Bilindiği üzere Soğuk Savaş, Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla sona erdi. 'Arap-İsrail çatışması', bir tarafta Suriye ve Mısır, karşı tarafta İsrail arasında gerçekleşen '1973 Savaşı'nın ardından yapılan ateşkes anlaşmalarıyla yeni bir mecraya girdi.
Bu çatışmanın seyri, Filistin Kurtuluş Örgütü ile İsrail arasında ABD'nin gözetimindeki Oslo Anlaşması, son olarak da Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) öncülüğünde, (Bahreyn, Sudan ve Fas'ın katılımıyla) yapılan İbrahim Anlaşması'na kadar oldukça karmaşık yollar izledi.
Kabul etmek gerekir ki şimdiki Ortadoğu, 1969-1977 yılları arasında ABD Başkanı Richard Nixon ve Başkan Gerald Ford'un Ulusal Güvenlik Danışmanı olan ve ardından ABD Dışişleri Bakanı görevin yürüten Henry Kissinger'ın 'mekik diplomasisi' ile 'tasarladığı ve politikalarını inşa ettiği' Ortadoğu'dan oldukça farklıdır.
ABD'nin o zamanlarki Ortadoğu stratejisinin mihengini, İsrail ile olan özel ilişkisi ve Sovyetler Birliği'ne karşı bölgedeki 'istikrar güçleri' ile yaptığı ortaklıklar belirliyordu.
Kissinger'ın Ortadoğu'su, Sovyetler Birliği'ne karşı 'ideolojik şemsiye' altında birleşmiş olan birçok ülke tarafından destekleniyordu. ABD'nin bölgeye konuşlandırdığı askeri üsler aracılığıyla dünyanın farklı yerlerinde sürdürdüğü vekalet savaşları da bu ülkeler tarafından 'Soğuk Savaş' bağlamında destek görüyordu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bazıları, Soğuk Savaş'ın bitmiş olması dolayısıyla ABD'nin bahsi geçen Ortadoğu yaklaşımının bugün Çin-ABD rekabetinin doğası itibarıyla geçerli olmadığını öne sürebilir.
Bu sebeple, Washington'ın mevcut çıkarlarının, ihtiyaç ve endişelerinin Ortadoğu'da doğrudan bir ABD rolünü gerektirmediğini iddia edebilir.
Bu kişilere göre kendini dayatan bu yeni şartlar, Kissinger'ın biyografisini tarih kitaplarına konu yapmaktadır ve bu ismin günümüz dünyası için çıkarılacak derslerde bir yeri yoktur. Şahsen bu söyleme katılmıyorum, Kissinger'dan günümüze uygun çıkarılabilecek dersler nelerdir?
Amerikalı diplomat Martin Indyk, Henry Kissinger hakkında 'Oyunun Efendisi; Henry Kissinger ve Ortadoğu Diplomasisi Sanatı' başlıklı bir kitap kaleme aldı.
Kissinger ABD'de kariyer merdivenlerini süper hızla tırmanan bir teorisyen, politikacı ve diplomattır. 'Nazi Cehenneminde' Adolf Hitler'in fırınlarında onun üzerinde yakın akrabasını kaybeden bu şahıs, Almanya'daki soykırımdan kaçıp Yeni Dünya'ya yelken açmıştı.
Kissinger üzerine yazılmış düzinelerce kitap ve yüzlerce çalışma arasında Indyk'in kaleme aldığı çalışmayı benzersiz kılan şey, kitabın yalnızca Kissinger'ın istikrarı korumak için karmaşık bir mekanizma kurguladığı Ortadoğu'daki diplomasisine ayrılmış olmasıdır.
Indyk için kitaptaki anahtar kelime ve en önemli öğe istikrardır. Indyk'e göre istikrar, barışı doğası gereği bir sorun olarak gören Kissingercı aklın önceliğidir. Hedef barış değil istikrardır.
Indyk, Kissinger'ın bir ideal olarak barış fikrinin pratik siyasi değerine ilişkin şüphelerinin, ilk basılı kitabı olan doktora tezinin alt başlığının önerdiği gibi entelektüel ve kültürel olgunluğunun başlangıcından itibaren düşüncesine eşlik ettiğini belirtiyor.
Kissinger'ın 'A World Restored' (Yeniden Kurulan Dünya) başlıklı doktora tezinin alt başlığının; Barış sorunları, Meşruiyet ve Denge (Castlereagh ve Metternich'in Devlet Adamlığı Üzerine Bir Çalışma) olduğuna dikkat çekiyor.
İstikrarı sürdürmek için bir mekanizma olarak 'barış değil, barış sürecinden' yana olan Kissinger'ın zihninde barış, başından beri bir sorundu.
Kissinger 1973 savaşından sonra ikisi Mısır ile İsrail, biri de Suriye ile İsrail arasında olmak üzere ateşkes anlaşmaları imzalamakla yetindi, tüm ihtilaflı konuları ele alan kapsamlı barış anlaşmaları sağlamak için acele etmedi.
Bu nedenle Indyk'in kitabı, efsanevi diplomatın, Mısır ve İsrail orduları arasındaki denge oyununu, çeşitli başarı ve başarısızlıklarla, iki tarafın da barış sürecine girmesini sağlayacak bir askeri denge kurmayı nasıl başardığını ortaya koyuyor.
Kissinger iki tarafı da ulusal haysiyetlerini zedelemeden, makul bir ortak çıkar çerçevesinde barış masasına oturtabildi. Ortaya çıkan sonuç Washington için uygun olup, Sovyetler Birliği ile uzlaşma politikasına ölümcül bir darbe indirmeden, Rusya için rahatsız edici yeni bir Ortadoğu'nun inşasına olanak tanımaktaydı.
Indyk, kitabında birden fazla yerde, Kissinger'ın Mısır Başkanı Enver Sedat'a İsrail ile savaşmasının Washington'ın dikkatini çekerek Ortadoğu dosyasına yeniden dahil etmenin tek yolu olduğu yönünde dolaylı telkinlerde bulunduğunu yazıyor.
Bu, Indyk'in Kissinger'ın 'denge ve istikrar' teorilerini uygulamaya koymak için 1973 Savaşı'nın gerekli olduğuna dair gözlemleriyle örtüşüyor.
Şüphesiz birçok uygun koşul, tek başına bir adamın düşüncelerinin Ortadoğu'nun gidişatına etki etmesine izin verdi. Washington'un dış politikasında tüm o yıllar boyunca tabiri caizse büyük bir kargaşa hüküm sürmekteydi.
Siyasi ve askeri olarak Washington, Vietnam'dan aşağılayıcı bir çıkış yolundaydı. Kurumsal olarak, Nixon yönetimi, Başkan Yardımcısı Spiro Agnew'in istifası dolayısıyla büyük çatlaklarla karşı karşıyaydı.
Medyada ve kamuoyunda geniş yer bulan Watergate Skandalı, Beyaz Saray'ı kuşatmış ve Nixon ekibinin tüm odağını bu meseleye yoğunlaştırmasına neden olmuştu.
Başkentteki bu kaos ortamı sürerken 1973 Savaşı patlak verdi ve Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) üyesi Arap ülkeleri, petrol ambargosu silahına başvurdu.
Bu arada Sovyet-Amerikan çatışması, Washington'ın dünya çapında en üst düzeyde askeri hazırlığı harekete geçireceğini açıklamasıyla nükleer savaşın eşiğine geldi.
Indyk kitabını Amerikalı politika yapıcılara, 'ABD tarafından desteklenen yeni bir Ortadoğu düzeni inşa etmek için daha geniş bir stratejinin parçası olarak Kissinger'ın kademeli diyalog yaklaşımına geri dönmeleri' yönünde bir çağrı yaparak bitiriyor.
Elbette, kariyerinin çoğunu İsrailliler ve Filistinliler arasındaki 'barış sürecinde' yer alarak geçiren yazar, bu davetiyle başka bir dosyaya değil bu özel dosyaya atıfta bulunuyor. Oysa günümüzde Filistin-İsrail sorunu bölgedeki en öncelikli konular arasında görünmüyor.
Indyk'in Kissinger'dan öğrendiği en önemli husus, 'barışın dayatılması durumunda savaşa yol açacağı ve barış süreceğini bozacağı' yönündeki çıkarımıdır.
Indyk, Bill Clinton'ın son günlerinde Filistinlilerle yaşanan şeyin de tam olarak bu olduğunu ileri sürüyor. Bu yaklaşım, Kissinger'ın barış koşulları olduğunu söylediği şeyleri dikkate almadan BM-İran nükleer barışını zorla dayatmaya çalışan Başkan Joe Biden'ın yönetimi için önemli bir ders niteliğinde olabilir.
Indyk, "Kissinger, güç dengesinin yeterli olmadığını anladı. İstikrarın sürdürülebilir olması için aynı zamanda meşru olması gerekir; bu da sistem içindeki tüm büyük güçlerin bir dizi genel kabul görmüş kurallara uyması gerektiği anlamına gelir. Bu kurallara ancak yeterli sayıda ülkede adalet duygusu uyandırdığı takdirde saygı gösterilecektir. Gerekli olan bütün sorunların çözülmesi değil, düzeni sağlayan öğeleri zedeleyecek şikayetlerin çözüme kavuşturulmasıdır" diyor.
Kissinger, tanımladığı gibi bir meşru sistemin çatışmayı ortadan kaldırmayacağı ancak kapsamını sınırlayacağı sonucuna varıyor.
İran ile yapılan anlaşmanın sorunu, bölgede İran'dan kaynaklanan temel şikayetleri ele almamasıdır. Böylelikle ilgili ülkelerin anlaşmayı desteklemesi ve memnuniyetle karşılaması mümkün olmayacaktır.
İsrail, sınırlarında on binlerce İran füzesi konuşlandırılmışken bu anlaşmayı dikkate almayacaktır. Keza Körfez ülkeleri, İran Arap toplumlarında mezhep çatışmasını körüklüyorken ve bazı Arap ülkelerinde milis güçleri destekliyorken bu anlaşmayı kabul etmeye yanaşmayacaktır.
Bugün bölgedeki istikrar sorunu İsrail veya Soğuk Savaş kapsamındaki kamplaşmalardan değil, sürekli oyunun kurallarını ve dengeleri değiştirmeye çalışan devrimci bir rejim olan İran'dan kaynaklanmaktadır.
Ortadoğu'da istikrar sağlama vizyonu olmadan, barışı zorla dayatma ve zaman kazanma girişimleri, 1973'te olduğu gibi Washington'ı Ortadoğu'ya geri çeken yeni bir savaşa giden en kısa yol olacaktır.
O zaman savaşı başlatan Enver Sedat, savaş aracılığıyla barış ve adil bir çözümü hedefliyordu. Zira nükleer silahlara sahip olan İsrail'e karşı yapılacak savaşın konvansiyonel bir çerçevede kalacağını bilmekteydi.
Devrimci İran ise İmam Mehdi'nin ortaya çıkmasını hazırlamak için yıkımı yaygınlaştırmayı hedefliyor. İran'la nükleer barış yapma konusunda saf bir ısrarla sürüklendiğimiz bu savaşın nasıl seyredeceğini ise kimse bilmiyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil