Son yıllarda Alevilik üzerine yapılan bilimsel araştırmalarda artış görülüyor.
Bu araştırmalar sonucunda geçmişte az bilinen yeni bilgilere ulaşılıyor ve yeni iddialar ortaya atılıyor.
Bunlardan dikkat çekenlerden biri de Anadolu Aleviliğinin şekillenmesinde etkili olan kişilerden birinin de 11. yüzyılda bugünkü Irak topraklarında yaşamış olan Ebü'l Vefa Kürdi ya da diğer adıyla Ebü'l Vefa el-Bağdadi'nin olduğu iddiası.
Ebü'l Vefa'ya dair internet ansiklopedisi Vikipedia'da yer alan bilgilere göre M.S. 1026 yılında Kürt asıllı bir ailenin çocuğu olarak doğdu.
Asıl adı Muhammed b. Muhammed Arîz'di.
Babasının Hz. Ali'nin soyundan bir seyit olduğu Irak'ta Zabala bölgesinde yaşarken burada seyitlere yönelik baskı nedeniyle Kusan bölgesindeki Beni Nercis adlı Kürt kabilesine sığındığı, burada bir Kürt kızıyla evlendiği ve bu evlilikten Ebü'l Vefa'nın doğduğu gibi iddialar da mevcut.
Dönemine göre iyi bir eğitim alarak tahsilinin önemli bir kısmını Bağdat'ta yapan Ariz, ardından bugünkü Özbekistan sınırları içerisinde yer alan Buhara'ya giderek din ilimlerini öğrendi.
Ardından Bağdat'a dönerek burada dönemin bilinen etkili isimlerinden Muhammed eş-Şenbeki adlı şeyhe bağlandı.
Şenkebi, çok takdir ettiği Ariz'e "Ebü'l Vefa" ismini vermesiyle Ariz, bundan dolayı "Ebü'l Vefa el-Bağdadi" veya "Ebü'l Vefa el Kürdi" isimleriyle anılmaya başladı.
Kendini yetiştiren Ebü'l Vefa'nın da zamanla ünü ve görüşleri de yayılmaya tanınmaya başladı, kendi tarikatı oluşmaya başladı.
Heterodoks (kabul edilen dini görüşlere aykırı) öğeler de içeren görüşlerini benimseyenler de zamanla Vefai olarak anılmaya başladı.
Öğretileri Anadolu'da da yayıldı
Ebü'l Vefa'nın inanç öğretileri yaşamını yitirdiği M.S. 1107'den sonraki yıllarda da halifeleri (temsilcileri) aracılığıyla Irak, Suriye ve özellikle Anadolu'nun doğu ve Güneydoğu bölgelerinde anlatılmaya devam edilmişti.
Ebü'l Vefa'nın görüşleri özellikle Kürt aşiretleri arasında daha etkili olsa da örneğin Anadolu'daki en önemli temsilcisi bir Türkmen Alevi olan Dede Kargın'dı. O da Vefailerin Anadolu'daki temsilcilerinden biridir.
Ebü'l Vefa'ya dair araştırmaları yapan onun özellikle Alevi ocaklarına dair etkisini gündeme getiren isimlerden biri de ABD'de yaşayan tarihçi Ayfer Karakaya Stump.
Alevi dedelerinin özel arşivlerinde yüzlerce yıldır sakladıkları, otantiklikleri hakkında zerre şüphe olmayan belgeler var. Bunlar birçok dede ailesini Irak menşeli Vefai geleneği ile bağlantılı gösteriyor. Ama Kürt düşmanı zihniyet halen güneşi balçıkla sıvama peşinde, yazık.
— Ayfer Karakaya-Stump (@AyferStump) November 17, 2021
Twitter paylaşımından Irak menşeili Vefai geleneğine dikkat çekti
Alevi Bektaşi tarihi üzerine kitapları bulunan Karakaya, 17 Kasım'da Twitter hesabından yaptığı bir paylaşımda "Alevi dedelerinin özel arşivlerinde yüzlerce yıldır sakladıkları, otantiklikleri hakkında zerre şüphe olmayan belgeler var. Bunlar birçok dede ailesini Irak menşeli Vefai geleneği ile bağlantılı gösteriyor. Ama Kürt düşmanı zihniyet halen güneşi balçıkla sıvama peşinde, yazık" diyerek bu etkiyi bir kez daha gündeme getirdi.
Gerek Ebü'l Vefa'yı gerekse Vefailerin Anadolu Aleviliği üzerindeki etkilerini daha iyi öğrenmek için Karakaya ile yazılı bir röportaj gerçekleştirdik.
"Belgelere dayalı bir Kızılbaş / Alevi tarihi yazma gayretindeyim"
Öncelikle kendiniz hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz?
İstanbul doğumluyum. 1960'larda köyden kente göçmüş Sivaslı, Alevi bir ailenin çocuğuyum. İstanbul (Erkek) Lisesi ve Bilkent Üniversitesi mezunuyum. Doktoramı Tarih ve Ortadoğu Çalışmaları alanında Amerika'da Harvard Üniversitesi'nde yaptım. Doktora tezimde, Alevi dede ocaklarının aile arşivlerinde yüzyıllar boyunca muhafaza edilmiş olan belge ve yazmaları çalıştım. Bu yeni kaynaklar ışığında ve Alevi dede ocaklı ailelerin hikâyeleri üzerinden daha sahici, daha ayakları yere basan bir Kızılbaş/Alevi-Bektaşi tarihi yazma gayretindeyim, halen de bu yönde çabalarım devam ediyor.
Doktoradan sonra iki yıl Cornell Üniversitesi Yakın Doğu Çalışmaları bölümünde doktora sonrası çalışması yaptım, halihazırdaysa Amerika'nın Virginia eyaletinde bulunan William and Mary Üniversitesi Tarih Bölümü'nde doçentim. Ortadoğu, İslam ve Osmanlı tarihi konularında dersler veriyorum. Makalelerimin yanı sıra, bir Türkçe bir de İngilizce kitabım var. İkincisinin çevirisi halihazırda yapılıyor, İletişim Yayınları'ndan çok geç olmayan bir tarihte çıkacak diye umuyorum.
"19. yüzyıldan önceki Alevi belgelerinde Ahmet Yesevi'nin adı geçmiyor"
Aleviliğin çıkışında genelde Ahmet Yesevi'nin etkisinden bahsedilir. İncelediğiniz belgeler bunu doğruluyor mu?
Aşağı yukarı öyle denilebilir. Yanıtımı biraz daha ayrıntılandırırsam konu daha doğru anlaşılacaktır. Benim çalıştığım Alevi belgeleri arasında Ahmet Yesevi'nin adı sadece 19. yüzyıldan itibaren ocakzade dedelere verilen Çelebi icazetnamelerinde geçiyor, Daha doğrusu bunların ihtiva ettiği Hacı Bektaş-ı Veli'nin tarikat silsilesi içerisinde geçiyor. Daha eski Alevi belgelerinde ise -ki en eskisi 14 YY'ın sonu olmak üzere, 15 ve 16 YY'dan ve sonrasından olanları var aralarında- Ahmet Yesevi'nin adının geçtiği veya Yeseviliğe doğrudan veya dolaylı atıf yapan bir belge yok.
"Alevi dedeleri 19. yüzyıla kadar icazetname almak için Kerbela'ya gidiyordu"
Araştırmalarınızda Alevi ocaklarının Kerbela ile olan bağlantısına dikkat çekiyorsunuz. Nasıl bir bağlantı vardı?
İç ve Doğu Anadolu'daki dedelerin çoğu Çelebilerden önce icazetnamelerini almak için Kerbela'ya gidiyorlardı. Bunu hem sözlü anlatılardan biliyoruz (mesela bizzat benim annem anlatırdı) hem de belgeler teyit ediyor. Alevi belgelerimden anlıyoruz ki Kerbela'da İmam Hüseyin'in türbesinin avlusunda bir dergah varmış, dedeler icazetnamelerini oradan alır veya yeniletirmiş. Ancak 19. yüzyılın başlarından itibaren Kerbela'daki bu dergahla elde olmayan nedenlerle bağlar zayıflıyor, artık gidemez oluyorlar. Bundan dolayı dedeler yavaş yavaş icazet makamı olarak yüzlerini Kırşehir'e, Çelebi Bektaşilerine dönmeye başlıyor.
"Ahmet Yesevi'den sadece Velayetname'de bahsediliyor"
Kerbela'daki dergahın önemi neydi?
Araştırmalarım esnasında Kerbela'daki bu dergahın peşine düştüm ve Ankara Vakıflar Arşivi'nde vakfiyesini buldum. Vakfiyeye göre 16. yüzyılın ortasında Rum Abdalları tarafından kuruluyor ama zamanla Bektaşileşiyor, bunu da belgelerden takip edebiliyoruz. Benim gördüğüm, 16. yüzyıl ve sonrası Alevi belgelerinin çoğu bu dergahta düzenlenmiş, yenilenmiş veya onaylanmış. Bunların hiçbirinde de söylediğim gibi, Ahmed Yesevi geçmiyor. Yazmalar için de aynı şeyi söyleyebilirim. Alevi dede ailelerinin özel kütüphanelerindeki yazmalar arasında Ahmed Yesevi'ye atfedilen veya ondan bahseden hiçbir eser yok, en azından ben görmedim. Bunun tek istisnası Velayetname, ama o da ayrıca değerlendirilmeyi gerektiren önemli bir istisna tabii.
"Doğu Anadolu'daki birçok dede kendi ocakları için 'Hüseyni' derdi"
Çalışmanız sırasında az bilinen başka bir ayrıntıya denk geldiniz mi?
Az bilinen bir ayrıntıyı daha ekleyeyim: Doğu Anadolu'daki birçok dedenin, daha çok eski dedelerin, kendi ocakları için 'Hüseynî' demeleri (Bektaşilerden ve Erdebilîlerden farklı olarak) de aslında bundan dolayıdır, yani başlarının geleneksel olarak İmam Hüseyin'in türbesindeki dergâha bağlı olmasından dolayı.
"Aleviliği asıl şekillendiren Ebü'l Vefa demek doğru değil ama şecerelerin önemli kısmı onunla bağlantılı"
Anadolu Aleviliğini asıl şekillendiren kişi Ebü'l Vefa mı? Ebü'l Vefa'nın Alevilik açısından önemi nedir?
Anadolu Aleviliğini asıl şekillendiren Ebü'l-Vefa'dır demek doğru bir ifade değil. Olay şu: İç ve Doğu Anadolu'daki Alevi ocaklarının ellerindeki belgeler arasında en eski katmanı ağırlıklı olarak icazetnameler ve seyitlik şecereleri oluşturuyor ve bunların da -hepsi değil ama- çok önemli bir kısmı Ebü'l Vefa ve Vefailik bağlantılı. Yani icazetnamelerin çoğu Vefai icazetnamesi ve doğal olarak Ebü'l Vefa el-Bağdadi'nin adını zikrediyor, ayrıca seyitlik şecerelerinin de önemli bir kısmı ailenin seyitlik bağlantısını Ebü'l Vefa üzerinden kuruyor. Böyle yüzlerce belge var.
"Vefai tarikatının Doğu'daki birçok kolu zamanla Kızılbaşlıkla bütünleşmiş, bugünkü Alevi ocaklarına dönüşmüş"
Peki bu belgelerden vardığınız sonuç ne?
Dolayısıyla bu belgelerden şu çıkarımı yapıyoruz: Demek ki bugünkü Alevi dede ocakları arasındaki önemli sayıda ailenin tarihsel olarak Vefai Sufi geleneği ve seyit aileleri ile bir bağlantısı varmış, ta Safeviler öncesine giden. En azından bu aileler kendilerini o şekilde görmüş ve o şekilde kabul edilmişler. Yine bu ve diğer belgelerden görüyoruz ki Vefai tarikatının Doğu'daki birçok kolu zamanla Kızılbaş hareketiyle bütünleşmiş ve bugünkü Alevi ocaklarına dönüşmüş
"Güçlü bir Vefai damar var ama bu Kızılbaşlık eşittir Vefailik demek değil"
Yani Kızılbaşlık eşittir Vefailik mi?
Demek ki Kızılbaşlığın oluşumunda güçlü bir Vefai damar var, ama bu Kızılbaşlık eşittir Vefailik demek değil elbette. Zira bu Vefai kolları çeşitli şekillerde evriliyorlar ve değişim geçirerek Kızılbaş hareketine dahil oluyorlar. Baştan itibaren Vefailiğin çok güçlü bir Alici ve batıni damarı olmasına rağmen, Kızılbaşlıkla bütünleşmeden önce, en azından minimal anlamda (yani ilk üç halifeyi reddetmemek anlamında) Sünni görünüyorlar; dolayısıyla mezhepsel açıdan bugünkü ölçülere göre muğlak bir tavırları var.
"Vefai kökenli olmayan Alevi ocakları da mevcut"
Bütün Alevi ocakları Vefai kökenli mi?
Ayrıca Vefai kökenli olmayan Alevi ocakları da mevcut. Mesela doğrudan Safevi ailesinin bir uzantısı olan Şah İbrahim Veli ocağı var. Nurbahşî kökenli Musa Kazım ocağı var, Bedreddinî kökenli ocaklar var vs. Ayrıca Rum Abdalları var ki Kerbela Dergahı üzerinden Kızılbaşlıkla/Alevilikle doğrudan bağlantısını kurabildiğimiz en eski ve önemli derviş grubu bunlar. Resmi biraz daha karmaşıklaştırmak pahasına söyleyeyim: Rum Abdalları'nın da Vefailiğin gezginci koluyla muhtemelen güçlü bir ilişkisi var, ama sadece onlardan oluşmuyor. Bu Abdalların bir kısmı Bektaşilik içinde erirken, diğerleri sonradan Alevi ocak kurucuları oluyor. Nitekim bu kurucu dervişlerin adları halen Cemal Abdal, Hıdır Abdal, Üryan Hızır gibi ocakların adlarında yaşamaktadır.
Özellikle doğudaki Vefai kökenli ocaklar çok
Vefai etkisi bütün Alevi ocaklarını mı kapsıyor yoksa daha çok Doğu'daki Alevi ocaklarını mı? Hangi ocaklar Vefai kökenli..
Hayır, çok sayıda Vefai kökenli ocak var, özellikle Doğu'da, ama hepsi Vefai kökenli değil, yukarıda da söylediğim gibi. Benim yakından çalıştığım Vefai kökenli ocaklar arasında Ağuiçenler, İmam Zeynel Abidin Ocağı, Sinemilliler, Dede Kargın Ocağı gibi ocaklar var.
"Aleviliğin kökenini Orta Asya'da ve belli bir etnisitede değil, Anadolu'da ve komşu coğrafyalarda aramamız lazım"
Aleviliğin Orta Asya kökenli olduğu iddiası doğru mu?
Tüm bu bulgulardan hareketle, ben kitabımda Kızılbaş hareketini, Ali-ci ve batıni yönü güçlü ve siyaseten Osmanlı'ya muhalif Sufi ve derviş zümrelerinin bir koalisyonu olarak tarif ediyorum, bunlar arasında çeşitli Vefai kolları var, ama başkaları da var. Yani sözkonusu olan İslam cilası altında yaşayan Şamanizm, Zerdüştlük veya başka bir "öz" değil. Dolayısıyla Aleviliğin kökenini Orta Asya'da veya belli bir etnisitede değil, geç Orta Çağ Anadolusu ve komşu coğrafyaların çok etnikli derviş ve Sufi zümrelerinde aramamız gerekiyor. Bunlar arasında Türkmenler de var, Kürtler de var, Zazalar da. Kızılbaşlığı bu şekilde kavramsallaştırdığınızda birçok muammaya dönüşen konu da netlik kazanıyor aslında.
"Ebü'l Vefa, Alici bir Sünni"
Kayıtlara göre Ebü'l Vefa bir Sünni miydi?
Evet, Ebü'l Vefa, menakıbnamesine göre yukarıda söylediğim türde Ali-ci bir Sünni (teknik olarak söylersek, tevellayı benimsiyor, teberrayı benimsemiyor); ama o dönemde tüm Sufi çevreler bu anlamda Sünni zaten, Hallac-ı Mansur bile "Sıddıkî" diyor kendine. Her ne kadar Sufilikle erken dönem Şiiliği arasında bir etkileşim olduğu muhtemelse de, Şii Sufi tarikatlar sonradan ortaya çıkan bir olgu. Her şeyi tarihsel bağlamına göre değerlendirmek lazım.
"Ebü'l Vefa, Kadiri değil"
Kadiri tarikatı mensubu olduğu iddialarına ne diyorsunuz?
Ebü'l Vefa Kadirî değil; bunu kim iddia ediyor bilemiyorum. Genelde en eski tarikatlardan kabul edilen Kadiriliğin ve Rıfailiğin kurucuları Abdülkadir Geylanî ve Ahmed er-Rıfaî'den bir kuşak önce yaşamıştır Ebü'l Vefa. Bununla birlikte Vefailiğin, diğer Irak menşeli tarikatlarla, ama özellikle her ikisi de Güney Irak bağlantılı Rıfailikle belli şahsiyetler üzerinden iç içe geçmiş bir tarihi olduğu doğru, ancak bunun ayrıntısına girmeyeceğim. Burada önemli olan, Vefailiğin bu iki tarikattan daha eski bir Sufi geleneğini temsil ediyor olması, ancak buna rağmen çeşitli nedenlerle unutulmuş ve mirası farklı yerlere akmış bir gelenek Vefailik, o yüzden de literatürde pek fazla bilinmiyor(du), halen de hakkındaki bilgilerimizde önemli boşluklar var.
"Alevilikle benzerliği kuvvetli batini ve antinomian niteliği"
Vefai inancı ile Alevilik arasında nasıl bir benzerlik var?
Ebü'l Vefa'nın ve Vefailiğin bence esas ilginç yönü ve Alevilikle en doğrudan benzerliği, kuvvetli batıni ve antinomian (kurallara karşı) niteliği. Zaten işler bu noktada biraz karışıyor: Zira literatürde Sünnilik, şeriata uymayı da içeren bir paket gibi algılanıyor genelde. Oysa burada söz konusu olan minimal anlamda, yani ilk üç halifeyi reddetmemek anlamında bir Sünnilik, müteşerri boyutu yok veya zayıf. Bu, bugün pek düşünemeyeceğimiz bir kombinasyon, ama tarihte örnekleri var. Mesela Ebü'l Vefa menakıbnamesinde formel ibadetleri sembolik olarak yorumluyor, ruhların ölmediğine inanıyor, kadınlı-erkekli dini ritüeller yapıyor, içki içmekle itham ediliyor, sapkınlıkla suçlanıyor vs.
"Safevi etkisiyle derinleşen bir Alici-Şii damar var"
Vefailer sadece Alevileri mi etkiledi?
Anadolu'ya göçen Vefai kökenli Sufi ve dervişlerin bir kısmı burada ana akım Sünni-Sufi tarikatlara karışırken, diğerlerinin Alici rengi gittikçe derinleşiyor ve tevella prensibine teberrayı ekleyerek tam anlamıyla Alevileşiyorlar. Bu sürecin tabii bir de Safevi bouyutu var, yani Safevi etkisiyle derinleşen bir Alici-Şii damar var, ama öte yandan Safevilerden daha önce Rum Abdalları zaten bu dönüşümü yaşıyor, yani sadece Safevilerle ilgili değil, hatta onlar bile bu meselede Rum Abdallarını takip etmiş olabilir. Bu daha üzerinde çalışılmamız gereken bir konu, ancak benim hissiyatım, Hacı Bektaş'ın ve Horasan Erenlerinin bu açıdan kritik bir etki yaptıkları yönünde.
"Moğol işgalleriyle Anadolu'ya derviş akını oluyor. Hacı Bektaş da bunlardan biri"
Ebü'l Vefa'nın Aleviler üzerindeki etkisi Hacı Bektaş Veli'den fazla mı?
Hayır, hayır, mesele böyle basit, çift kutuplu karşılaştırmalar yapmaya uygun değil, biraz daha karmaşık ve çok katmanlı. Şimdi önce şunu belirteyim: Sık sık bizde adeta birbirinin muadili gibi kullanılan Rum Abdalları, Horasan Erenleri, Türkistan Pirleri gibi ifadeler var. Aslında bu üçü de farklı derviş zümrelerini ifade ediyor. Bunlardan ilk ikisi, bugün bildiğimiz şekliyle Alevi-Bektaşi geleneğinin oluşumunda hayati rol oynamıştır. Benim görebildiğim kadarıyla Rum Abdalları, içinde Vefai kökenli gezginci dervişlerin ağırlıkta olduğu, Anadolu'daki ilk önemli derviş zümresini temsil ediyor. Bunların çoğu Irak başta olmak üzere Anadolu'ya yakın, komşu coğrafyalardan bölgeye göçmüş dervişler. Daha sonra, Moğol işgalleriyle birlikte Anadolu'ya ikinci bir derviş akını oluyor, bunlar daha uzaktan geliyor, özellikle Orta Asya ve Iran coğrafyasından, bunlara Horasan Erenleri deniyor. Hacı Bektaş bunlar arasında, Dede Kargın da aslında bu ikinci dalgayla gelenlerden.
"Rum abdalları ile Hacı Bektaş'ın gelmesini istemiyor ama kendini kabul ettiriyor"
Yani Hacı Bektaş'ın gelmesinden önce de bu coğrafyada Aleviliğin öncüsü denebilecek inanç grupları mevcuttu diyorsunuz.
Velayetname'yi dikkatli okuduğunuzda zaten görüyorsunuz: Hacı Bektaş, Anadolu'ya geldiğinde Rum Abdalları bölgenin hakim derviş grubu konumunda, hatta Hacı Bektaş'ın gelmesini istemiyorlar, onu Bilad-ı Rum'a sokmamak için uğraşıyorlar. Ama sonunda Hacı Bektaş geliyor ve kendini Rum Abdallarına kabul ettiriyor, hem de Hz. Ali'nin "sırrının" taşıyıcısı olarak. Böylece Rum Abdalları ile Horasan Erenleri, daha özelde Hacı Bektaş kültü arasında bir etkileşim oluyor ve sonucunda yeni bir sentez oluşuyor, yeni bir maya tutuyor. Rum Abdalları da bildiğimiz koyu Alevi rengini bence bu süreçte alıyor, o anlamda Hacı Bektaş'ın önemli bir etkisi olduğunu düşünüyorum; nitekim Velayetname'de bu yönde ifadeler de var.
"Hem Vefai hem Bektaşi geleneği Aleviliğin oluşumunda önemli rol oynadı son şekli Şah İsmail verdi"
Bütün bunlara bakıldığında günümüz Aleviliğinin oluşumunda kimler etkili oldu?
Kısacası, hem Vefai hem Bektaşi geleneği günümüz Aleviliğinin oluşumunda önemli roller oynamış, hatta onlar da zamanla birbiriyle iç içe geçmiş. Tabii son noktayı koyan, Aleviliğe bugün bildiğimiz en son şeklini veren bir de Şah İsmail Hatayi var. Bütün bu süreç ve süreçlerin dinamiklerinin ayrıntılarına kitabımda girmeye çalışıyorum, burada daha fazla uzatmayayım. Gördüğünüz gibi bugünkü toplumlar ne kadar dinamik ve çok renkliyse geçmişteki toplumlar da öyle. İnsanlar tarihe dair basit anlatılar istiyor, ama gerçekte tarih çok zengin, çok karmaşık ve grinin çeşitli tonlarını içinde barındırıyor. Zaten tarih araştırmasını ilginç kılan da bence bu.
"İbadet dili Türkçe görünse de Alevilerin önemli kısmı Kürt-Zaza kökenli bunu inkar etmek imkansız"
Aleviliği genellikle Türklükle, Türkmenlikle eş değer tutma yönünde görüşler de var. Sizin çalışmanız bu algıyı kırıyor mu?
Şimdi önce etnik konuya bir cevap vereyim: Alevilik aslında başlı başına bir etno-dinsel kimlik, en azından zamanla yarı-etnik bir kimliğe dönüşüyor, ama tarihsel olarak Türkmen, Kürt ve Zaza toplulukları arasında yayılmış ve kök salmış. İbadet dili ağırlıklı Türkçe görünmekle birlikte, günümüzdeki Alevilerin büyük bir kısmı Kürt ve Zaza (kökenli), bunu inkâr etmek hem imkânsız, hem anlamsız, hem de o kimliği taşıyan kişiler için çok incitici.
"Vefailik meselesini kabullenmekte zorlananların olması Kürtlük bağlantısından"
Doğrudan Ebü'l Vefa'nın soyundan gelen Aleviler var mı?
Tarihsel olarak da aynı renkli tabloyla karşılaşıyoruz: Menakıbnamesine göre Ebü'l Vefa baba tarafından seyit olmakla birlikte, anne tarafından Kürt ve Irak'ta Kürt aşiretleri arasında büyüyor. Kendi şecerelerine göre bazı Alevi ocakları da doğrudan Ebü'l Vefa'nın yeğeninin soyundan geliyor. Zaten elimizdeki, otantikliklerini sorgulamamız için hiçbir bilimsel neden olmayan yüzlerce belgeye rağmen halen bu Vefailik meselesini kabullenmekte zorlananların olması da bu yüzden, yani Kürtlük bağlantısından. Oysa Safevi ailesinin büyük dedesinin Kürt olması bile olası, hatta muhtemel, ama anne tarafından Türkmen ve dilleri Türkçe(leşmiş). Buna mukabil Hacı Bektaş'ın Türk kökenine dair pek bir şüphemiz yok. Tabii hem Safeviler hem Hacı Bektaş aynı zamanda seyit, o şekilde kabul edilmişler ve ediliyorlar.
"Alevilik bünyesinde Şaman, Zerdüşt, Anadolu'nun kadim dinlerinden öğeler taşıyabilir"
Şamanlık, Zerdüştlük etkisi var mı?
Sorunuza daha doğrudan girecek olursam, evet, çalışmam bu tür "özcü" ve indirgemeci yaklaşımları kırıyor, en azından amaçlarından biri bu. Elbette Alevilik bünyesinde Şaman (veya Zerdüşt veya Anadolu'nun kadim dinlerinden) bağlantılar ve ögeler taşıyabilir. Zira inançlar zaten tarihsel olarak senkretiktir, yani inançlar boşlukta doğmaz, birbiri üzerine inşa edilir, birbirinden alır verir. Bu durum ne Aleviliğe özgüdür ne de onun ayırt edici özelliğidir. Ayrıca iyi tarihçilik açısından bu tür bağlantıları sadece dinsel motiflerdeki benzerlik üzerinden kanıtlanmış kabul etmek mümkün değildir. Bu tür etkileşimlerin tarihsel olarak kanıtlanması, bu etkilerin somut aktarım kanallarının da gösterilmesini gerektirir. Vefailiği özel kılan da bu, aktarım kanallarını somut olarak gösterebiliyoruz.
"Benzer mistik, batini, Alici gelenekler Anadolu'da bir araya geldi"
Sonuç olarak Alevilik, Horasan'dan (İran'ın kuzeydoğusu, Afganistan'ın batısı) ziyade Irak kaynaklı bir inanç mı?
Hayır, her iki kaynak da önemli. Buralardan akıp gelen benzer bazı mistik, batıni, Alici gelenekler Anadolu'da mecz (kendinde bir araya gelmek) oluyor.
Ebü'l Vefa'nın adı Aleviler arasında unutulmasında Safevi etkisi
Ebü'l Vefa bu kadar etkili idiyse Aleviler arasında, deyişlerinde, şiirlerinde neden hiç ondan bahsedilmez?
Bu şaşırtıcı değil, çünkü Ebü'l Vefa en eski katman. Gelenek evrilip "Alevileştikçe," yeni sentezi yansıtan yeni kültlerin öne çıkması normal. Zaten Kızılbaş hareketi içerisinde Safeviler başka Sufi geleneklerin bağımsız olarak devamına izin vermiyor. Vefai mirası hem Kızılbaşlık hem Bektaşilik içerisinde bir anlamda devam ediyor veya eriyor, bu esnada Ebü'l Vefa şahıs olarak hafızalardan siliniyor, ama geriye bazı silik izleri kalıyor. Bu konuda söyleyebileceğim başka şeyler de var, ama onları da başka bir söyleşiye saklayalım isterseniz. Bu arada yalnız şunu da unutmayalım: Ahmet Yesevi, hatta Hacı Bektaş bile Yedi Ulu Ozan'ın deyişlerinde hiç veya pek geçmez.
"Menakıbnamesi Kürt diyor"
Paylaşımınızdan yola çıkarsanız Ebü'l Vefa vurgusu yapmak Alevileri ve ocakları Kürtlere bağlar ve 'Alevilik Öztürk'tür algısını yıkar diye mi görmezden geliniyor yoksa bilinmediğinden mi?
Bilmeyen de vardır tabii, ama okuyan-çizen çevre için birinci şık daha doğru. 1930'larda yazan Abdülbaki Gölpınarlı da Ahmet Yaşar Ocak da bu konudaki rahatsızlıklarını bazı yayınlarında açıkça belli ediyorlar. Menakıbnamesi Kürt diyor, ama burada Kürt, göçebe, hatta Türkmen anlamında kullanılmış olabilir gibi şeyler söylüyorlar.
Bu açıdan bakıldığında Alevi Ocakları'nda Kürt etkisi Türkmen etkisinden daha mı fazla?
Böyle, ya o ya bu durumu görmüyorum ben, zaten yukarıdaki yanıtlarımdan da anlaşılmıştır.
"Kılıçdaroğlu'nun ocağı Kureyşan, Vefai kökenli görünmüyor"
Kureyşanlarla ilgili Dr. Kibar Taş'ın açıklamasında Kureyşanlıların kökeni ile Irak Kirmanşah olduğu iddia edilmişti. Çalışmanız bu iddiaları doğrular nitelikte mi?
Maalesef o çalışmayı okuma imkânım olmadı, o yüzden yorum yapamayacağım. Ben Kureyşanlıları çok yakından çalışmadım, ama ocağın belgesinin bir kopyasını ta yıllar önce Kemal Kılıçdaroğlu'ndan almıştım ve incelemiştim. Bu sınırlı çalışmaya dayanarak sadece Vefai kökenli bir ocak olarak görünmediğini söyleyebilirim, ancak ocağa ait başka belgeler başka şeyler de bize gösterebilir tabii, çalışmak lazım.
"Alevi ocaklarının ataları Anadolu'ya şaman olarak değil derviş, sufi, seyit kimliğiyle geldiler"
Son soru mevcut belgeler Alevi dedelerinin ehlibeyt soyundan olduğunu destekliyor mu?
DNA'larını bilemem tabii, ama bir tarihçi olarak şunu kesinlikle söyleyebilirim: Bazı Alevi dede ocakları çok eskiden beri (soy anlamında ve/veya sosyal anlamda) seyit olarak bilinmiş, tanınmış ve resmen de o şekilde kabul edilmiş. Bundan dolayı da çeşitli muafiyetlerden yararlanmışlar. Hem Osmanlı döneminde hem de Osmanlılardan önce. Yani bu ocaklı dedelerin ataları Anadolu'ya Şaman olarak gelmemişler, derviş, Sufi, seyit kimliğiyle gelmişler.
© The Independentturkish