Yıllarca hayranlıkla ve tamamen zevk için izlediğim bilim kurgu filmleri, sonraları içinde bulunduğum toplumdaki gözlemler ve okumalarım neticesinde gerçekleşmeye başlayan küçük kehanetler halini almaya başlamıştı.
Yıllarca komplo diye konuştuğumuz her olay birer birer gerçekleşir olmuştu.
Modern zamanlar Arthur Clarke'ın tabletler, dudak okuyabilen bilgisayarlar, uzay istasyonları, uzay turizmi gibi masum tahminlerinin ötesinde çılgınlıklar getiriyordu karşımıza.
Her ne kadar akademisyen olmamız hasebiyle olası her türlü çetrefilli öngörü bize günah olarak sayılıp hemen komploculukla suçlansak da nihayetinde üstad Clarke'ın dediği gibi "Yay burcuyum ve yay burçları kuşkucudur."
Geçenlerde Reuters'dan bir haber düşmüştü önüme. Haberde, Çinli bir şirketin 52 ülkeden milyonlarca hamile kadının gen örneklerini topladığı yazıyordu.
Habere göre şirketin sattığı doğum öncesi testler aracılığıyla, kadınlara ait gen örnekleri toplanıyor ve bunlar popülasyonların özellikleri üzerine kapsamlı araştırmalar yapmak için şirketin merkezinde depolanıyormuş.
Anne karnındaki ceninde kromozom anomalileri olup-olmadığını tespit eden test, hamileliğin 10'uncu haftasından itibaren plasentadaki DNA'ya bakılarak uygulanıyormuş.
İddia o ki; BGI (Beijing Genomics Institute) isimli şirket, fetüste down sendromu gibi anormallikleri tespit etmek için satılan doğum öncesi testlerden kalan kan örneklerini ve genetik verileri depolayıp yeniden analiz ediyormuş.
52 ülkede satılan testleri şimdiye kadar 8 milyon kadının kullandığı ifade edilirken, yine iddiaya göre BGI isimli şirket aynı zamanda Çin ordusu ile de ilişkiliymiş.
Haberi okurken içime bir kuşkudur düştü. Bu ülkeler arasında biz de var mıyız diye kısa bir araştırma yapınca, BGI ile Türkiye'den bir şirketin 2017 yılında Shenzhen'de iş birliği anlaşması imzaladıklarını gördüm.
Üstelik bunun öncesinde şirketin 2014 yılında doğum öncesi genetik test teknolojisi için 16 ülkede patent aldığı ve bu ülkeler arasında Türkiye'nin de bulunduğuyla ilgili haberler de mevcut.
Yabancı bir şirketin Türkiye'deki gen verilerine erişmesi ciddi bir ulusal güvenlik meselesiyken, Çin'in 2015'den beri yabancı araştırmacıların Çinlilerin gen verilerine erişimini kısıtladığını hatırlatmak gerekiyor.
Türkiye mevzusu daha detaylı bir yazının ve araştırmanın konusuyken, asıl meselemize tekrar dönmek istiyorum.
Gen verilerimizi neden topluyorlar?
Çin yaklaşık 5 yıldır ülkedeki erkeklerin DNA bilgilerini topluyor. Ulusal bir DNA bankası oluşturmak istediklerine dair niyetleri de daha önce basına yansımıştı.
Avusturalya'da bir düşünce kuruluşu olan ASPI'nin konuyla ilgili raporuna göre Çin, ülkedeki toplam erkek nüfusunun yüzde 10'nun genetik bilgilerini toplayıp bunun üzerinden ülkedeki 700 milyon insanla genetik bağlantılar oluşturmak istiyor.
Çin hükümeti toplanan genlerin daha çok erkeklerle ilişkili suçların çözümünde yardımcı olacağını ifade etse de birçok uzman bu sayede ülkedeki sosyal kontrolün derinleştirilmeye çalışıldığını söylüyor.
Çin'in kendi ülkesinde bu tür araştırmalar yapması, genetik bilgiler toplaması, DNA bankası oluşturması gayet normal. Zaten birçok ülke de aynı şeyi yapıyor.
Fakat burada önemli olan mevzu Çin'in dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan insanlara ait genetik verileri de toplaması.
Reuters'ın haberiyle gündeme gelen BGI, birçok ülkeden genetik veri toplamakla suçlanıyor.
Örneğin dünyayı kasıp kavuran küresel salgın sonrasında, BGI'nin birçok ülkede Kovid testleri yaptırmak için laboratuvarlar kurdurması da bir başka dikkat çekici konu.
Önemli bir küresel oyuncu olan BGI'nin en az 18 ülkede laboratuvarlar kurduğu ve ABD dahil 180 ülkeye kovid test kitleri sağladığı ifade ediliyor.
BGI'nin Türkiye'de de bir Türk firması üzerinden böyle bir anlaşma yaptığı biliniyor.
Burada küçük bir parantez açarak şunu sormak gerekiyor;
Bizim de genetik verilerimiz herhangi bir araştırma için BGI ile paylaşıldı mı?
Çin Dışişleri Bakanlığı tüm bu iddiaları yalanladı ve yazılanları karalama kampanyası olarak niteledi.
Fakat devletlerin genetik verilerimizi topladığı bilinen bir vaka ve bunu sadece Çin yapmıyor.
Devletler bu bilgiler sayesinde küresel ilaç imalatına egemen olabiliyor, genetik yapısı değiştirilmiş askerler ya da başka bir ülke nüfusunu ve gıda zincirini hedef alabilecek genetiği değiştirilmiş patojenler geliştirebiliyorlarmış.
Genetiği değiştirilmiş askerler ve patojenler bir yana ileride yapay zekâ alanındaki ilerlemeler genetik verinin kullanımını çok daha değerli kılabilir.
Zira yapay zekâ algoritmalarının ihtiyacı olan tek şeyin olabildiğince veri olduğunu biliyoruz.
Ve ilerde gerçek anlamda bir yapay zekâ oluşturulursa bu devasa veri havuzuyla neler yapılabileceğini kestirmek gerçekten zor.
Üstelik verinin yapay zekanın işlevselliğinde de çok önemli bir rolü bulunuyor.
Çünkü yapay zekâ doğrudan data ile öğreniyor ve bunlar sayesinde çözümleme yapıyor.
Yapay zekayı ne kadar besleyebiliyorsanız o kadar güçlü öğrenme modelleri oluşturabiliyorsunuz.
Çin ve ABD arasındaki yapay zekâ mücadelesini ve Çin'in son zamanlarda yapay zekâ konusunda ne kadar hızlı ilerlediğini düşündüğümüzde ise verinin kıymeti bir kez daha ortaya çıkıyor.
Çünkü sisteminizi ne kadar fazla datayla zenginleştirirseniz rekabet olasılığınız o kadar yükseliyor.
Anlayacağınız sadece teknik ilerleme işe yaramıyor. Bunu besleyecek bir de havuza ihtiyacınız var.
Bu sebeple yapay zekâ yatırımları yapan ve bu alanda öncü olmak isteyen devletler için DNA havuzu oluşturmak da oldukça stratejik.
Şimdiye kadar genetik verilerimizin nasıl ve neden toplandığını anlatmaya çalıştım.
Şimdi ise Çin'in yapay zekâ konusunda nasıl bir ilerleme gösterdiğini iki küçük paragraf ile size aktarmak istiyorum.
Size kalan şey ise sadece yukarıda ve aşağıda yazılanları birleştirmek.
Çin bundan dört yıl önce yayımladığı "Yeni Nesil Yapay Zekâ Geliştirme Planı" ile 2030 yılına kadar yapay zekâ alanında lider olma hedefini tüm dünyaya ilan etmişti.
Aradan geçen dört yılın sonunda Çin yapay zekâ konusunda dünyada en fazla akademik makale üreten ülke haline geldi.
Scopus'un verilerine göre, 2018 yılında Çin'de yapay zekâ alanında 24 bin 929 akademik makale yazılmışken, aynı yılda ABD'de üretilen makale sayısı 16 bin 233. Dünyadaki toplam sayı ise 143 bin.
Çin, yapay zekâ ile ilgili alınan patentlerde de dünya lideri konumunda. Çin'in sadece 2017'de yüz tanıma teknolojisi ile ilgili 900 patent aldığını biliyoruz.
Henüz ABD'nin gerisinde olmasına rağmen, Çin dünyanın en hırslı ve en kapsamlı yapay zekâ stratejisine sahip ülkesi diyebiliriz.
Bu gidişle ABD ile arasındaki açığı da yakın zamanda kapatması oldukça olası görünüyor.
Yapay zekâ, Çin'in devasa nüfusunu kontrol etmede Çin'e hayati avantajlar sunacak.
55 farklı etnik unsuru bünyesinde barındıran ve liberal kavramları kendine tehdit olarak gören Çin, olası bir toplumsal huzursuzluğun daha başlamadan önüne geçmede yapay zekânın bilgiyi işleme gücüne oldukça güveniyor.
Yani Çin, yapay zekâya yapılan yatırımı önleyici savaşın bir parçası olarak görüyor. Bu yolla olası bir saldırıyı daha saldırı gerçekleşmeden önlemek istiyor.
Kısacası, 1,4 milyar insanı yapay zekâ entegre edilmiş makinelerle izlemek ve analiz etmek ve tarihte bugüne kadar eşi görülmemiş bir ulusal gözetim sistemi oluşturmak bu çalışmaların en önemli motivasyonlarından biri.
Neyse lafı fazla uzattım. Durum kısaca böyle. Allah'tan komploculuğu hiç sevmiyorum. Yoksa çıkar Kovid salgını ile genetik verilerimiz arasında bağlantı kurmaya çalışırdım.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish