Fransa'da meydana gelen devrimden sonra Avrupa devletleri yeni hükümeti tanımamış ve tüm diyaloğu kesmişti.
Osmanlı ise eski müttefiki olan Fransa ile ilişkilerini sürdürmek ve yeni yönetimle dost kalmak istiyordu. Bu sebeple devrim hükümetini dünyada tanıyan ilk devletler arasındaki yerini aldı.
Aynı dönemde Osmanlı'da da bazı önemli hadiseler yaşanıyordu. Üçüncü Selim tahta çıktığında Osmanlı modernizasyonuna hız vermiş ve başta ordu olmak üzere kurumlarını Batılı bir şekilde yenilemeye başlamıştı.
Bu süreçte Osmanlı'ya mühendis ve teçhizat anlamında en büyük yardımı Fransız Devleti yapıyordu.
Heyecanlı bir subay olan Napolyon Bonapart, bu ilişkiyi dikkatle gözlemliyor ve neredeyse Türk muhibbi denecek düzeyde Osmanlı tarafgirliği ile ordu içerisinde öne çıkıyordu.
Napolyon, Türk tarafgirliğini sözlü olarak bırakmamış yazdığı raporlarla da bu ittifakın resmen güçlendirilmesini talep etmişti, ta ki İtalya ordularına başkomutan olarak atanana kadar.
Bir ordu komutanı olarak Napolyon tarihte eşine az rastlanır bir hırsla tüm dünyayı fethetmeyi aklına koymuştu.
Bunun için öncelikli hedefi hem kolay bir zafer olacaktı hem de en büyük düşmanları İngilizlere ağır bir darbe indirecekti. Genç ve ihtiraslı komutan Napolyon gözlerini Osmanlı topraklarına dikmişti.
Napolyon: Allah'a Memlukler'den daha fazla inandığımı söyleyin
Kısa süre içerisinde Napolyon'un büyük bir donanma kurduğu istihbaratı Osmanlı sarayına ulaştı; ancak Paris'teki elçimizden ve İstanbul'daki Fransız sefirinden öğrenilebilen malumata göre bu hücum İngilizlere yönelik olacaktı.
Oysa Napolyon büyük donanmasıyla İskenderiye önlerinde göründüğünde Osmanlı'nın böyle bir seferden haberi dahi yoktu.
Öyle ki Mısır işgal edildiğinde dahi elçimizin hâlâ bu durumdan habersiz olması üzerine Üçüncü Selim tarihte eşine az rastlanır bir hareketle resmi evraka Paris Elçimiz Seyyid Ali Efendi için 'eşek herif' yazar.
Elbette tek 'eşek herif' Seyyid Ali Efendi değildir; çünkü tutuklanarak apar topar sorguya getirilen Fransız Maslahatgüzarı Ruffin de Napolyon'un bu harekâtından haberdar değildir.
Türk yetkililerin sorgusunda "Bu donanmanın hedefi neresidir" diye sorulduğunda Ruffin, şöyle cevap verecekti;
Ben 'Devlet-i Aliye'ye' yalan söyleyemem. Otuz kırk yıldan beri Osmanlı topraklarında oturuyorum. Padişah nezdinde hayırlı halim denenerek 'malum' olmuştur. Tamamen hakkında hiçbir şey bilmediğim bir 'madde' konusunda nasıl bilgi vereyim? Ama Reis Efendi'nin duyduğu 'müthiş' haberi ben de duydum.
Bundan dolayı ben de üzüntü içindeyim. Daha önce İstanbul'da bulunup Obr De Bayye'nin elçiliği sırasında Paris'e dönen Vantor adlı tercüman, Marsilya'ya gelip Tulon'da görevli olduğunu bana yazdı. Tarafıma gelen yazıda görev yerinin 'mechul' olduğunu ve görev yerinin neresi olduğunu benim bileceğimi zannediyor. Onun görevli olarak Tulon'a gelmesi beni bir kat daha endişeye sevk etti.(Tarih-i Cevdet)
Atı alan Marsilya'yı çoktan geçmişti. Napolyon, İskenderiye önlerinde 38 bin asker 171 ağır top ile arz-ı endam ettiğinde Osmanlı hiçbir direniş gösteremedi.
Üstelik işgalden hemen sonra da yalnızca askeri nota vererek durumu kınadı.
Napolyon karaya ayak bastığında amacının Mısır'ı işgal etmek değil, halkı özgürlüğüne kavuşturmak olduğunu ilan etti.
Buna göre Memlüklerin/kölemenlerin zalim yönetiminden Mısır halkını kurtaracak ve Osmanlı Sultanının iktidarını yeniden tesis edecekti.
Bu amaç doğrultusunda halkın manevi duygularını da kullanan Napolyon, tarihe Mısır Bildirisi olarak geçen mektubunda şunları söyleyecekti;
Ey Mısırlılar!
Size, benim buraya dininizi yıkmak için geldiğim söylenecektir. Bu açık bir yalandır, inanmayınız. Zalimlere, benim buraya gasp edilmiş haklarınızı iade için geldiğimi, Allah'a Memlukler'den daha fazla inandığımı ve Hazreti Muhammed ile hayranlığımı celbeden Kur'an-ı Kerim'e hürmetkar olduğumu söyleyiniz.
Nerede verimli arazi, kıymetli elbiseler, güzel esirler ve mükemmel evler varsa, hepsi Memlukler'e ait. Eğer Mısır onların çiftliği ise Allah'ın bunu onlara verdiğine dair tapu senetlerini göstersinler.
Allah adildir ve merhametlidir.
İdareye bundan böyle herkes ortak olacak ve mutlu bir şekilde yaşanacaktır. Ey şeyhler, imamlar ve diğer önde gelenler!
Fransızlar'ın da hakiki birer Müslüman olduklarını ve Osmanlılar'ın şevketli padişahı ile her zaman dost bulunduklarını halkınıza anlatınız.
Maksadımız, padişaha asi olan Memlukler'i ezmektir. Bize hemen destek verecek olanlar müsterih bulunsunlar fakat Memlukler'e katılmaya kalkanların vay haline! Onlar için selamet yoktur ve dünyadan izleri silinecektir.
Napolyon Mısır'a sıkışıyor
Muzaffer bir komutan olarak Mısır'da fetihten fethe koşan Napolyon'a ilk darbeyi İngilizler vuracaktı.
Napolyon'un Ebukır limanında demirli donanması İngilizler tarafından yakılmış ve Fransız ordusunun ülkesi ile olan tüm ilişkisi kesilmişti. Napolyon, Mısır'ı elinde tutuyordu; ama aynı zamanda Mısır'da da esir kalmıştı.
Bunun üzerine rotasını doğuya çeviren Napolyon, Hindistan'a kadar uzanan bölgedeki tüm Osmanlı topraklarını işgal etmek için harekete geçti.
24 Şubat 1799 tarihinde harekete geçen Napolyon Gazze ve Yafa gibi stratejik noktaları ele geçirdi.
Napolyon, hepi topu 30 bin kişilik orduyla Osmanlı'nın bugünkü Ortadoğu coğrafyasındaki topraklarının önemli kısmını tek tek ele geçiriyordu.
Modern teçhizatlar ile donatılan ve İngiliz destekli Osmanlı askerleri Napolyon karşısında bir türlü varlık gösteremiyordu.
Napolyon, Çöl Kaplanı Cezzâr Ahmed Paşa karşısında
Napolyon zaferden zafere koşuyor, Ortadoğu'nun adeta yeni kralı olarak hüküm sürüyordu. Üniversite açıyor, matbaa kuruyor ve ticareti canlandırmaya çalışıyordu.
Napolyon'un en büyük hatası Akka Kalesi'ni gözüne kestirmesi oldu.
Osmanlı, Napolyon karşısında üst üste alınan mağlubiyetlerden sonra büyük ümitsizliğe kapılmış, adeta Napolyon'un Mısır'daki devletçiğini kabullenme noktasına gelmişti.
Cezzâr Ahmed Paşa'nın ilerlemiş yaşı sebebiyle Akka'yı koruyamayacağını düşünen Napolyon, Ebu Utbe civarında otağını kurarak kaleyi işgal etmek için hazırlıklarını tamamladı.
Kalenin 24 saat içerisinde alınıp diğer fetihlere başlanmasını isteyen Napolyan 19 Mart 1799 tarihinde ordularına hücum emrini verdi.
Kale toplarla dövüldü ve surlarda açılan gediklerden ilk hücum yapıldı; ama sonuç Fransız ordusu için büyük bir hayal kırıklığı oldu.
Osmanlı askerleri çoğunlukla ilk hücumda kumdan kale gibi dağılır ve Fransız askerleri adeta "Türk katliamı" yapardı.
Oysa ilk hücumda Cezzâr Ahmed Paşa komutasındaki hiçbir asker geri adım atmamış ve hücum eden birliği tamamen yok etmişti.
Surlardaki gedikler hemen kapatılmış, hatta tamir sırasında Ahmed Paşa komutasındaki askerler kaleden çıkarak hüruçta bulunmuş ve Fransız ordusunun savaş düzenini bozmuştu.
Napolyon ilk saldırının ertesi günü yeniden askerlerini hücuma göndermiş ancak yine netice alamamıştı.
Bunun üzerine surlarda daha büyük gedikler açarak kalenin dar gediklerinden ziyade bir meydan muharebesi şekline dönecek bir saldırı planladı.
Kale toplarla uzun süre dövüldükten sonra Fransız ordusu büyük bir kalabalıkla saldırdı. Fransız askerleri kaleye girdiklerinde yaşadıkları en büyük şaşkınlık ihtiyar Cezzâr Ahmed Paşa'nın ordusunun başında Fransız askerlerini karşılaması oldu.
Barut dumanları dağıldığında Napolyon daha büyük bir şaşkınlık yaşadı; çünkü saldırıya yolladığı birliklerin önemli bir kısmı yok edilmiş ve kalanlar Cezzâr Ahmed Paşa'nın eline esir düşmüştü.
Tarihin en hırslı komutanlarından birisi olan Napolyon, kolay kolay pes edecek bir general değildi; fakat kalenin büyük burcunu dahi yıkmasına rağmen kaleyi bir türlü zapt edemedi.
Geri çekilme kararı alan Napolyon, yüzlerce askerini esir vermişti ve onları Ahmed Paşa'ya bırakamazdı.
O yüzden Ahmet Paşa'ya bir mektup yazarak esirlerin takas edilmesini teklif etti. Paşa ise bu mektuba;
Bizim ona cevab-ı kat' sevabımız yağlu kurşun ile keskin kılıçtır, böylece tahrir ve fellah-ı mesfuru iade edin.
Cezzar Paşa'nın müdafası İstanbul'a mücadeleye katılan Türk askerlerinin yazdığı şiirlerle şöyle aktarılacaktı;
Dinle pâdişâhım Akka'nın çengin
Seyret hilesini kahbe Frengin
Birden ateş edip top ve tüfengin
Burçu barusını döğer hünkârım
Güllenin darbından burçlar söküldü
Yıkılıp kalanın beli büküldü
Deryaya sel gibi kanlar döküldü
Bahr ile bir oldu yerler hünkârım
Altmış iki günde yetmiş bin kâfir
Kırkdört yürüyüşle ceng etti vâfir
Ali tabyasından içeru âhir
Girüp verdi zarar hayli hünkârım
Tâbi olup cümle urban şeyhleri
Öğrettiler Bonapart'a her yeri
Yetişsin imdada İslâm askeri
Yoksa Akka elden gider hünkârım
Napolyon ise Kahire'ye döndüğünde arkasında sayısız ölü asker ve esir bırakmıştı. Yine de muzaffer komutan mektuplarında Ahmet Paşa'nın sarayını başına yıktığı ve arkasında taş üstünde taş bırakmadığını iddia ediyordu.
Osmanlı ordusu yine mağlup oluyor
Ahmed Paşa'nın zaferi Anadolu ve Rumeli'de bayram havası oluşturmuştu. İnsanlar akın akın ve gönüllü olarak askere yazılıp Mısır'a gitmek istiyordu.
Köse Mustafa Paşa komutasında büyük bir ordu meydana getirilerek Mısır'a gönderildi.
İngilizler, Osmanlıları uyararak Napolyon'u küçümsememeleri ve birlikte hücum etmeleri konusunda uyardı; ancak Osmanlı bu teklifi reddetti.
Ahmed Paşa'nın zaferi Osmanlı ordusunda muazzam bir kibir ve rehavet yaratmıştı. Nitekim Napolyon ve ordusunu Mısır'da kıskıvrak esir almak içten bile değilken Napolyon büyük Osmanlı ordusunu 1799 tarihinde tamamen yok etti.
Bu zafer sonrası Napolyon hem itibarını hem de canını kurtarmıştı. Mısır'dan Fransız ordusunun güvenli tahliyesi için zemin oluşmuş ve Osmanlı ordusu dünyada büyük itibar kaybetmişti.
Dünya tarihini böylesine derinden etkileyen genç ve ihtiraslı komutan Napolyon, on binlerce Türk kanının akmasına ve Mısır'da Türk hâkimiyetinin fiilen ortadan kalkmasına neden oldu. Onun sebep olduğu kıyımları Cevdet Paşa şöyle anlatacaktı;
Fransızlar ise nice senelerden beri birbirini kırıp bu kadar kanlar dökerek Cumhuriyeti tesis ettikleri esnada Napolyon Bonaparte zuhur ve cumhuriyeti imparatorluğa tahvil ettikten başka cihangirlik yolunda bunca kanlar döktükten sonra Elbe Adası'nda menfiye ikamete mecbur olarak Fransa eski kraliyet haline avdet etmiş ve dökülen kanlar ve çekilen mihnet ve meşakkatler hep heba olup gitmiştir.
*Daha ayrıntılı bir okuma için Cevdet Paşa'nın 'Tarih-i Cevdet' eserini, Uzunçarşılı'nın 'Bonapart'in Cezzar Ahmed Paşa'ya mektubu ve Akkâ muhasarasına dair bir deyiş' makalesini ve Cenabettin Tekindağ'ın 'Yeni kaynak ve Vesîkaların Işığı Altında Bonaparte'ın Akka Muhasarası' isimli makaleleri incelenebilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish