ABD Başkanı Joe Biden'ın şimdiye kadarki ilk dış politika hamlelerine yakından bakıldığında net bir durum göze çarpıyor: Kendisi radikal olarak farklı yollar izlemeye gerek kalmadan selefinden uzaklaşabileceği alanlara bakıyor.
Biden, Paris İklim Anlaşması'na dönme sözü vermişti. Bunun Kongre onayı gerektirdiği göz önüne alındığında belirli bir hamle yapma taahhüdü taşımaz.
Biden ayrıca çok taraflı yaklaşıma övgülerinden dolayı Avrupalı müttefiklerini de etkiledi.
Ancak çok taraflı yaklaşımdaki en kapsamlı düzenlemenin bile net bir liderliğe ve programa ihtiyacı olduğunu unuttu.
Biden, Donald Trump'a yöneltilen suçlamalara benzer şekilde, kibirle suçlanmaktan korktuğu için kaçınmaya çalışıyor.
Ayrıca Biden, liderlerinin isimlerine yer vermeden Yemen'deki ajanları Husileri terör örgütleri listesinden çıkararak Tahran'daki mollaları memnun etmeyi başardı.
Telefon görüşmesi bekleyen İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu da üç hafta bekleterek İsrail'i eleştirenleri memnun etti.
Biden, Suriye'deki üslerini bombaladıkları mollaların yaptırımlarından kaçma umutlarını da canlandırdı. Bu, Arap ve Pakistanlı paralı askerlerinin öldürülmesine yol açtı.
'Demokrasi geri göndü' ifadesi artık Biden'ın sloganı haline geldiği için bu tür adımları, diplomatik gösteriş girişimi olarak anlamak mümkündür.
Ancak bu haklı oldukları anlamına gelmez. Bu gösteriş, aldatma ve dolandırıcılığa dönüşmediği sürece meşru bir diplomatik araç olmaya devam eder.
Aslında Biden'ın Trump'tan tamamen farklı bir yaklaşım benimsemesinin akıllıca olacağı en azından bir konu var: Afganistan.
Başkan Donald Trump, Beyaz Saray'a girdiği ilk gün ABD'nin Afganistan'daki müdahalesine son verme taahhüdünde bulunmuştu.
Ancak bu takıntıyı haklı çıkarmak için mantıklı bir nedeni yoktu. Çünkü ABD varlığı aslında makul ve yönetilebilir bir boyuta indi ve mütevazı da olsa somut meyveler verdi.
Afganistan'da devam eden ABD müdahalesi, devletin Kabil'deki varlığının korunmasında ve daha iyi bir geleceğe doğru taşıyarak Afgan toplumunu güçlendirme konusunda büyük bir yardım kaynağı oldu.
Ancak Trump'ın bu konuyla ilgilenmemesinin temel bir nedeni vardı. Nasıl ki Biden bugün Trump'ın tam tersi gibi görünmeye çalışıyorsa, Trump da başkanlığı süresince Obama'nın tam tersi gibi görünmeye gayret etti.
Obama, siyasi kariyerini Saddam Hüseyin'in devrilmesini kınamak ve bunu 'Irak'taki kötü savaş' olarak nitelendirmek, önemli sorunlar karşısında kararlılığını sürdürebileceğini iddia etmek ve Afganistan'daki savaşı 'gerekli' olarak nitelendirmek üzerine kurdu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Biden bugün, Trump'ın ABD'nin Afganistan'daki müdahalesini sona erdirme ve ülkeden hızla kaçma planından vazgeçebilir.
ABD'nin Afganların elde ettiği başarılarını korumalarına ve daha fazlasını inşa etmelerine yardımcı olma taahhüdünü güncelleyebilir.
Biden, bunu yaprak Trump'ın zıddı olma imajını güçlendirirken ayrıca Obama dönemini özleyenleri de memnun edebilir.
Aslında 'Taliban' ile 'barış anlaşması' kisvesi altındaki Afganistan'dan kaçma planı gerçeküstü bir kumar gibi görünüyor.
Bunu haklı çıkarmak için öne sürülen mantık şu şekilde ilerliyor: Taliban, Afganistan'ın birçok yerinde terörist saldırılar gerçekleştirme yeteneğine sahip ve bu saldırıları azaltmanın tek yolu da onları yönetim yapısına dahil etmektir.
Buradaki asıl soru ise şu: Hangi yönetim yapısı ve nasıl?
Trump'ın anlaşmayı tamamlamak için görevlendirdiği kıdemli diplomat Zalmay Halilzad, hapishanelerdeki kitlesel cinayetlerin faillerinin serbest bırakılması da dahil olmak üzere teröristler için bir dizi 'teşvik' öneriyor gibi görünüyordu.
Daha da kötüsü, terör örgütünün liderleri, diplomat ve barış partneri olarak ülkelerin liderlerine yakışan yüksek muamele gördüler ve ABD ile bir anlaşma imzaladılar.
Buna rağmen Taliban'ın bakış açısından tüm bunların yeterli olmadığını artık biliyoruz.
Taliban'ın davranışı bana Çehov'un üç tekerlekli bir köpek arabasıyla donmuş ovalar boyunca seyahat eden bir Rus çiftçiyi kovalayan bir grup aç kurt hakkında yazdığı bir hikayeyi hatırlattı.
Çiftçi, yanındaki yiyecekler bittiğinde köpeklerini kurtlara atmaya başlar ve ilerlemeye devam eder.
Ancak kurtların kendisini de yutmadan tatmin olmayacağını anladığında artık çok geçtir.
Hlilzad bu hafta çok daha büyük bir ısırık için kurt avlamayı teklif etti: Grubun bir liderlik rolü içereceği koalisyon hükümeti kurma planı sundu.
Fakat soru şu: Bu 'koalisyon' meşruiyetini nereden alacak?
Diğer yandan Afganistan'ın eski Devlet Başkanı Hamid Karzai, iç meşruiyetin gelenek ve göreneklere uygun hareket eden Kabile ve Din Liderleri Konseyi 'Loya Jirga'dan elde edilebileceğini söyledi.
Dış meşruiyete gelince; ABD'nin ve bölgesel güçlerin, özellikle Pakistan ve İran Cumhuriyeti'nin desteğinden geliyor.
Böylece bir kalem darbesiyle, demokratik yönetişimde bir nesilden fazla Afgan deneyimi iptal edilmiş oldu.
Bugün Afganlara, referandumla onayladıkları anayasanın, kusurlu da olsa rekabetçi bir çerçevede yaptıkları seçimlerin hiçbir anlamı olmadığı söyleniyor.
Daha da kötüsü, koalisyon üyelerini kimin seçeceğini ve hangi programlarda toplanacaklarını bilmiyorlar.
Burada 11 Eylül saldırılarına kadar Halilzad ve Karzai'nin Washington'daki 'Taliban' taraftarları olduğu belirtilmelidir.
Aslında, George W. Bush yönetimi, Bill Clinton ve Taliban lideri Molla Muhammed Ömer başkanlığında varılan bir anlaşmayı, o zamanki ABD'nin Birleşmiş Milletler Büyükelçisi Bill Richardson ile müzakerelerde uygulamak üzereydi.
ABD'nin Taliban hükümetini tanıdığının duyurusunun, eylül sonunda New York'ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısında yapılması gerekiyordu.
Konuyla ilgilenenler, 2001 yılının ağustos ayı başlarında, Karzai'nin Washington'daki ilk Taliban büyükelçisi olduğunu zaten biliyorlardı.
Kesin olan şey, 11 Eylül saldırılarının, Arap yardımcılarının ne planladıklarının farkında olmayan Taliban'ın işi olmadığıdır.
Çoğunlukla Halilzad'ın Taliban'ın özellikle Amerikan karşıtı olmadığı iddiası doğrudur.
Ancak bu, 20 yıl önce böyleydi.
Bu 20 yıl boyunca ABD, Afgan halkıyla ahlaki bağlar kurdu.
Onları Afganistan'ın ABD de dahil olmak üzere başkalarına karşı terörizm üssü haline gelmesine izin vermeyecek daha iyi bir geleceğin tadını çıkarma umuduyla büyük fedakarlıkları kabul etmeye ikna etti.
ABD bu ahlaki bağın ötesinde, insanlığın yüzyıllardır bildiği en karanlık güçlerden kurtulmuş dünyanın bir parçası olan bugünkü Afganistan endüstrisine kan ve parayla çok yatırım yaptı.
Tüm bunların bugün Washington'daki siyaset açısından önemsiz bulunması nedeniyle terk edilmiş olması, en hafif tabirle çirkin bir durumdur.
Gerçek şu ki Doha Barış Anlaşması yalnızca yeni bir trajedinin başlangıcı olacak.
Taliban'ın Kabil'deki hükümete katılabilmesi için silahlarını bırakması, Afgan anayasasını kabul etmesi, seçimlere katılması ve dünyanın onun ne kadar gerçek destek aldığını görmesine izin vermesi gerekiyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu
© The Independentturkish