İstanbul semtleri: Tatavla'dan Kurtuluş'a; Nerede o karnavallar?

İstanbul’u İstanbul yapan hikâyeleriydi. O hikâyeler dar sokakların çıktığı semtlerden doğardı, bir kagir binada, bir kiraz ağacında ya da pencere kenarındaki bir sardunyada büyürdü. Büyüyen hikâyeler renk olurdu o sokaklarda, karnaval olurdu...

Daha külhanbeyleri çıkmamış meydana, tulumbacılardan kimseler korkmamış, henüz tersaheneciler varmamış yokuşlarına, ustalar çırak bile değilken daha Kirazlıköy imiş bu yokuş yukarı semtin adı. Kiraz ağaçlarının bolluğundan dolayı aldığı Kerasahori (Kirazlıköy) ismini Cenevizliler gelene kadar sürdürmüş. Hacı Ahmet’in eteklerinden başlayan bu köy, Yenişehir’e kadar yayılıyor. Her iki yanından dereler akan Kirazlıköy adım adım büyüyor ve İstanbul’un külhanbeyiyle, karnavalıyla, neşesiyle ünlü bu semti nice yangınların ardından yeniden ve yeniden doğuyor.

1200’lü yıllarda Bizanslıların verdiği ticaret imtiyazları sonrasında Cenevizlilerin Galata'ya yerleşmesiyle semtin kaderi değişiyor. Cenevizli tüccarların atları için kurulan tavlalar (ahır) nedeniyle semtin ismi Yunanca’da çoğul eki olan ‘ta’nın eklenmesiyle Tatavla oluyor. O dönem yokuşlarıyla İstanbul’un ulaşılmaz köyü, bugün kentin göbeğindeki en kalabalık yerlerinden bir tanesi olan semtin öyküsünü anlatacağım. Bu öyküde bana Kurtuluşlu yazar Hüseyin Irmak ve Aya Dimitri Kilisesi Vakfı Başkanı Dimitris Zotos eşlik ediyor. İki beyefendinin dilinden, hafızasından Kirazlıköy’den Tatavla’ya, Tatavla’dan Kurtuluş’a kadar uzanan semtin hikâyesini aktaracağım.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Kirazlıköy'den Tatavla'ya

“Semtin kuruluşunu Kanuni ile başlatıyorlar oysa bu yanlış” diyor Hüseyin Irmak. Semtin hikâyesinin çok daha eski bir döneme “uzandığını söylüyor ve Kanuni döneminin daha çok gelişme dönemi olduğuna dikkat çekiyor:

“Osmanlı dönemine gelindiğinde Hristiyanların at binmesi yasaklanıyor. İyi ve kaliteli otlakları olan Tatavla kamulaştırılıyor ve sarayın beylik otlakları oluyor. Köy fakirleşiyor. Kanuni zamanında iki göç yaşanıyor bu köye. Kasımpaşa’da Müslüman topluluğun nüfusu artmaya başlayınca Rumları Tatavla’ya gönderiyorlar. İkonalarının da alınması söyleniyor çünkü kiliseyi camii yapacaklar. Bugünkü Camii Kebir’dir o kilise. İkinci göç dalgasının da mimarı Barbaros Hayrettin Paşa. Esir olarak getirdiği denizciler var, tersanede çalışmak üzere. Bir süre sonra güven kazanınca azat edilen bu esirler memleketlerine dönmüyor. Tatavla’ya yerleşiyor ve tersanede çalışmaya devam ediyorlar.”

Aya Dimitri Kilisesi Vakfı Başkanı Dimitri Zotos giriyor söze. Tersane işçilerinin artık Kasımpaşa’ya sığmaması sonucu, yeni adreslerinin Tatavla olduğunu söylüyor. Ardından Irmak yeniden devam ediyor ve iki göç dalgasının ardından Tatavla’nın yavaş yavaş büyüdüğünü ve nüfusunun arttığını ve bu homojen yapının uzun bir süre korunduğunu anlatıyor:

“Homojenliğini sağlayan şey fakirliğiydi. Fakir olunca bir alt kültür grubu haline geliyorsun ve ötekileştiriliyorsun. Bu bir isyan duygusunu geliştiriyor ya da bir rejime güvenin azalıyor. Bu da müziğine, yemeğine yansıyor. O yüzden meyhanesi fazladır, külhanbeyi meşhurdur Tatavla’nın.”

Bir Pera değil ancak sosyal hayatın çok gelişkin bir semt olduğunu söylüyor Zotos ve ekliyor:

“Orta ve düşük gelirli ailelerin yaşadığı bir semtti. En önemli kültürel faaliyeti de Tatavla Karnavalı’ydı. Bu karnavalda takılan maskelerle sosyo-ekonomik farklılıklar ortadan kalkardı, herkes eşit olurdu.”

Zotos ve Irmak bu homojenliğin korunmasını sağlayan bir fermandan söz ediyor. Teyit edilemese de padişah III. Selim tarafından verilen bu ferman sayesinde Tatavla’ya Rum toplumundan başka toplumların yaşamasına izin verilmiyor. Zotos, bu sayede Tatavla’nın daha kapalı bir semt olduğundan bahsediyor.

Her ne kadar homojen bir yapısı olsa da semt her daim kontrol altında. Tam dört noktaya karakol kurulur. “Devlet bile giremiyor” sözünün aslı astarı olmadığını söylüyor Irmak:

“Semte devlet görevlilerinin girmemesinin sebebi yokuş. Kışsa çamurlanacak, yazsa toz olacak. Bunu yapmak yerine kilisenin zangocunu karakola çağırıyorlar. Orada ne bildirilecekse bildiriliyor, o da halkına aktarıyor.”

 

Kimliksizleştirilen bir semt

İki katlı ya da tek katlı ahşap yapılar… Tozlu toprak yollar… 19. Yüzyıla kadar böyle bir görünüme sahip Tatavla. Bu tarih itibariyle yangınların da etkisiyle kagir yapılar belirmeye başlıyor semtte. Pangaltı ve Sinemköy etrafında Levantenlerin yerleşmesiyle sosyo-ekonomik açıdan gelişen Tatavla’da tramvay yolu üzerinde apartmanlar kurulmaya başlar. Böylelikle Tatavla ismi kuzeye kadar uzanıyor. Irmak, Ermeni cemaatinin de bu tarihlerde Tatavla’ya geldiğinden bahsediyor:

“Önce Ermeni tüccarlar geliyor. Tüccarların gelmesi cemaatleri geliştiriyor ve kiliseler oluşuyor. Ermeni kiliselerinin hepsi 19. yüzyıl sonrası yapılmıştır. O dönem Yahudi ve Levantenler geliyor. Sinemköy, Feriköy, Pangaltı Levanten, Yahudi mahalleleridir.”

Takvim artık 1927 yılını gösterir. Çıkartılan bir kanunla İstanbul’daki Türkçe olmayan mahalle ve semt isimleri değiştirilir. Tatavla’da önce sokakların adları kaybolur. Fotika Babadağ olur, Konstantin Baysungur, Evangelistrias Dolapdere…

1929 yılında çıkan yangın yalnızca evleri yok etmez. Tatavla ismini de İstanbul haritasından siler. Önce bir evdeki sobadan çıkan yangın daha sonra kaçak rakı imalinden dolayı çıkan bir yangına dönüşür. Irmak, semte o dönemde atfedilen “Küçük Atina” lafının bu tarihte İstanbul basınında çıkartıldığını ve ötekileştirmek amacıyla kullanıldığına dikkat çekiyor:

“Devletin resmi kurumlarının Tatavla yangınının başlangıcında iradi bir düzeni yoksa bile bunu fırsata çevirdi. Durum en iyi ihtimalle böyle.”

Yangının ardından Kurtuluş ismini alan semt yavaş yavaş o homojenliğini kaybetti. 3,5 yaşında Kurtuluş’a gelen Irmak, babasının kapıcı olduğu Oğuz apartmanında geçirdi çocukluğunu.

Irmak çocukluğu boyunca Rum, Ermeni, Yahudi komşularıyla birlikte zaman geçirdiklerini ve çocukluğunun Kurtuluş’unu anlatıyor:

“İki sokak arkada bostanlar başlardı. Orada oynardık. Bostanlardan sonrası ufak tefek gecekondu evler vardı. Ancak Kurtuluş her zaman şehir gibiydi. Şimdiki nizamda evler ve bunların içinde yaşayan şehirli tipler.”

Zotos ise, plansız programsız yapılaşmanın sadece Kurtuluş için değil tüm İstanbul için sıkıntı yarattığı görüşünde. Apartmanların yapılmasının dönemin de bir ihtiyacı olduğunu dile getiriyor Zotos ve devam ediyor:

“Betonlaşma dışarıdan yani Kurtuluşlu olmayan kişilerin de gelmesine davetiye çıkardı. Bunun yanı sıra farklı kültürleri de bir araya getirdiği için aslında bir avantaj. Ancak gerçek fikrimi de dile getirmem lazım. Ben o tek katlı ya da iki katlı taş evlerin hala muhafaza edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Şimdi Sefa Meydanı olarak bilinen yerde muhteşem bir taş yapı vardı. Onun yerine iki tane çirkin bina duruyor.”

TATAVLA ALT MANŞET.jpg

 

İstanbul'da bir başka ayrılık tarihi: 1974

1974 Rum toplumu için karar yılıydı. Ya tüm siyasi iklime ve baskılara rağmen direneceklerdi ya da doğdukları, büyüdükleri şehirden, semtlerden çekip gideceklerdi. Zotos, Rum toplumunun bu olayların müsebbibi olarak gösterilmesi veyahut bir intikam aracı olarak kullanılabileceği şüphesinin insanları yine korkuttuğunu dile getiriyor:

“Bunun etkilerini hatırlıyorum. 5-6 yaşlarındaydım. Biz de Yunanistan’a gitmek istedik. Ailem pek güvenilir olmadığını düşünüyordu buranın. Her ne kadar ki babam ve annem İstanbul’a çok bağlı olsalar da kendilerini güvende hissetmediler. Ancak yine de gidemedik. Herkes bizim gibi düşünmedi. Gidenler oldu ve bu gidişler 80’li yıllara kadar devam etti.”

Irmak da o süreci, “ayrılığın getirdiği hüznü 1974 ile yaşadık” diye anlatıyor:

“Sonra da 1977 yılı itibariyle Asala eylemleri başladı. Ermenilerin parça parça gidişini gördük. 1980 yılına geldiğimizde Ermeni ve Rumlar gitmişti. Artık sıra solcu ailelere gelmişti.”

20 yaşında Kurtuluş’a taşınan Zotos, karşısında semt kültürünün devam ettiği bir semt bulduğunu söylüyor, “Bilindik bir yere gitmiş gibiydim” diyor. Zotos, 1992 yılında bile bu semt kültürünün yaşatılıyor olmasının keyif verdiğini dile getiriyor.

Yangınlar, terk edişler atlatan, defalarca isim değiştiren semt bugünlere kadar geldi. Bugün İstanbul’un göbeğinde yer alan Kurtuluş, hem merkezi nokta olması itibariyle hem içinde saklı tuttuğu kültürüyle hala kentin çekim noktalarından biri. Ancak ne Irmak, ne de Zotos semtin değişiminden memnun değil:

Irmak: Değişimi bilinçli ya da bilinçsiz kimliksizleştirmek ve yeniden tersten homojenleştirme gayreti olduğunu düşünüyorum. Bunu sağlayan nedenlerden birisi de belediyelerin mimari perspektifinin olmayışı. Çünkü bu çok büyük bir boşluk ve hareket serbestliği sağlıyor. Öte yandan giden, kovulan insanların yerine yenisini koyamadık.

Zotos: Tarlabaşı yıkıldıktan sonra çok ciddi bir Afrikalı nüfusu Kurtuluş’a geldi. Esnaflar el değiştirince üzülüyorum. Yılların kırtasiye dükkânında nargile satıldığını görünce üzülüyorum. Kurtuluş sakinliğini kaybetti.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU