18 Ekim'de iş insanı Osman Kavala'nın tutukluluğunun 4. yılı nedeniyle ABD, Fransa, Almanya, Hollanda, İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka, Kanada ve Yeni Zelanda büyükelçilerinin imzaladığı ortak açıklama, bir anda yeni bir gündem yarattı.
Kavala'nın serbest bırakılması talebi üzerine 23 Ekim'de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, şu ifadeleri kullandı:
Gerekli talimatı ben de dışişleri bakanımıza verdim. Ne yapması gerektiğini söyledim. 'Bu 10 tane büyükelçinin bir an önce istenmeyen adam ilan edilmelerini hemen halledeceksiniz' dedim. Bunlar Türkiye'yi tanıyacaklar. Türkiye'yi bilmedikleri, anlamadıkları gün burayı terk edecekler.
Sonuçta görüşmeler yapıldı ve iktidarın "zafer", muhalefetin "hezimet" olarak gördüğü açıklamalarla kriz hafifletildi. 10 ülkenin büyükelçisiyle Türkiye'nin oralardaki temsilcileri karşılıklı olarak "persona non grata" ilan edilmekten kurtuldu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
"Persona non grata" Latince'de "istenmeyen kişi" anlamına geliyor ve devletlerarası ilişkilerde bir ülkeye girip orada kalması söz konusu hükümet tarafından yasaklanan yabancı bir kişi için kullanılıyor.
Hukuki açıdan bu terimle yabancı hükümet temsilcileri hedef alınsa da, bazen Tibet'te Yedi Yıl (Seven Years in Tibet) filminde oynayan Brad Pitt gibi ünlüler de hükümetlerin tepkisini çekip "istenmeyen kişi" ilan edilebiliyor.
Ama bir de yakın geçmişten 5 diplomatik olay var ki bunlar ayrıca hatırlanmayı hak ediyor.
300'ü aşkın diplomatı yerinden eden büyük kriz
Böyle bir seçkide yakın dönemin en kapsamlı diplomatik krizinden bahsetmemek olmaz. 66 yaşındaki çifte ajan Sergey Skripal ve 33 yaşındaki kızı Yulia'nın 4 Mart 2018'de Birleşik Krallık'ta zehirlenmesi, "Rus istihbarat memurlarının tarihte karşılaştığı en yüksek sayıda toplu sınırdışı etme" kararlarına neden oldu.
O yaz Dünya Kupası'na ev sahipliği yapmaya hazırlanan Rusya, 18 Mart'ta düzenlenecek seçimler öncesi kendini uluslararası krizin göbeğinde buldu. Dönemin Dışişleri Bakanı Boris Johnson, suikast emrini Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in bizzat vermiş olabileceğini söyledi.
Olay sonrası bir ay içinde diplomatik gerilimin tavan yapmasıyla yaklaşık 30 ülkede görev yapan 153 Rus diplomat sınırdışı edildi. Rusya da bu ülkelere birebir mütekabiliyetle yanıt verdi. Birleşik Krallık'ta sayı 23'te kalırken, dayanışma gösteren ABD 60 kişiyi persona non grata ilan etti. Ukrayna 23, NATO 7, Almanya ve Fransa'ysa dörder diplomatla trafiğe katkıda bulundu.
Peki ne olmuştu? Bazıları bunları ve daha fazlasını BBC yapımı "The Salisbury Poisonings" (Salisbury Zehirlenmeleri) adlı üç bölümlük mini diziden biliyor olabilir ama bir daha hatırlatalım.
Batılı istihbarat örgütleri için de çalışan eski Rus ajanı Sergey Skripal ve kızı Yulia, Birleşik Krallık'ın Salisbury kentindeki bir bankta bilinçsiz halde bulunmuştu. Skripal'in evine gönderilen polis memuru Nick Bailey de rahatsızlandı.
Hızlıca yürütülen araştırmayla zehirlenmeden sorumlu maddenin Rus yapımı Noviçok sinir gazı olduğu tespit edildi. Zehrin özellikle Skripal'in evinin kapısında yoğunlaştığı gözlemlendi.
Tam herkes iyileşti denirken 30 Haziran'da da yaklaşık 10 kilometre uzaklıkta aynı zehri taşıyan bir parfüm şişesi iki kişiyi kötü etkiledi. Dawn Sturgess 8 Temmuz'da yaşamını yitirirken Charlie Rowley kurtuldu.
Birleşik Krallık, Rus askeri istihbarat kurumu GRU'dan üç kişiyi olayla ilgili olarak suçluyor. Sergey Fedotov adını kullanan Denis Sergeev, Anatoliy Chepiga kod adlı Ruslan Boşirov ve Aleksandr Petrov diye de bilinen Aleksandr Mişkin'in Rusya'da olduklarına inanılıyor.
Moskova iddiaları reddederken devlet medyası da olayın dünyayı Rusya'dan soğutmak için düzenlenmiş bir komplo olduğu iddialarını yaydı.
2018'de Rusya'da bin 600 kişiyle yapılan bir ankete göre Rusların yüzde 28'i olaydan Birleşik Krallık'ın istihbarat servislerinin sorumlu olduğuna inanıyordu. Zehirlenmeyle ilgili Moskova'yı suçlayanlar yüzde üçte kaldı.
20 Ağustos 2020'de muhalif lider Aleksey Navalni, Rusya içinde uçarken fenalaştı. Almanya'da tedavi altına alınan isimle ilgili haberlerde Noviçok'un adı geçti.
Son olarak geçen ay Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Birleşik Krallık'a sığınan eski Rus casus Aleksander Litvinenko'nun 2006'da Rus ajanları tarafından zehirle öldürüldüğü sonucuna vardı.
Bütün krizlere rağmen Batı Moskova'yı suçlamaya, Rusya'ysa bütün bu olanların dev komplolar olduğunu söylemeye devam ediyor.
Skripal ve kızıysa artık yeni kimlikleriyle Yeni Zelanda'da yaşıyor.
Çocuk kaçıran diplomat krize neden oldu
Rusya 2008'de de bu kadar ciddi olmayan ancak çıkış sebebiyle dikkat çeken bir başka krizle daha boğuştu.
Finlandiyalı bir babayla Rus ve Estonyalı bir annenin çocuğu olarak 2003'te Finlandiya'da dünyaya gelen Anton Salonen, yalnızca 6 yıl sonra adını tüm dünyaya duyuracaktı.
Çiftin arasındaki ipler gerilince anne Rimma, çocuğu 2008'de Rusya'ya götürdü. Finlandiya'daki mahkeme babadan izin alınmadan götürülen çocuğun kaçırıldığını belirten bir karar aldı ve velayeti babaya verdi. Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine Dair Lahey Sözleşmesi'ne dayanarak Avrupa çapında çıkarılan arama emri, bu sözleşmeye taraf olmayan Rusya'da geçerli olmadı.
Anne ve çocuğun izini Rusya'nın Balahna bölgesinde bulan baba, yasal girişimlere başladı. Annenin verdiği bilgilerin yanlış olduğunu ispatlayarak Anton'a verilen Rus vatandaşlığını iptal ettirdi.
12 Nisan 2009'da kaçırılan Anton, St. Petersburg'daki Finlandiya Konsolosluğu çalışanlarının yardımıyla saklandı. Ufak çocuk, 8 Mayıs'ta konsolosluk çalışanı Simo Pietiläinen'in kullandığı diplomatik otomobilin bagajında Finlandiya'ya kaçırıldı.
Olayı duyan Rus yetkililer harekete geçti. Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un açıklama talebini 20 Mayıs'taki diplomatik nota izledi. 8 Haziran'da Rusya Dışişleri Bakanlığı'na çağrılan Finlandiyalı büyükelçiye Simo Pietilainen'in persona non grata ilan edildiği bildirildi.
Finlandiya Cumhurbaşkanı Tarja Halonen konsolosluk görevlisini kınarken aynı ülkenin dışişleri bakanı Alexander Stubb eylemi savundu. Medyada pompalanan Rusya-Finlandiya gerginliği bir süre sonra duruldu.
Çocuğun velayeti babada kalırken Finlandiya'ya dönen anneye para cezası verildi. Rusya'ysa 2011'de mevzubahis Lahey Sözleşmesi'ni kabul etti.
"Persona non grata" enternasyonalizmi
1999'da Venezuela'da iktidara Hugo Chávez'in gelmesiyle etkilerini hissettirmeye başlayan "sol dalga" ilerleyen yıllarda neredeyse tüm Latin Amerika'da liderleri de değiştirmişti.
"21. Yüzyılın sosyalizmi"ni kurmaya talip olan isimlerden biri de Bolivya'daki Sosyalizme Doğru Hareket'in lideri Evo Morales'ti. 2006'da ülkede ilk kez bir yerlinin devlet başkanı seçilebileceğini gösteren Morales, 2008 eylülünde ABD'nin La Paz Büyükelçisi Philip Goldberg'i ''persona non grata'' ilan etti. Yetkililer, Goldberg'i özellikle ülkenin doğusundaki isyancıları kışkırtmakla suçladı.
ABD de cevaben Bolivya'nın Washington Büyükelçisi Gustavo Guzman'ı istenmeyen kişi yaptı.
İşte tam bu noktada enternasyonalizm devreye girdi ve Chávez de hemen Amerikalı Patrick Duddy için aynı kararın alındığını açıkladı. Kendi ülkelerinde ABD destekli bir askeri darbe planını açığa çıkardıklarını söyleyen Venezuela lideri, Evo Morales'le dayanışma sergilediklerini de vurguladı. Bolivya'da Morales'e muhaliflerin iktidara gelmesi durumunda, orada yapılacak silahlı direnişi destekleyeceğini sözlerine ekledi.
ABD'de George W. Bush dönemi sonrasında Chávez, Obama'nın aynı ismi büyükelçi olarak atamasını kabul etti.
Bolivya'da ise 2019'daki seçimlerin ardından muhaliflerin şiddet eylemlerine dönüşen protestoları, polisin isyanı ve ordunun çağrısıyla istifa etmek zorunda kalan Morales'in gidişi dahi ilişkileri eski seviyeye çekemedi. Bolivya 11 yıl sonra ABD'ye büyükelçi atasa da Washington, maslahatgüzardan daha üst seviyede bir diplomat görevlendirmedi.
BM Özel Raportörü Falk, İsrail'e alınmadı
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, 26 Mart 2008'de ünlü ABD'li hukukçu Richard Falk'u 1967'den beri işgal altındaki Filistin topraklarındaki İnsan Hakları Özel Raportörü olarak atadı.
47 üyenin oy birliğiyle alınan karar, İsrail ve ABD'nin tepkisini çekti. İsrail'in BM Büyükelçisi İshak Levanon, ülkesinin Gazze'deki Filistinlilere yönelik tutumuyla Nazi Almanyasının Yahudilere yaptıklarıyla paralellikler kuran Falk'un objektif olamayacağını öne sürdü. Sonradan Trump'ın ulusal güvenlik danışmanı olarak göreceğimiz John Bolton da Falk'un tarafsız bir değerlendirme yapmak yerine İsrail'e karşı daha fazla kanıt bulmak için çalışacağını ifade etti.
Filistin cephesinden yapılan açıklamadaysa bu görevlendirme övülürken "dünyanın her yerindeki Yahudileri temsil ettiği iddiasındaki İsrail'in uluslararası hukuk alanında 54 kitaba sahip Yahudi bir profesöre" karşı çıkmasının çelişkisine dikkat çekildi.
15 Aralık'ta Ben Gurion Havalimanı'na inse de alınmayan Falk, Batı Şeria ve Gazze'deki insan hakları ihlallerini yerinde belgeleyemedi.
İsrail'in Falk'u ülkeye almaması dünya basınında haber oldu ancak yeterli tepkinin gösterildiğini söylemek oldukça güç. İsrail'e yapılan çağrılar herhangi bir yaptırımın caydırıcılığını taşımayınca 27 Aralık'ta İsrail, Hamas saldırılarına yanıt verdiğini duyurarak bini aşkın kişiyi öldürdüğü Gazze Savaşı'nı başlattı.
Falk, yaklaşık üç hafta süren operasyonlar sırasında çok büyük savaş suçları işlenmiş olabileceğini vurguladı. Yazdığı raporlarda da Tel Aviv yönetiminin Filistinlilere zulmünü belgelese de İsrail 6 yıllık görev süresi boyunca hiçbir zaman onu ülkeye kabul etmedi.
Independent Türkçe'nin konuyla ilgili sorusuna yanıt veren Falk, şu ifadeleri kullandı:
Bir Birleşmiş Milletler üyesi olan İsrail, resmi BM görevlerinde işbirliği yapmak gibi bir yasal yükümlülük taşımasına rağmen, sürdürdüğüm BM görevini yerine getirmek için ülkeye girmeme hiçbir zaman izin vermedi.
Sınırdışı edilmemden daha rahatsız edici olansa BM üzerindeki gözdağı etkisiydi. Bu kararı tersine çevirmek ya da protesto etmek için hiçbir şey yapılmadı.
İsrail'in engeline İrlandaca engel oldu
Yine İsrail'de daha yakın tarihli bir örnekse ilginç bir başarısızlık öyküsü oldu.
Dublin Şehir Konseyi, 9 Nisan 2018'de iki önerge birden kabul ederek İsrail'in tepkisini çekti. Bunlar İsrail üstünde siyasi baskı kurmayı amaçlayan BDS (Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar/Boycott, Divestment and Sanctions) Hareketi'ni överken son iki haftada Gazze Şeridi'ndeki İsrail askerlerinin 30'u aşkın Filistinliyi öldürmesine karşı da İsrail'in Dublin Büyükelçisini sınırdışı etmesi çağrısı yapmıştı.
Bu gelişmeleri duyuran Dublin Belediye Başkanı Mícheál Mac Donncha, önce ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıma kararını; barış, uzlaşma ve adalete hizmet etmeyeceğini belirterek eleştirdi. Sonra da Batı Şeria'daki Filistin yönetiminin daveti üzerine ertesi gün bölgeye giderek Kudüs'ün statüsü hakkında bir konferansa katılacağını açıkladı.
İrlanda'dan gelen haberleri büyük tepkiyle karşılayan İsrail yönetimi, Tel Aviv'deki havalimanını kullanacak olan İrlandalının ülkeye sokulmayacağını 10 Nisan'da dünyaya duyurdu. Gerekçe olarak da Mac Donncha'nın BDS hareketini destekleyen Dublin merkezli İrlanda Filistin Dayanışma Kampanyası'yla (IPSC) bağları gösterildi.
Aynı günün akşamı İsrail İçişleri Bakanlığı'nın Mícheál Mac Donncha'nın ülkeye girmesine izin verilmeyeceğini açıkladı. Ancak bir de bakıldı ki, İrlandalı çoktan Tel Aviv'deki havalimanından Batı Şeria'ya geçmişti bile. Makamının resmi Twitter hesabında İsrailli yetkililerin beceriksizliğini ortaya koyan bir paylaşım yaptı.
I can confirm I am in Ramallah and preparing for tomorrow's conference. https://t.co/b8LVLF193y
— Lord Mayor of Dublin (@LordMayorDublin) April 10, 2018
İçişleri Bakanlığı'ndan ilk yapılan açıklamada Mac Donncha'nın, ismi ülkeye alınmayacaklar listesine eklenmeden İsrail'e girmeyi başardığı söylendi. Sonra geri adım atılarak hata itiraf edildi.
Mícheál MacDonncha listeye unvanı "Ardmhéara" ile birlikte kaydedilmiş, pasaportunda İrlandaca "Dublin Belediye Başkanı" anlamına gelen bu ifade bulunmayınca da hiç fark edilmeden İsrail'e girmeyi başarmıştı.
İrlandalı konferansa katıldı. İsrail İçişleri Bakanı Aryeh Deri, ona dönüş yolunda gelecekte İsrail'e giremeyeceğini bildiren bir mektup vereceklerini söyledi.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Facebook'ta yaptığı paylaşımla öfkesini yansıttı:
Dublin Belediye Başkanı Donncha, Ramallah'taki İsrail karşıtı bir konferansa katıldığı için kendinden utanmalı.
© The Independentturkish