Dökülen kanın tüm acılarına, genç kadınlara ve erkeklere sıkılan göz yaşartıcı gaza rağmen, İsrailli işgalcinin zulmü, Kudüs halkının bayramı neşeyle karşılama hakkına engel olmamalı.
Banliyösünden çevresine Kudüs'teki her evin ramazan ayında yaşadığı trajik sahnelere, yaralara ve üzüntülere rağmen bu engellenememeli.
Hatta bu durum tüm Filistin'e ve onu da aşıp İslam dünyasındaki her eve ulaşmalı.
Bu her gün doğan güneşle birlikte aynı dine mensup, aynı örf ve adetlere sahip bireyler arasında dahi davranışlarda duygusuzluğun ve soğukluğun arttığı, insanlar arasındaki ilişkilerin giderek kuruduğu bir dünyada insani nabızdan geriye kalanlarla atan vicdanlı her kalbe uzanmalı.
Bütün bunlarla birlikte şu sorulabilir:
Son günlerde Kudüs sakinlerinin başına gelenler göz önüne alındığında şehri ziyaret edecek olan bayram nasıl bir sevinç ve neşe getirebilir?
Rasyonel açıdan bu soru çok doğru. Ancak insan yer seviyesinden yükseldiğinde, durumu düşündüğünde, gözlerini yüksek ufka diktiğinde muhtemeldir ki vatan uğruna fedakarlık değerlerinin nasıl tezahür ettiğini daha açık ve net görecektir.
Son günlerde kalbi kan ağlayarak gözyaşı dökenlerin keder bulutları, sözde İsrail Savunma Ordusu'na mensup bir askerin kurşunu ile mazlum bir şekilde ölen herkeste görülecektir.
Evet, ölüm ağlanacak bir felaket; ama acı ve hüzünlerin üstesinden gelmek, yalnızca vatan sevgisi damarlarından akanların başarabileceği bir yüksekliktir.
Öyleyse, Mescid-i Aksa'da namaz kılma hakkını savunurken ölen sevdiklerinin kaybına rağmen Kudüslü ailelerin bayramı kutlamalarını ne engelleyebilir?
Elbette bayram kutlamalarının 54 yıl önceki işgalinden bu yana Doğu Kudüs halkının maruz kaldığı acı adaletsizliklerden ve İsrail'in sürekli saldırganlığından bağımsız olması ne mümkün ne de mantıklı.
Ancak Kudüs halkının ve çevredeki çeşitli şehirlerden ve köylerden komşularının bayram namazını eda etmek için Harem-i Şerif Mescid-i Aksa'ya barışçıl bir şekilde ilerlemekte ısrar etmeleri ve diretmeleri, başlı başına, en görkemli Ramazan Bayramı kutlaması olacaktır.
Bu savunmasız bir halkın, gezegen üzerindeki en güçlü ve zorba devletlerden biri karşısında benimsediği barışçıl meydan okuma tablosunu tüm dünyadaki insanlara aktaracaktır.
Böylelikle ister Kudüs'te isterse Filistin topraklarının başka bir yerinde olsun bu bayram kutlaması, her türlü şiddetten uzak durulduğu sürece barışçıl Filistin direnişi karşısında İsrail'in saldırganlığını daha fazla belgeleyecektir.
Önümde arşivimde sakladığım ve kimisini benim yazdığım kimisi de kamusal meselelerle ilgili haberlerin ve yazıların bulunduğu birkaç gazete kupürü var.
Gazete kupürlerinden birisinde 22 Mart 1989 Çarşamba günü Şarkul Avsat'ta "İntifada güçleniyor ve İsrail'in beli bükülüyor" başlığı ile yayımlanmış makalem bulunuyor.
Sayfanın solunda, büyük sanatçı Mahmud Kehil'in karikatürünün altında sayın Ahmed Bahaeddin'in köşe yazısı yer alıyor.
Onun başlığı da "Weizmann Kahire'de." Bahaeddin yazıda eski İsrail Cumhurbaşkanı Azriel Weizmann'ın Kahire'deki bir sempozyuma katıldığı sırada İzak Şamir hükümetini barışı engellemekle suçlamasını ele alıyor.
Bahaeddin ardından eski Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'ın Kudüs'ü ziyareti sırasında Weizmann'ın (büyük yazarın deyimiyle o dönemde İsrail'in önde gelen şahinlerinden olsa da) onunla ne kadar ilgilendiğini kendisine anlattığını naklediyor.
Yazar köşe yazısını şu sözlerle bitiriyor:
Adalete giden yol zorluklarla dolu. Filistinliler şimdi adalete ulaşmak için göğüslerini kurşunlara siper ediyorlar.
O gün yayımlanan bu yazının üzerinden 32 yıl geçti. Bu gazete kupürünü aramadım, iki gün önce tesadüfen elime geçti.
Ama okuduktan sonra kendi kendime şu an İsrail'deki bilge politikacıların, Menahem Begin ve İzak Şamir gibi siyasetçilerin kaçırdığı ve şimdi de Binyamin Netanyahu gibilerinin boşa harcadığı fırsatların ne kadar değerli olduğunu görüp göremediklerini sorguladığımı fark ettim.
Tel Aviv'in Filistin halkının tüm haklarını kabulü ile, Camp David Anlaşması'nın adil barışa giden ilk yol olması umuduyla Enver Sedat'ın Mısır'ın kapısını İsrail liderlerine ve halkına açarak gün yüzü görmesini sağladığı fırsatın ne kadar değerli olduğunu...
Bu soru, bugün olup bitenlerle birlikte başka bir soruyu daha doğuruyor:
Acaba İsrail'in beceriksiz, akılsız inadı ve ısrarı nedeniyle iki halkın ve bir bütün olarak bölgenin istikrara kavuşması için daha kaç yıl kaybedilmeli?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu
© The Independentturkish