklaşan Urfa’da her gün kavga gürültü, patırtı olmuyor elbette.
Hatta çoğu kavgaları görmüyoruz bile. Sadece duyuyor, resmi açıklamaları okuyoruz. Görünürde herkes işinde gücünde. Aslında çok kimsenin umurunda bile değil diyebilirim. Ama ülkenin genel ortalamasını düşündüğümüzde ortaya çıkan istatistikler bazı insanları kaygılandırıyor. Yoksa adım başı kavga gürültü yok. Yavaş yanma gibi. Toplum içten içe çürüyor, varlığını şiddetle korumaya çalışıyor. Bu açıdan bilinen, duyulanların görünür kılınması, farkındalık yaratılması olayların sonlandırılmasında önemli bir yer tutuyor.
İnsanlara sorunca herkes şiddet karşıtı, herkes kadın haklarından, barış ve diyalogdan yana. Sorsan öldürmeye bin bir lanet okunuyor.
Ama gün gelip çattığında içindeki canavarı serbest bırakma, hırsını, egosunu başkasına şiddet uygulayarak giderme kültürü de zihinlerde duruyor.
Bu sadece Urfa’da değil, her yerde hemen hemen aynı. Urfa ve benzer yerlerde çokça ortaya çıkmasının ise sosyal, toplumsal, tarihsel nedenleri var diyebiliriz.
Toprak dağılımdan tutalım, bireysel özgürlüklere birçok neden kavgaları tetikliyor.
Ben ömrüm boyunca hayata fotoğraf gözüyle baktım. Objektif olmaya, ayrıntı ve renkleri kaçırmamaya çalıştım. Hep istedim ki, yaşamın neden ve sonuçlarını göreyim, hatta mümkünse fotoğraflarını çekeyim.
Ama acının, her olayın fotoğrafı çekilmiyor işte. Bazı olaylarda, ölümlü vakalarda matemli, acıdan yüzleri mosmor olan insanların fotoğrafı çekilemiyor her zaman. Çocukluğumdan bu yana bu tür acılara defalarca tanık oldum. Husumet sonucu yaşanan şiddet olaylarında eşini, evladını, sevdiğini kaybedenleri gördüm. Umutla yaşananların son bulmasını diledim.
Zaman içinde, toplumun eğitim seviyesi yükselirse yaşanan olaylar azalır diye umut ediyordum ama yanıldığım ortada. Eğitim seviyesi maşallah dünya ile yarışır noktaya geldi(?!) ama her nedendir ki bilinmez, insanlarda beklenilen davranış değişikliği olmadı ya da başka bir yöne çekildi.
Herkes güçlü olmak istiyor. Güçlüden kasıt atletik bir bedene sahip olmak değil, daha çok elindeki araçlarla insanları dize getiren bir güçten bahsediyorum. Asıl mesele bu. Komşu komşunun hakkını değil, zayıf yanlarını gözeterek bir hegemonya yaratmak istiyor. Baskın gelmek, alan açmak, başkalarının haklarını hiçleştirmek gibi bir kültür oluşuyor.
Olayların arka planı biraz derinlikli incelenirse mesele iyi anlaşılır. Her olay olduğu gibi görünmüyor, arka planda bin bir gerçeklik taşıyor.
Bir anket yapılsa çocukların büyük kısmı mafya liderlerini oynayan artistlere ya da bilmem hangi futbolcuya öykünür. Bilime merak salan, kitap okumayı esas alan kaç çocuk ve genç var çevremizde. Çünkü bilimle uğraşanların cüzdanları boş. Herkes paranın bol, gücün sınırsız olduğu bir dünyaya koşmak istiyor.
Bu nedenledir ki trafikte en küçük tartışma onarılmaz yaralar açıyor insanların ruhlarında. Ya da basit sınır anlaşmazlıkları, çözülebilecek alacak verecek meseleleri kanlı sonuçlar doğurabiliyor.
Bu tür olayların yaşanmasında toplumda bir rahatsızlık oluşuyor. Rahatsızlıkta gerçek anlamda bir karşı duruş ve içselleştirme söz konusu mu doğrusu çok emin değilim. Kimisi kentin imajının sarsılmasından, kimisi işlerin durmasından kaygı duyuyor. Herkes sırası gelmeden karşı olduğunu söylüyor ama günü geldiğinde basit sorunlar karşısında bile çıldırma noktasına geldiğini unutuyor.
İşte asıl mesele bu.
Bu öfke patlamasının nedeni nedir?
Kim, ne insanlarımızı bu kadar öfkelendiriyor?
Görüyoruz, tanık oluyoruz, havadan sudan nedenlerle cinayetler işleniyor.
Nedenleri araştırılmıyor, gerçekle yüzleşmekten kaçınılıyor. Üniversite meseleyi tez boyutuyla bile ele almıyor, savcılık rutin iş olarak görüyor, din âlimleri meseleye sigara kadar önemli görmüyor, yöneticiler sopa dışında bir çözüm düşünmüyor. Adalet ağır işliyor, dava dosyaları özenden uzak hazırlanıyor.
Bu nedenledir ki cinayetler orada burada işlenmeye devam ediyor. Görünmez bir yangın misali giderek artış kaydediyor.
Çünkü katillerin kahramanlaştığı bir çağda yaşıyoruz. Öyle bir çağ ki bin yıldır bitmiyor.
Şimdi bazı aklı erenler olayların son bulması için devlet erkanının içinde yer aldığı bir komisyon kuralım ve olayları durduralım diye ortalıkta dolanıyor, rapor hazırlıyor, televizyonlara demeçler veriyor. Mahkemeleri görmezlikten geliyor, adalet duygusunu önemsemiyor.
Her türlü silaha erişimin bu kadar rahat olduğu, mahkeme kapılarının adaletten uzaklaştığı bir ortamda olayları durdurmak öyle kolay olmaz. Kaldı ki olaylar bireyler tarafından işleniyor. Arkalarında bir örgüt yok. Her ev, her sokak bir cinayet mahali.
Asıl zor olan bu.
Kiminle konuşacaksın, kimi durduracaksın?
Ama sanırım şu düşünülüyor. Cinayet sonrası araya girer, iki tarafın barışması için zorlar, meselenin üstünü örteriz.
Oysa yıllardır bu yöntem deneniyor. Bir tavuk için, kırılan bir cam için kavga çıkıyor, kavgayı bitirmek için onlarca, yüzlerce koyun kesilip, mesele bitiriliyor. Bir süre sonra yeniden nüksederek yaşanmaya devam ediyor. Yani gerçek anlamda bir sorun çözme söz konusu değil. Mesela adalet neden gecikiyor ya da verilen hükümler neden vicdanları rahatlatmıyor sorusu sorulmuyor. En kolay olanı önerip, gün kurtarılmaya çalışılıyor.
Kavga edenlerin arasını bulmak elbette çok önemli. Ama çözüm değil. Hiç olmasa bunu yapalım deniliyorsa, şimdiye kadar yapıldığı da bilinmeli. Yıllardır kanaat önderi olarak bilinen bazı kişiler bu tür olaylarda arabulucu oluyor, güya çözüm sağlanıyor. Yani öneri olarak sunulanlar zaman zaman deneniyor.
Bu nedenle daha derinlikli, daha kapsayıcı düşünmek gerekiyor. Kolektif aklın, çok yönlü düşünmenin tek çözüm olduğunu düşünüyorum.
Bu tür olayların içinde eğitim var, sosyal adalet, işsizlik, eşitsizlik var. Her olay spesifik bir gerçekliği barındırıyor. Dolayısıyla büyük fotoğrafı görüp, meseleyi ona göre yorumlamak ve eşitler arası bir adalet sistemi için kafa yormak gerekiyor.
© The Independentturkish