ABD Başkanı Joe Biden, seçildikten sonra dış politikaya ilişkin yaptığı ilk açıklamada, Yemen krizinden ve yükselen bir uluslararası güç olarak Çin ile ilişkilerde karşılaşılan zorluklardan bahsetti.
Fakat öncelik listesinin en altında gördüğü Filistin-İsrail çatışmasını görmezden geldi.
Tim Lenderking'in Yemen Özel Temsilcisi olarak atanması, şu andaki en büyük insani krize son verme niyetinin bir göstergesiydi.
Yemen'de yedinci yıla giren savaş, Husi grubuna yapılacak baskıyla zorunlu olarak ateşkesle sonlanmalıydı.
ABD, İsrail'in Filistin topraklarını işgalinin ardından 12 gün süren kanlı ve yıkıcı savaşı Mısır arabuluculuğuyla ateşkes ile sonlandırdı.
Fakat Yemen elçisini iki aydan uzun bir atamış olmasına rağmen burada ateşkesi uygulayamadı.
ABD Başkanı, Gazze krizinde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile 5 kez doğrudan iletişime geçti.
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas dışında herhangi bir Filistin tarafı ile temas kurmadı. Hamas ile konuşma görevini Mısır'a bıraktı.
Yemen krizi kapsamında Başkan Biden yönetimi, Trump'ın son günlerinde terör listesine dahil ettiği Husileri listeden çıkardı.
Burada akla şu soru geliyor:
ABD'nin Ortadoğu'daki politikasıyla karşılaştırıldığında Yemen'deki krize karşı tutumu özellikle İsrail ile kıyaslandığında neden çelişki arz ediyor?
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
ABD'nin İsrail'e verdiği desteğin temel nedenlerinden biri, 1948'de kurulduğu zaman İsrail'i tanıyan ilk ülkelerden biri olması ve bunun Demokrat ve Cumhuriyetçi partiler arasında ortak bir payda olmasıdır.
Her iki partiden olan tüm başkanlar ve kongre adayları, ülkedeki İsrail lobisinin desteğini almaya çalıştı.
Bu, onların oyununa gelmelerinin ve 'hukukun üstünlüğünü referans alan ve bölgedeki tek demokratik sistem' oldukları yönündeki propagandalarına inanmalarının temel sebebidir.
Son gelişmeler bu iddianın yanlışlığını ve uluslararası hukukun ilkelerine saygı gösterilmediğini göstermiştir.
İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından yayınlanan son raporda, işgal altındaki topraklardaki Filistinlilere, 'apartheid' benzer bir ırk ayrımcılığı politikası uyguladığı belirtilmiştir.
İsrail, bu politikayı süresiz olarak uygulayabileceğine ve hesap verebilirlik ve ceza olmaksızın Filistin'in topraklarına suyuna el koyabileceğine inanıyor.
Kağıt üzerindeki bir mürekkepten ibaret olarak gördüğü Birleşmiş Milletler kararlarıyla alay ediyor.
Donald Trump'ın son eylemleri ve tutumları da İsrail'in bu konudaki kayıtsızlığını artırdı.
Eski Başkan Donald Trump, Kudüs şehrini İsrail'in ebedi başkenti olarak tanıdı, ülkesinin büyükelçiliğini oraya taşıdı ve Golan Tepeleri'nin işgal altında olmadığı, bilakis İsrail topraklarının bir parçası olduğu noktasına ulaştı.
Gazze'deki savaş, sivil kayıpların sayısı, elliden fazla çocuğun hayatını kaybetmesi ve çok sayıda sivilin öldürülmesi, uluslararası medyada yer alan trajik görüntüler, Gazze topraklarındaki altyapının tahribi ve aşırı güç kullanımı gibi hususlar nedeniyle ABD'nin pozisyonunda kademeli bir değişimin başlamasına ve Filistin-İsrail çatışmasının daha iyi anlaşılmasına yol açabilir.
Tüm bunlar, Demokratlar ve 'yeni nesil aktivistler' arasında bazı tarafların, insan haklarını savunmanın ülke dış politikasının eksenlerinden biri olduğu yönünde bir hareketliliğe sebep oldu.
Dışişleri Bakanı Anthony Blinken'in bölgeyi ziyaret etme ve İsrail Başbakanı'nın yanı sıra Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile görüşme niyetinde olması, ABD'nin tutumundaki değişikliğin tezahürlerinden biridir.
Tüm bunlardan sonra Yemen krizi de ABD'nin daha fazla dikkatini çekecek midir? Yemen krizi hangi mekanizma üzerinden ele alınacak?
Birleşmiş Milletler ve kararları mı referans alınacak yoksa ABD'nin bir girişimi mi olacak?
ABD yönetimi, Gazze krizinde izlediği gibi bir yol izleyecekmiş gibi görünüyor. Çünkü Gazze'de krizin sessiz diplomatik yollarla çözülmesini tercih etti.
Nitekim iki devletli çözüm ilkesi, Filistinlilerin kendi devletlerini kurma hakkı ve savaşın yok ettiklerini yeniden inşa etmenin yolları üzerine İsrail Başbakanı ve Mahmud Abbas'la iletişime geçildi.
ABD'nin Yemen Özel Elçisi Tim Lenderking, 20 Mayıs Perşembe günü düzenlediği basın toplantısında, başta Marib olmak üzere Yemen'de devam eden çatışmalardan duyduğu rahatsızlığı ve Husilerin Yemen krizini çözmek için gösterilen çabaları ele alma şekline ilişkin memnuniyetsizliğini dile getirdi.
Ayrıca, ABD yönetimi ile Birleşmiş Milletler arasındaki bazı görüş farklılıklarına değindi.
Birleşmiş Milletler ile yakından ilişkili ve barış planının hedefleriyle mutabık olduklarını belirttiği sözlerini şöyle sürdürdü:
Biz Birleşmiş Milletler değil, ABD'yiz. Bizim kendi sesimiz, bakış açımız¸ deneyimlerimiz ve çatışma ile krizlerin nasıl çözüleceğine ilişkin görüşlerimiz var. Yemen'deki krizin çözümünde nasıl ilerleneceği konusunda kendileriyle yaptığımız görüşmelerde oldukça nettik. BM Özel Temsilcisi Martin Griffiths'e büyük saygımız var.
Bu açık ve doğrudan sözler ne anlama geliyor? Burada sorulacak olan soru, ABD'nin çözüm girişiminin ne olacağıdır?
Eski Dışişleri Bakanı John Kerry'nin anayasal meşruiyet tarafından reddedilen inisiyatifi yeniden canlandırılacak mı yoksa yeni bir inisiyatife mi bürünecek?
Çözümün geçici olmaması için söz konusu çatışmanın kökenlerine inilecek mi? Güvenlik Konseyi'ndeki daimi üyelerin onayına sunulacak mı?
Önümüzdeki dönemde cevaplanması gereken sorular bunlardır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Adem İpekyüz
© The Independentturkish