Dünya iki modelle karşı karşıya: Yenilenlerin yükselişi, kazananların kafa karışıklığı

Uyumluluk ve ılımlılık, Londra ve Washington'ın "dogmatiklerinin" bugünlerde yararlanabilecekleri iki ders olabilir

Fotoğraf: Reuters

Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson'ın bu yılın sonuna kadar uzamasının olası olduğunu söylediği krizi, Londra'da benzin istasyonlarının önündeki kuyrukları gördüğümde aklımdan birçok düşünce geçti.

Bu arada ABD, yaldızları Afganistan topraklarında dökülen güvenilirliği için ağır bir bedel ödüyor ve kusurları artık herkesçe bilinen Ortadoğu politikasının dağınık parçalarını topluyor.

Ya da hemen hemen öyle yapıyor...

Birleşik Krallık'taki birçok kişi yalnızca ekonomik ve yaşamsal düzeyde değil, aynı zamanda siyasi düzeyde de mevcut kaos ve karışıklık için Avrupa Birliği ailesinden tek taraflı çekilme (Brexit) macerasını suçluyor.

Bugün Londra, İskoçların ayrılma tehdidiyle en az Brexit macerası kadar felaket bir inatla yüzleşiyorlar.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Londra dün, Avrupa'dan ayrılma yolunda ilerlemek için halk referandumu yoluyla demokratik seçeneği gerekçe olarak kullanırken bugün referandumda büyük çoğunluğunun Avrupa'da kalmaktan yana oy kullandıklarını bildiği İskoçların demokratik seçimine nasıl karşı çıkıp da bağımsızlıklarını engelleyebilir?

Dahası Londra, tüm verilerin bağımsızlık çağrısında bulunanların zaferiyle sonuçlanacağını gösterdiği yeni bir İskoç referandumunu engellemekte ısrar ederse, yaşanacak psikolojik, düşünsel ve ulusal bölünmeden nasıl bir Birleşik Krallık (BK) çıkabilir?

BK bileşenleri arasındaki "geniş ulusal anlayışın" çöküşüyle ifade bulan ulusal bölünme ABD'de daha da güçlü.

Gerek sağdaki gerekse solda aşırı popülizmin büyümesi karşısında Cumhuriyetçi ve Demokrat partiler içindeki iki ılımlı akım, etkilerinde bir gerilemeyle karşı karşıya.

Amerikan arenasında daha acı verici olan, bölünmenin -aslında kutuplaşmanın- ülkenin demografik, ekonomik, kültürel ve örgütsel dokusunda meydana gelen değişimin ışığında hızlanması ve yeniden şekillenmesidir.

Bu değişiklik sadece iki büyük partinin doğasına değil, aynı zamanda yandaşlarının ve destekçilerinin özelliklerine de yansıdı.


Özellikle sağda, gerek İngiltere gerekse ABD'de ortak nokta İngiliz Muhafazakar ile Amerikan Cumhuriyetçi partilerde Afrikalı, Asyalı ve Latin kökenli liderlerin öne çıkması.

Oysa geçen yüzyılın ikinci yarısı boyunca bu liderlerin doğal sığınakları sol ve merkez partiler olmuşlardı.

BK'da -aşırı sağcı çizgideki- Muhafazakar hükümetin başı Türk kökenli. Maliye, İçişleri ve Sağlık Bakanları Hint asıllı. Eğitim Bakanı'nın kökeni Kürt. Enerji ve Ticaret Bakanları Afrika asıllı.

Dahası beyaz ve Hristiyan bir burjuvaziye tabi olan mevcut Dışişleri Bakanı eylemci solcu bir ailenin kızı!


ABD'de de durum pek farklı değil. Cumhuriyetçi Parti içinde sağcı Latin, Afrika ve Asya kökenlilerin varlığı artıyor.

Bunlar arasında Senatörler Ted Cruz (Teksas), Marco Rubio (Florida) ve Tim Scott (Güney Carolina) bulunuyor.

Bu yöndeki en son gelişmelerden biri, eski başkan Donald Trump'ı destekleyen sağcı Cumhuriyetçilerin, (Senatör Tim Scott gibi) Afrika kökenli eski bir sporcu olan Herschel Walker'ı güneyin etnik açıdan hassas en büyük eyaletlerinden biri olan Georgia'da yaklaşmakta olan Senato ara seçimleri için aday göstermeleriydi.


Bu nedenle iki ülkede olanlar, ekonomik ve sosyal kültürlerde bir değişim, bireysel başarıya aşırı değer veren, bunu ortak iyiliğin ve toplumun bileşenleri arasında gerçek bir arada yaşamanın doğruluğun önüne geçiren, kendi kendini yetiştirmiş bir sınıfın ortaya çıkmasıdır.

Bireyin önce geldiğini düşünen "kendi kendini yetiştirmiş fanatikler" Margaret Thatcher ve Ronald Reagan dönemleri belki de bu eğilimin asıl başlangıcıydı.

Hatta Thatcher'a göre toplum diye bir şey yoktu.


Diğer yandan İkinci Dünya Savaşı'nın kazananları olan BK ve ABD'den farklı olarak yenilen iki büyük güç, Almanya ve Japonya'da farklı bir siyasi kültür şekillendi.

Harap olmuş ve toprakları bölünmüş, yeniden ayağa kalkmak için bir "Marshall Planı"na ihtiyaç duyan ve böylece, 1945'ten sonra yükselen Sovyet devi tehdidine karşı bir tampon Avrupa gücü oluşturan Almanya'da, Konrad Adenauer adındaki bilge bir lider içeride ülkesini, dışarıda Avrupa'daki konumunu yeniden inşa etmekte büyük rol oynadı.

Alman ekonomik mucizesinin mimarı lakaplı halefi muhafazakar CDU Partisi lideri Ludwig Erhard da Adenauer'in ayak izlerini takip etti.

Daha sonra iktidar partisinin değişmesine rağmen sosyalist lider Willy Brandt, Moskova'ya yönelik "doğu politikası" ile Almanya'nın Kıta'nın kalbindeki merkezi ve ağır dengeleyici rolünü pekiştirdi.

Ardından hakkında konuşmaya dahi gerek olmayan Alman başarılarının arka planında Almanya'nın biri muhafazakar diğeri sosyalist iki büyük partisi, bir arada yaşama, koalisyonlar ve yumuşak iktidar değişimi kültürü oluşturdular.

Belki de bunun en iyi kanıtı, Protestan bir rahibin ve Doğu Almanya'nın kızı olan Angela Merkel'in köklü Katolik muhafazakar partisiyle yaşadığı deneyimin başarısı, Almanya'nın birleşmesinden sonra partisinin sosyalistler, liberaller ve Yeşiller ile olan geniş uzlaşılarını 16 yıllık bir istikrar dönemi boyunca yönetmekteki etkin liderliğidir.

Bugün, sosyalist Olaf Scholz yeni hükümete başkanlık edecek olsa bile öncelikle geniş bir koalisyona liderlik etmek zorunda.

İkincisi kendisi Merkel'in yardımcısı ve maliye bakanıydı.
 

 

Diğer yandan Japonya da Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atılan atom bombalarından sonra yerle bir oldu ve neredeyse sıfırdan yeniden inşa edildi.

Ayrıca Soğuk Savaş hesapları, Çin'de komünistlerinin zaferi ve "Kore Savaşı"nın patlak vermesinin gölgesinde, Washington mağlup deve yardım etmekten ve kızıl Çin tehdidiyle yüzleşmesi için onu ayağa kaldırmaktan başka çare bulamadı.

Bu noktada Japon realist politikacılar, muhafazakar Liberal Demokrat Parti ile Japonya Demokrat Parti'nin tek bir büyük partide birleştirilmesiyle cisimleşen otoriter bir elit sınıf kurmayı başardılar ve bu sınıf 1945 sonrası Japonya'nın büyük bir bölümünde siyasi hayata egemen oldu.

Almanya'daki yumuşak iktidar geçişi gibi, Japonya da bu hafta 70 yaşındaki Liberal Demokrat Parti'nin şu anki başkanı ve başbakan Yoshihide Suga'nın halefi ve partinin yeni lideri olarak Fumio Kishida'yı (64 yaşında) seçerek iktidar geçişini tamamladı.


Hiroşima milletvekili olan Kishida, sokağın tercihi değildi. Sokak, rakibi Taro Kono'yu tercih ediyordu.

Ancak uzlaşıya dayalı yaklaşımı ve parti içindeki kanatların liderlerinin güvenini büyük ölçüde kazanması sayesinde Kishida, aşırı sağdan iki kadın bakanın da katılımıyla dörtlü bir rekabete sahnesi olan parti içi seçim yarışını büyük bir çoğunluk ile kazandı.

Bu aynı zamanda ılımlılık ve uyumluluğun da zaferi.

Japonya'nın önünde ekonomik sorunları çözebilecek, Kovid-19 salgını meydan okuyacak, Doğu Asya'da artan gerilim ve geleneksel müttefik ABD'nin uluslararası politikadaki kafa karışıklığı ortasında ülkeyi ileri taşıyabilecek geniş tabanlı bir hükümete sahip olma fırsatı bulunuyor.

Kısacası uyumluluk ve ılımlılık, Londra ve Washington'ın "dogmatiklerinin" bugünlerde yararlanabilecekleri iki ders olabilir.

Özellikle de uluslararası durum, ister agresif, maceracı ve yayılmacı bölgesel güçler, isterse "Doğu-Batı çatışması" günlerini şiddetle arzulayan büyük güçler aracılığıyla olsun, soğuma ve sağduyudan ziyade çatışma ve yüzleşmeye daha yakın görünürken...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU