"Ben memleketiyle birlikte bedenen ve ruhen yıkılmış bahtsız bir hünkarın kızıyım. Bugün Cumhuriyet kurulmuş, ailemiz vazifesini yapıp geçmiştir. Türk milletinin bizleri artık dedikodu mevzuu etmesi ayıptır, çünkü milletimiz için Osmanlı tarihi iftihar edilecek bir mirastır. İmparatorluk ayrı bir devirdi fakat o da Türk’ündü, tıpkı bugünkü Cumhuriyet gibi…"
Rukiye Sabiha Sultan
Tahtını istemeyerek terk etmek zorunda kalan, İstanbul İşgal Orduları Komutanı General Harrington’a "Burada hayatımı tehlike altında gördüğümden İngiltere devletine sığınır ve bir an önce başka bir yere götürülmemi talep ederim" diyen bir adamın, devrik padişah Vahdettin’in en küçük kızıydı Sabiha Sultan. Millî Mücadele başarıya ulaştıktan, Cumhuriyet ilan edildikten sonra San Remo’daki villasından dönemin ABD Başkanı Coolidge’e yazdığı mektupta, Büyük Millet Meclisi’nden "isyancı fitne" diye söz edip sürgün kararının insan haklarına aykırı olduğunu, bu konuda kendisine yapılacak yardımları ise pek değerli sayacağını söyleyen Vahdettin’in evladıydı Sabiha Sultan.
Deprem, katliam ve sarayda yaşam…
Dünyaya geldiğinde tarih 2 Nisan 1894’tü. Tam ismi Rukiye Sabiha Sultan-ı İliyyetü'ş-şân Hazretleri, resmi unvanı "Devletlu" idi. Babası daha sonra Osmanlı’nın son padişahı olacak Sultan Vahdettin, annesi Vahdettin’in ilk eşi Emine Nazikeda Kadınefendi’ydi. Sabiha Sultan doğduğunda tahtta Sultan Abdülhamid vardı. Babasının tahta çıkması pek bir uzak ihtimaldi. Kimine göre Ortaköy’deki sarayda gerçekleşmişti doğumu. Kimi sözlü kaynaklara göre ise Nazikeda Kadınefendi babasının Adapazarı Beynevit’teki köy evini ziyaret ettiği sırada… Şüphesiz bu yüzden Beynevitliler "Biz toprağında Osmanlı Prensesi doğmuş köyüz" demişlerdi. Ve tartışmaya lüzum yok, o prensesin yıllar sonra sürgün edilmek zorunda kalacağından bihaberdiler. Beynevit, içinde Abhaz ve Rum nüfusun da olduğu küçük bir köydü. Köyün sakinleri Osmanlı Devleti’nin tarihçileri vakanüvislere tanık olduklarını böyle anlatmışlardı. Yine de resmi kayıtlarda Sabiha Sultan’ın sarayda dünyaya geldiği yazılacaktı.
Sabiha Sultan’ın doğduğu sene imparatorluk karmakarışıktı. Topraklar çoktandır elden çıkmaya başlamıştı. Kıbrıs, Tunus, Mısır, Girit üstündeki hakimiyet yitirilmiş, toplamda 1 milyon 600 bin kilometrekarelik toprak yitirilmiş, devletin Galata’daki bankerlere bile borcu birikmiş, kapitülasyonların üçüncü evresiyle birlikte yabancı şirketlere imtiyazlar çoktan tanınmaya başlanmıştı. 19. yüzyıldaki Sanayi Devrimi Osmanlı’yı altüst ediyordu. İmparatorluğun başkentinde kolera salgını hakimdi. Tüm bunların üstüne, Sabiha Sultan henüz üç aylıkken bir de deprem ekleniverdi.
Zelzele-i Müthişe, 10 Temmuz 1894’te meydana gelmişti. Toplamda 18 saniye süren 7 büyüklüğündeki peş peşe depremler durumu daha içinden çıkılmaz hale getirmişti. Resmi kayıtlar Adapazarı, Yalova, Sapanca ve İstanbul’da bin 300’den fazla insan öldüğünü söylüyordu. Depremden önce kırlangıçlar korkup yuvalarından uçmuş, büyük sarsıntı Marmara Denizi’nde bir buçuk metrelik tsunamiyi beraberinde getirmişti. Kentte tarif edilemez bir panik vardı. Kuşlar ancak ortalık durulduğunda geri dönebilmişti.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
1894 aynı zamanda Hamidiye Katliamları’nın gerçekleşeceği tarihti. Padişah Abdülhamit, Osmanlı toprakları içinde yaşayan Ermenilere yönelik mezalim başlatmıştı. İmparatorluk dağılmak üzereydi. Ve İstanbul yönetimi emperyal bölgelerinin korunması için çaresizce ümmetçiliğe sığınmaya başlamıştı. Bir çıkış, bir kurtuluş yolu aranmaktaydı. Binlerce Ermeni hayatını kaybederken, henüz küçük bir kız çocuğu olan Sabiha Sultan’ın bağlı olduğu hanedanının başındaki kişi Fransız basınında "Ermeni kasabı" olarak resmedilmekteydi.
İstanbul-Adapazarı hattında batılı bir Osmanlı prensesi
Tüm bunlar olup biterken, Sabiha Sultan sık sık annesi ile Adapazarı’ndaki dedesinin yanına gidiyor, onun çiftliğinde köy hayatını da tadıyordu. İstanbul’da ise batılı bir prenses gibi büyütülüyor, ablası Ulviye Sultan ile birlikte sarayda Mlle Voçino’dan piyano dersleri alıyordu. Zaman içinde o ve ablası çok iyi birer piyaniste dönüşecekti. Mine Sultan Ünver’in tahayyül edişiyle, muhtemelen yatak odasındaki piyanoyu pencerelerden birinin önüne yerleştirmiş, gece perdeleri açıp denize vuran mehtabı seyrederek notalar arasında geziniyor, İstanbul’un eşsiz güzelliği ve melodiler arasında kendinden geçiyordu…
Şair Yahya Kemal’in farklı bir sultan diye nitelediği kadındı Sabiha. Akıllıydı, güzeldi, babası Vahdettin’in mahrem-i esrarı, sırdaşı, en küçük kızıydı. 4 Haziran 1918’e gelindiğinde hala evlenmemişti. İtilaf devleti güçlerinin İstiklal Caddesi’nden askerî geçit töreni yapmasına yani başkentin işgaline birkaç ay daha vardı. 3 Temmuz 1918 günü Sultan Reşat’ın ölümüyle babası Vahdettin, 57’sinde Osmanlı tahtına çıktı. Dört ay sonra imparatorluğun başkentinin işgali ile birlikte halk iyice fakir düşecekti. Paranın artık değeri kalmamış, yokluk baş göstermiş, ekmeğin fiyatı 12, zeytinyağının 23, şekerin ise 60 kat artmıştı. Ve sadece üç yıl önce Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki askerlerin başarıya kavuştuğu Çanakkale Harbi’nde Boğaz’ı geçemeyenler, şimdi gemilerle İstanbul’a gelip demir atmıştı.
Herkes hükümdar damadı olmak istiyor
Osmanlı topraklarının talibi çoktu. Osmanlı padişahı Vahdettin’in küçük kızı Sabiha Sultan’ın da öyle. Onunla evlenecek olan erkek sadece "damat" değil, "Damad-ı Şehriyâri" yani "hükümdar damadı" unvanını alacaktı. Bir yandan Anadolu’da Millî Mücadele sürerken, bir yandan da damatlık savaşı yaşanıyordu. Millî Mücadele esnasında, Sabiha Sultan evlenene dek sarayda toplam 20 damat bulunmaktaydı. Ama asıl hedef padişahın kızıydı.
Sabiha Sultan’ın Sadrazam Tevfik Paşa’nın oğlu İsmail Hakkı (Oktay) ile evli olan ablası Ulviye, kardeşinin gönül işleriyle yakından alakadardı. Önceleri damatlığa en yakın olanlar içinde Müşir Ahmet Paşa’nın yeğeni Mehmet Ali Bey vardı. Kimi kaynaklar ise evlilik için düşünülen ilk ismin Rauf Bey (Orbay) olduğunu söylüyor. Trablusgarp ve Balkan Savaşları’nın öne çıkan karakteri, nam-ı diğer "Hamidiye Kahramanı" Rauf Bey.
Aynı yıl içinde Osmanlı’nın Bahriye Nazırı olarak görev yapan ve birkaç ay içinde Osmanlı Devleti’nin çöküş belgesi Mondros Mütarekesi’ni hükümet adına imzalayacak kişi olan Rauf Bey... İşte Sabiha Sultan’ın gönlünde yatan isim buydu. Sabiha Sultan’ın ablası Ulviye durumu eşi İsmail Hakkı Bey’e açtı. O da soluğu Rauf Bey’in yanında alıp vaziyeti izah etti. Rauf Bey’in verdiği cevap Sabiha Sultan’ı hiç ama hiç mutlu etmeyecekti:
Ben askerim, Sultan’ın dizinin dibinde geçirecek vaktim yok!
Rauf Bey, Mahmud Kemal Paşa, Fuad Bey…
Bir başka teoriyse bunun doğru olmadığını, evlilik talebinin Rauf Bey’den geldiğini, asıl reddedenin ise Sabiha Sultan olduğunu söylüyor. Saray’a evlilikle ilgili resmi talepte bulunan ilk kişi mi? Yine üst düzey bir isim… Savunma Bakanlığı Müsteşarı Mahmud Kemal Paşa’ydı. Mahmud Kemal Paşa belki üst düzey bir isimdi ama talebinin ardından sarayın etraflıca giriştiği tahkikattan babasının bir dönem seyislik yaptığı bilgisi çıkacak, o teklif de evlilikle sonuçlanmayacaktı.
Sonra Sabiha Sultan’ın karşısına bir başka talip çıktı. Fuad Bey... O da yıkılmak üzere olan devletin başındaki adamın damadı olmayı ümit edenler arasındaydı. Hayli şişmandı. Kuzey Irak’ın Süleymaniye bölgesindeki Baban aşireti mensubuydu. Osmanlı’ya karşı üç büyük Kürt isyanından birini gerçekleştirilen aşiretin ferdiydi. Aynı zamanda Anadolu’daki milli mücadeleye karşı 1908’de kurulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti’nin de üyesiydi. Saray ve Sabiha Sultan, Babanzade Fuad Bey’in de evlilik teklifini geri çevirdi. Yıllar sonra Türkiye Cumhuriyeti hükümetinde Millî Savunma Bakanlığı yapacak olan dönemin genç yüzbaşısı Saffet Bey (Arıkan), Şamlı Teğmen Suphi Bey ve birkaç kişinin daha sarayın kapısında olduğu söyleniyordu. Ama Sabiha Sultan hiçbirine olur vermedi.
Sünni Sultan’dan "kız isteyen" Şii hükümdar
Sadece memleket içinden değil dışarıdan da talipleri vardı Sabiha Sultan’ın. Zamanın İran Şahı Ahmed Kaçar Han gibi. Babası sürgün edildiği için 11 yaşında tahta çıkmak zorunda kalan Şah, İstanbul’daki büyükelçisini devreye soktu bu iş için. Hatta Vahdettin’in damadı İsmail Hakkı Bey’e "Arslan ve Güneş Nişanı" verip nabız yokladı Sabiha Sultan için.
Vahdettin damadı İsmail Hakkı Bey’e "Nişanı alıp ortadan kaybol. Sünni bir İslam Halifesi, kızını Şii bir hükümdara veremez!" yanıtı vererek bu isteği de geri çevirdi. İran Şahı daha sonra bizzat İstanbul’u ziyaret edecek, Vahdettin Şah’ın evlilik talebinden haberdar değilmişçesine davranacak ve konu kapanacaktı.
Sabiha Sultan’ı Mustafa Kemal mi istedi?
"Damatların hepsi de gündüzlerini sultan saraylarının selamlığında dalkavuklarıyla geçirip, geceleri harem ağası mumları yanmış bir altın şamdanla görününce hareme giden kimselerdir"
Bu sözlerin sahibi Nahid Sırrı Örik. Örik, tarihe merakıyla bilinen, hatta bu yüzden çevresinden dışlanmış bir roman ve oyun yazarıydı. Dahası Osmanlı döneminin damatlarıyla ilgili yaptığı bu tespit kendi kişisel gözlemlerine dayanıyordu. Kuşkusuz, o dönem memleketi kurtarmaya soyunan Mustafa Kemal Paşa, vaktini saray dalkavukları-harem arasında geçirecek bir kimse değildi. Çanakkale’deki kahramanlığı dilden dolaşmaktaydı. 40’larına yaklaşmıştı.
Ve birkaç yıl içinde ardında koca bir enkazı devralıp cumhuriyeti ilan edecek bu genç askerin Osmanlı padişahının kızına talip olduğu, Sabiha Sultan ile evlenmek istediği söylenecekti. Ama hikâye iki taraflı gibi görünüyor. Bir yanda herkesin peşinden koştuğu 20’lerinin ortasındaki sultan ile evlenmek isteyen bir adam; öte yanda Sultan Vahdettin’in kızıyla evlenmesi için yanına en güvendiği adamlarını yollattığı geleceği parlak bir kumandan… Kesin olan tek şey var elde. O da Mustafa Kemal Paşa ile Sabiha Sultan’ın evlilik ihtimalinden geriye kalan tek belgenin o günlerden yıllar sonra, 1968’in bir kasım ayında İstanbul Yeşilyurt’ta kayda geçeceğiydi.
Başbakan soruyor, Sabiha Sultan yanıtlıyor
Mülakat şeklinde kaleme alınmış bu hatırat Sabiha Sultan’ın ortanca kızı Hanzade Sultan’ın dünürü Suat Hayri Ürgüplü ile yaptığı sohbete dayanıyordu. Ürgüplü aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık koltuğunda 8 aylığına oturmuş bir isimdi.
Herkesin yıllardır konuşup doğrulayamadığı o meseleyi nazikçe şöyle sorup şu cevabı alıyordu eski başbakan:
- Duyduğumuza göre, Mustafa Kemal Paşa sizi istemiş, pederiniz razı olmamış. Doğru mudur?
- Evet, istemiş. Benimle konuşmuş değildir ama ben çekindim ve istemedim. Zira önümde hiç de iyi örnek olmayan Enver Paşa ile Naciye Sultan’ın hayatı vardı. Sonra, tanınmış bir kumandanla aile hayatı kurabileceğimi inancım yoktu.
Sabiha Sultan’ın Mustafa Kemal’in o dönemki rakibi, ittihatçıların gözdesi Enver Bey ve evliliğinden söz etmesi boşa değildi. 1909’un sonunda henüz paşa olmayan Enver Bey, Berlin’de ataşemiliter olarak görev yapıyordu. O dönem tahtta oturan Sultan Reşat’ın yeğeni Emine Naciye Sultan ile evlenmiş, saraya damat olmuştu. Hem de kendisinin katılmadığı bir merasimin ardından! O sırada sadece 12 yaşında olan Naciye Sultan’ın nişan yüzüğünü Enver Paşa’nın annesi Dolmabahçe Sarayı’nda parmağına taktığında Enver Paşa İstanbul’da bile değildi. Bundan iki yıl sonra yine Enver Paşa olmaksızın bir de nikah gerçekleşmişti. Enver ancak beş yıl sonra, 1914’te Nişantaşı Kuruçeşme Sarayı’ndaki zifaf düğünlerine katılabilmişti. Sabiha Sultan’ın sadece bu başlangıç ve meşguliyetten dahi hayli olumsuz etkilenmiş olabileceğini varsaymak mümkün görünüyor.
Haremağası: Paşa, Sultan Vahdettin’e "Ben sana gösteririm" dedi
Evlilik talebinin Mustafa Kemal Paşa’dan geldiğini öne süren bir başka iddia, daha doğrusu tarihi bir dedikodu var ortada. O da Sultan Vahdettin’in haremağası Mazhar’ın tanıklığı. Mazhar’a göre Mustafa Kemal Paşa, Sabiha Sultan’ı kimseyi araya koymadan hükümdardan bizzat istemiş, Vahdettin’in "Sabiha başkasını seviyor" yanıtını vermesinin ardından ise odayı "Ben sana gösteririm!" diyerek terk etmişti. Peki haremağası bu işin ayrıntısını nasıl biliyordu? Yanıt aslında tam da işine mahsustu: "Kapıyı dinliyordum!"
Tabii bunlar hikâyenin sadece bir yönü. Bir başka anlatıya göre ise Sabiha Sultan ile evlenmek isteyen Mustafa Kemal Paşa değildi. Bu izdivacın gerçekleşmesini arzu eden bizzat Vahdettin’di. Vahdettin o sıralar henüz padişahlık makamında oturmuyor, İspanyol nezlesinden mustarip Sultan Reşad’ın ölümü bekleniyordu. Trablusgarp ve Bingazi işgal edilmiş, 12 ada Yunanistan’ın işgal etmemesi için "geri verilmek suretiyle" İtalya’ya emanet edilmiş, I. ve II. Balkan savaşlarıyla birlikte İmparatorluk iyice sallanmış, Almanya’nın yanında I. Dünya Harbi’ne girilmişti. Vahdettin bu siyasi iklimde tahtı beklerken, Mustafa Kemal Paşa da çektiği böbrek sancılarını bir nebze olsun dindirebilmek için 13 Mayıs 1918’de yola koyulmuştu.
Sultan Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa’ya haber yolluyor
Rotası, bugün Çek Cumhuriyeti sınırları içinde yer alan, o dönem henüz yıkılmamış olan Avusturya Macaristan İmparatorluğu’ndaki Karlsbad kentiydi. Yolda saman nezlesine yakalandı. Önce hastaneye yattı. Ardından kaplıcalarıyla bilinen, temiz havası ve suyuyla hastalığına iyi geleceğini düşündüğü bu şehre doğru yol aldı.
Yola koyulmadan evvel Vahdettin kendisine musahibi (yaptığı konuşmalarla padişahın güzel zaman geçirmesini sağlamakla görevli kişi) İbrahim Bey’i yollamıştı. Ancak elçi, Mustafa Kemal’e gerçekleştirdiği ziyaretinde karşısında genç kumandanı bulamamış, malum izdivaç konusunu Mustafa Kemal yerine yaveri Cevat Abbas’a (Gürer) iletmişti. Veliaht, Sabiha Sultan’ı Mustafa Kemal ile evlendirmek istiyordu!
Talat ve Enver Paşa ile Fethi Bey (Okyar), bunu öğrendikten sonra Mustafa Kemal’i evlenmeye zorladılar. Aslında bu ikna çabasının ardında siyasi nedenler yatıyordu. Bu üç isim de ölmek üzere olan Sultan Reşad’ın yerine geçecek Vahdettin’in düşünce ve tasarılarına pek güvenmiyorlar, içlerinden birinin yani Mustafa Kemal’in geleceğin padişahına yakın olmasını istiyorlardı. Mustafa Kemal Paşa, önceleri ne evet ne hayır dedi. Daha sonra kurulacak cumhuriyet hükümetlerinde Mustafa Kemal’in ölümüne değin Dışişleri Bakanlığı yapacak olan Dr. Tevfik Rüştü Aras bu olayları anarken "Ben bu işin olmayacağına o kadar inanıyordum ki ona hiç karışmadım" diyecekti. Peki ya Mustafa Kemal Paşa? Bu sorunun yanıtı, İstanbul’da bir gece yürüyüşünün ardından ortaya çıkacaktı.
Mustafa Kemal izdivaç meselesini açıyor
Mustafa Kemal Paşa, Karlsbad’taki kaplıcalarda birkaç gün kaldı. Daha önce Goethe’nin, Chopin’in, Puşkin’in, Mozart’ın gittiği kaplıcalarda o da şifa aramıştı. 28 Temmuz 1918’te buradan ayrıldı. Viyana üzerinden memlekete geri döndüğünde durum hiç de iç açıcı değildi. Birkaç aya Mondros Mütarekesi imzalanarak devletin çöküşü ilan edilecek, 13 Kasım 1918’de ise İstanbul işgal edilmeye başlanacaktı. Dersaadet bir süredir eskisi gibi değildi. Şehir tam bir karışıklık içindeydi. Galata Köprüsü’nün bir yakasındaki "Türk İstanbul" derin bir üzüntüye gömülmüşken köprünün öte yanındaki Beyoğlu’nda müttefik askerleri ve kumandanlara yaranma yarışı çoktan başlamıştı.
Mustafa Kemal, bin 600 kilometrelik uzunca bir yolun ardından artık İstanbul’daydı. Bir akşam vakti Pera’dan çıktı. Yanında Dr. Rasim Ferit Talay, aklında ise şu evlilik meselesi vardı. Maçka Kışlası’nın hemen karşısındaki parka dek uzunca yürüdüler ve solunmak için bir sıraya oturdular. Mustafa Kemal, lafı Sabiha Sultan’a getirdi. Arkadaşının bu işe ne diyeceğini merak ediyordu. Doktorun sayacağı üç madde bu evliliğin namümkün olduğunu kanıtlayacak nitelikteydi:
1- Sen iki ay içinde herhangi bir kadından bıkarsın.
2- Bir sultan ile evlilik hayatı sana ağır gelecek bir merasime tabiidir. Yanına gidebilmek için izin istemelisin ya da onun davetini beklemelisin.
3- Eğer Sabiha Sultan ile evlenirsen ta’n ettiğin (dil uzattığın) Enver Paşa’ya benzersin.
Mustafa Kemal, doktorun sözlerini dinledikten sonra "Tek dostum senmişsin, herkes bu işi yapmam için ayak diriyor" dedi. Ve bundan böyle evlenmesi için ısrar edenlere "Bir daha bu meseleyi ağzınıza almayın" mesajını verdi.
Tarihçiler ne diyor?
Profesör İlber Ortaylı da 2011’de 19 Mayıs etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen "Mütareke Dönemi ve İstanbul’dan Samsun’a Uzanan Yolda Atatürk" başlıklı panelde Sabiha Sultan-Mustafa Kemal arasındaki hikâyeyi doğrulayanlardan. Hatta Mustafa Kemal ile Sabiha Sultan’ın görüştüklerini, Sultan’ın kendisini beğendiğini ama bu işin daha sonra olmadığını söylüyor.
Konuyla ilgili bir başka tarihçi Deniz Som ise "Vahdettin, kızını vermek için Mustafa Kemal’in peşinden koşmuştur. Atatürk öneriyi ‘Ağıza bile alınmasın’ diye reddetmiştir" diyor. Ve Sabiha Sultan… Yıllar sonra eski başbakanlardan Ürgüplü’ye meseleyi doğrulayan Sabiha Sultan bir de şöyle diyecekti:
Mustafa Kemal Paşa gayet yakışıklıydı. Ateş gibi gözleri vardı, alev alev yanıyorlardı. Ama evlenemezdim, zira Faruk’u seviyordum.
Sabiha Sultan’ın "Faruk" dediği hem kuzeni hem son Osmanlı halifesinin oğlu Ömer Faruk Efendi’ydi. Avrupa’nın bile namını duyduğu bu yakışıklı adam kimdi? Bir yandan Sabiha Sultan’a gönül veren şehzade neden Mustafa Kemal’in yürüttüğü Millî Mücadele’ye katılmak istemiş, nasıl Fenerbahçe Kulübü başkanlığına seçilmişti?
Tüm bunlar da bir sonraki yazıya…
Kaynakça:
- Murat Bardakçı, Neslishah: The Last Ottoman Princess, Oxford University Press
- Ata, Vahdettin’in kızıyla evlenmek istedi mi?, NTV 20 Mayıs 2011
- Leyla Açba, Bir Çerkes Prensesin harem hatıraları
- Çağatay Uluçay, Padişahların kadınları ve kızları, Türk Tarih Kurumu Yayınları
- Murat Bardakçı, Sultani Besteler: Osmanoğulları’nın Son Padişahı Mehmed Vahideddin’in Eserleri
- Ahmet Gürel, Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Mayıs 2019
- Sabiha Sultan, Wikipedia
- Saraydan Sürgüne Vahdettin’in Saraylısı Anlatıyor, Timaş Yayınları
- Prof. Dr. Hamiyet Sezer Feyzioğlu, 1894 İstanbul Depremi Hakkında Bir Rapor Üzerine İnceleme, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi
- Vahdettin Mektubu, ABD Ulusal Arşivi
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish