Lübnan: Devleti geri alma günü

İyad Ebu Şakra yazdı

Fotoğraf: AA

Maruni Patriği Kardinal Bişara er Rai’nin Modern Lübnan tarihinin unutulmaz, keza Arap Maşrık (Levant) bölgesi düzeyinde de önemli güzel duraklar ve derin anlamlar taşıyan dünkü konuşması, dikkat çekti.

Patrik, “Güç dengesi değil, denge gücü istiyoruz” ve “Kalıcı savaş meydanlarında değil, kalıcı barışın çayırlarında yaşamak için doğduk” gibi sözlü anlamlarından daha ince ifadeler kullandı. Aynı şekilde Patrik, Arap ve uluslararası toplumun sponsorluğunda imzalanan bir anlaşma olan Taif Anlaşması’nın tamamen uygulanmadığını söylerken, uzlaşı, ortaklık ve uluslararasılaştırmayı savunmakta net ve açık sözlüydü.

Mesaj açıktı, çünkü tehlikenin kendisi açık ve kaynağı bilindik. Patrik’in sözleri özünde küçük, renkli ve uluslararasılaşmış bir silah gücüyle işgal edilmiş Lübnan’a dokunsa da, geniş anlamları aynı zamanda bölgenin yapılarına, ülkelerine ve bileşenlerinin bir arada yaşamasına yönelik bölgesel tehdide de değiniyordu.

Mevcut sınırları ile Lübnan, Maşrık bölgesinde özel olabilecek bir durum, ama benzersiz değil. Bereketli Hilal bölgesinde dini, mezhepsel ve etnik azınlıkların yaşadığı tek yapı değil. Ne var ki, bugüne kadar, komşu yapılara göre çeşitliliğini ve çoğulculuğunu nispeten daha fazla korudu. Lübnan’ın çoğulcu kültürüne katkıda bulunan şey, belki de on yıllar ve yüzyıllar boyunca sorunlarının uluslararasılaşma dozlarına maruz kalması olabilir. 1861 yılında Cebel-i Lübnan Mutasarrıflığı’nın bir yapı olarak kabul edilmesi, çeşitliliği "kurumsallaştırma" ve onu o dönemde büyük güçlerin (Fransa, İngiltere ve Rusya’nın yanı sıra Osmanlı Devleti) katıldığı "uluslararası" bir formülle resmen tanıma yolunda ilk adımdı.     

Daha sonra 1920’de, Osmanlı Devleti’nin yenilmesi ve yine uluslararasılaştırma sayesinde Birinci Dünya Savaşı’nı müteakip düzenlenen Paris Barış Konferansı’nda “Büyük Lübnan”, yani mevcut sınırları ile Lübnan devleti onaylandı. Sınırları uluslararası uzlaşı tarafından çizildi ve aynı uzlaşı yeni doğan devletin başlangıcını denetleyecek olan Fransız manda yönetimini kabul etti. Bu devletin cumhurbaşkanı her zaman Maruni Hristiyanlardan olmadı, Ortodoks ve Protestan cumhurbaşkanları da oldu. Cumhurbaşkanı, başbakan ve meclis başkanlığı görevlerini üstlenecek kişilerin dini veya mezhepsel kimliğini belirleyen herhangi bir anayasal metin yoktu, bu daha ziyade bir gelenekti.

Lübnan ve Suriye'nin 1943'teki bağımsızlıkları da İkinci Dünya Savaşı’nın neden olduğu  uluslararasılaşma durumunun ortasında gerçekleşti. Bağdat Paktı tarafından desteklenen Cumhurbaşkanı Kamil Şamun’a karşı dönemin Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır tarafından desteklenen1958’deki devrimden sonra, Lübnan’daki iç çatışma, iki çatışan Arap akımı arasındaki tarafsızlık formülüyle sona erdirildi. O dönemde, ABD’nin önemli bir rol oynadığı uluslararası ve Arap çabalarla Fuad Şahab seçildi. Daha sonra resmi tarafsızlığı Lübnan’ı kurtardı, 1967 ile 1973’teki Arap-İsrail savaşlarında topraklarının herhangi bir bölümünü kaybetmesini önledi.

Lübnan’ın dengeli Arap ve uluslararası ilişkileri, kamplarında çok sayıda Filistinli mülteciye ev sahipliği yapmasına, eğitim, kültür ve medya kurumlarının Filistin davasının bir platformuna -hem de en önemli platformuna- dönüşmesine rağmen, Lübnan’ın Arap dünyasının siyasi ve askeri çatışmalarının etkilerinden korunmasına da katkıda bulundu.

Lübnan’ın bu tarafsız denge, ılımlılık ve “eksen mücadelesine” sürüklenmekten kaçınma politikasının meyveleri arasında benzeri görülmemiş ekonomik refah ve bölgesel statü de vardı.

Bütün bunlar, Güney Lübnan'dan İsrail’e karşı yürütülecek Filistin gerilla eylemlerini organize etmek için imzalanan Kahire Anlaşması’ndan, Filistin silahlı mücadelesinin ivmesinin Lübnan’a kayması ile sonuçlanan 1970 sonbaharında yaşanan Ürdün olaylarından sonra çözüldü ve sona erdi. Bilindiği gibi, bu yeni gerçeklik, ülkede Lübnan devletine paralel, kendisini koruma, kendisini destekleyen ve siyasi kamuflaj sağlayan Lübnan güçlerini silahlandırma hakkına sahip olduğuna inanan silahlı bir Filistin otoritesinin ortaya çıkmasına neden oldu. Dahası, Lübnanlı bazı mezhepsel tarafların siyasi sistemi reforme etme ve boşlukları kapatma konusunda uzun süren isteksizlikleri nedeniyle, büyük bir Lübnanlı grup sırtlarını Filistinlilerin silahına dayama hakkına sahip olduklarını düşünmeye başladı. Böylece Filistin direnişine kucak açan Lübnanlı çevre ile devrimci Filistin odağı arasında ortaya çıkan ittifak, rakip Lübnanlı tarafların da Filistinlilere karşı dışarıdan destek almaya yönelmeleriyle çok geçmeden Lübnanlı bileşenler arasında bir çatlağa yol açtı.

Bu sınıflandırma 1973’teki çatışmalara, ardından sadece 2 yıl sonra, 1975-1990 yılları boyunca devam eden Lübnan iç savaşına yol açtı. Bu savaşta bir şekilde müdahil olmayan  neredeyse hiçbir Arap, bölgesel ve uluslararası taraf kalmadı. Çeşitli "işgallere" tanıklık eden bu savaş, nihayetinde ancak Arap ve uluslararası çabalarla sona erdirilebildi. Bu çabalar kendisini uygulayanlar samimi olsalardı yaşanabilir olan formülü yeniden tesis eden Taif Anlaşması’yla taçlandırıldı. Gelgelelim Suriye rejimi - o zamanlar - anlaşmanın tam olarak uygulanmasını engelledi ve yalnızca Şam'ın İsrail ile kalıcı birlikte yaşama pazarlıklarına hizmet edecek olan bölümlerini uygulamakla yetindi. Bilindiği üzere, Suriye güvenlik sisteminin Lübnan üzerindeki hakimiyetinin gölgesinde Humeyni İranı nüfuzunu güçlendirdi ve Lübnanlı Hizbullah örgütünü etkin bir bölgesel askeri aygıtına dönüştürdü.

Bu gerçek Lübnanlılar tarafından Mart 2005’e kadar unutuldu. Bu tarihte Suriye rejiminin Lübnan ve tüm Arap Maşrık bölgesi üzerindeki İran hegemonyası için bir katalizör ve köprü görevi gördüğü anlaşıldı. Hizbullah’ın 2006’da devletin varlığını görmezden gelmesi, daha sonra da 2 yıl boyunca felce uğratması ile bu gerçek doğrulandı. 2011’de Hizbullah ve İran’a bağlı diğer milisler Suriye devriminin bastırılmasına katıldılar, Yemen’de silahlanma, eğitim ve medya eğitimi ile Husi darbesini desteklediler.

On yıllar önce Lübnan halkının büyük bir kesimi iki nedenden ötürü tarafsızlık ve uluslararasılaşma kavramlarını kabul etmekte tereddüt ediyordu. Birinci neden, "tarafsızlık" çağrısında bulunanların bir kısmının Lübnan'ın Arap bir yapı olduğu fikrini reddetmesiydi. İkinci neden, dini veya mezhepsel faktörün (özellikle Hristiyan), "Müslüman Doğu"ya karşı uluslararası Avrupalı güçlerin desteğini alma çabalarının ana itici gücü olmasıydı.

Bu durum artık geçerli değil, çünkü yaralı "Arapçılık" Lübnan kimliğinin karşı karşıya olduğu yakın bir tehdit olmaktan çıktı. Aksine, Lübnan’ın bağımsızlığını, egemenliğini, çoğulculuğunu ve Arap ilişkilerini tehdit eden İran’ın mezhepsel hegemonya planı karşısında Lübnanlılar için bir birleşme ve bir araya gelme unsuru haline geldi. Nitekim dün, Bekerki (Beyrut’un kuzeydoğusu) bölgesindeki Maruni Patrikhanesi’nin bulunduğu meydanda toplanan –sosyal mesafeye rağmen- büyük kalabalıklar ortak bir yazgıya karşı ortak bir endişeyi teyit ediyordu. Müslüman ve Hristiyan dokuya Tahran'ın bölgedeki çıkarları, yayılmacı hırsları ve silahın gücüyle dayatılan yabancı bir kimliğe ilişkin duyulan ortak endişenin kanıtıydı.

Bu nedenle dün, devleti uluslararasılaşmış devletçikten geri alma, onu değiştirmeye çalışanlardan kimliğini kurtarma, özü hiçbir zaman şu anda olduğu kadar tehdit altında kalmayan asgari düzeydeki bir arada yaşamı teyit etme günüydü.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

DAHA FAZLA HABER OKU