Bir süredir insanlar koronavirüsle mücadele ederek, yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Henüz en kötü senaryolar yaşanmadı ama giderek durumun kötüleştiği, koronavirüsün insanlar için yeni sorunlar yarattığı ortada.
Koronavirüs bir yandan insanların ciğerine saldırıyor, ölümüne sebep oluyor, bir yandan da ekonomiyi vurarak, salgının boyutunu değiştiriyor.
Bunun en bariz belirtisi, salgınla birlikte içeriye kapanan insanların ekonomik durumlarının bozulması oldu.
Milyonlarca insan işini gücünü, sermayesini kaybetmeye başlayınca; sermayesi emek olan işçi ve emekçiler yoksulluğun dibini gördü.
İşçi emekçiler yoksulluğun dibini görünce, işsizler ise ölümün soğuk nefesiyle karşı karşıya kaldılar. Bu nedenle birçok insan hastalanınca doktora bile gidemedi, evde ölümü bekledi.
Çünkü gitmesi en az bir ay hayattan kopma anlamına gelecekti, gitmese ölümle burun burana gelecekti. Böylesine iki ucu keskin bıçak misali bir hayat sürdürdüler ve halen sürdürüyorlar.
'Evde ölümü bekledi' söylemi size abartılı gelebilir. Herkes için geçerli bir durum değil elbet. Ama koronavirüs ve giderek daha ağır hissedilen işsizlik nedeniyle binlerce insan kendi içine gömülmüş durumda.
Hem de sayısı düşünemediğimiz kadar çok. Çünkü bu durumun görünür bir tarafı yok. Yoksul insanların gözlerden uzak hayatları, kendi halinde yaşanmışlıkları her zaman görünmezlik içindedir zaten.
Ne yaşıyorlar, nelerle oyalanıyorlar bilen pek olmaz. İşsizliğin zaten pik yaptığı bir dönemde, pandeminin de hayatımıza girmesi, iş bulamayan yığınları göz önüne aldığımızda sonucun düşündüğümüzden daha fazla bir yıkım yaratığını görmek mümkün olur.
İnanıp, inanmamak elbette sizin elinizde. Elimde ne yerel, ne de genel rakamlar var. Rakamların doğruluğuna da pek inanmam zaten. Ben sokaktaki harekete, pazardaki duruma bakarım.
En bariz fotoğraf sokaktır ve insanların kendisidir, toplumun, toplumların genelidir.
Bu virüs hareket eden her insana, insanla muhatap olanlara bulaşma potansiyeline sahip. Bu yönüyle eşitlikçi bir virüs. Kimsenin konumuna filan aldırmıyor, konak olarak ulaşabildiği her yere demir atıyor.
Yeter ki insan hareket etsin, insanlarla muhatap olsun. Virüs insana eşit bir yaklaşım gösteriyor, eşitsizliği bozan yine insanın kendisi oluyor.
Mesele virüsün insana ulaşma sürecinde. Olanakları olanlar kendini izole edebiliyor, korunma koşullarını yaratabilir.
Tümden izole olmak, insanlardan uzak bir yaşam sürdürmek ve alabildiğince kendi yağında kavrulmak mümkün olabilir mi?
Yoksullar için, emekleriyle geçinenler için, evine ekmek götürmek zorunda olanlar için mümkün değil. Onlar açısından bir şekliyle insanlarla muhataplık olacak ki çark dönsün.
Ama akarları olan, aylarca gözünü kırpmasa bile gelirleri olanlar için izole olmak mümkündür. Ne de olsa onlar açısından hayat eskisi gibi devam ediyor.
Paraları bankada para kazanıyor, çarkları koronavirüse rağmen dönüyor.
Aslında bunları biliyor herkes. Koronavirüs sürecinde herkes biraz doktor oldu, biraz siyasetçi. Ama kimse ekonomik çarkın ne tür çalıştığını pek anlamadı.
Kimisi bu süreçte hem hastalığı tanıdı, hem de iflası. Kimisi de sermayesine sermaye kattı. İşte eşitsizliğin temeli buydu.
Yani eşitsizliğin pandemik hali, gerçek pandemiden daha hızlı yayıldı, dünya geneline dağıldı.
Bugün dünyada uygulanan tedavi yöntemleri, hastane koşulları, yatak ve yoğun bakım üniteleri, aşıya ulaşma bakımından yoksul ülkelerin, toplumun düşük gelirli kesimlerin adları, semereleri okunmuyor bile.
Haberlere konu olan daha çok gelişmiş ülkeler, toplumlar ve üst kesimler oluyor. Her gün koronadan insanlar ölürken, kalburüstü kişilerin adları tablonun ana rakamı olurken, arka planda ölenler rakam bile olamıyor.
Gerçeklik bu...
Tanıklığımız budur, yaşanan da budur.
Bunun böyle olması abes de görülmüyor. Herkes kaderine razı, koronavirüs belasının geçmesini bekliyor.
Bekledikçe eşitliksizlik de derinleşiyor.
İnanmayanlar sokakların halini görmeli, kağıt toplayan, 'Ne iş olsa yaparım' deyip, sokakları adımlayan, iş için çalmadık kapı bırakmayan, en ağır işlerde çalışmak zorunda kalanlara ve işsizlere dönmeli.
İşsizin ölümden korkar hali kalmadı, üzerine üzerine yürüyor virüsün. Çünkü evde kalsa aç, sokağa çıkıp iş arasa, bir işe el atsa belki virüs kapacak, hastalanacak ama yaşamak için bir umut yine de…
Artık ne kaybedecek zincir var, ne de elde bir iş. Binlerce insan iş yerleri kapalı olduğu için zorunlu dinlenmede, yine binlerce kişi pandemiden dolayı işten çıkarılmış durumda.
İşte eşitsizlik de tam bu noktada başlıyor. Kimisi salgın nedeniyle gerçekten işini kaybediyor, işsiz kalıyor, evine gönderiliyor. Bu grupta olanlar az da olsa bir pandemi ödeneği alıyor.
Kimisi ise hiçbir kaide ve kurala bağlı olmaksızın kapının önüne konuluyor, bütün haklardan mahrum olarak, sokağa atılıyor.
Bu grubun yasalardan, devede kulak olan ödeneklerden faydalanmasına imkan yok. Çünkü zaten sigortasız çalışıyor.
Pandemik eşitsizliğin vurduğu alan da burası zaten. Ne kayıtları var, ne de rakamsal varlıkları. Her şey sahne gerisinde, merdiven altında, karanlık koridorlarda yaşanıyor.
Koronanın bir ilacı henüz yok. Hasta olanlara değişik tedaviler uygulanıyor. Konum ve mevki burada devreye giriyor.
Başkanlıktan eski ABD Başkanı Trump, koronaya yakalansa da her ne hikmetse bir iki günde atlatıyor. Bunun nasıl atlatıldığını ne soran oluyor, ne de anlatan.
Trump'ın bağışıklık sistemi mi çok güçlüydü, yoksa milyonların bilmediği bir tedavi yöntemi mi vardı?
Ortada bir cevap olmadığına göre, karışık bir mesele.
Dünyaya hükmeden birisinin, bir işçi gibi tedavi edilmeyeceği açıktır. Farklı yol ve yöntemlerin denendiği de aşikardır. Spesifik bir örnek olduğu için sorgulama önemi de yoktur artık.
Mesele milyonlar virüsün pençesinde can çekişirken, bazıları için sürecin lehlerine kullanılmasıdır.
Hepimiz biliyoruz ki milyonlarca insan virüs kaptığında birkaç hafta hayattan kopuyor. Kimisi kalıcı hasarla hayata ancak dönebiliyor, kimisi de hayatını kaybediyor.
Yani tedavi olanakları açısından korkunç bir eşitsizlik yaşanıyor. Özellikle aşılamanın başlamasından sonra aşıya ulaşma eşitsizliği derinleştireceğine benziyor.
Eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melik Gökçek ve kamuoyunda bazı tanıdık simalar gülerek ekranlara poz verip aşı olurken, milyonlar aşıya ulaşmak için sırasını bekliyor, beklemek zorunda kalıyor.
Kalp hastası, kronik hastalar sırasını beklerken, Gökçek benzerlerin aşılanması ne anlama geliyor?
Uzun lafın kısası koronavirüs insana saldırırken eşitlikçi davranıyor. Ama sonrası ise tam bir kaos. İnsan doğanın eşitlikçi yaklaşımını kendi eliyle bozuyor, eşitsizliği derinleştiriyor.
Ben fotoğrafın çerçevesini çiziyorum. Pandemi sürecinde yaşanılanlara parmak basmak istiyorum.
İnsan para kazanamayınca, evine ekmek götüremeyince ölümü kanıksar, hatta bir kurtuluş yolu olarak görür.
Düşünün günlerce hiçbir iş yapamıyorsunuz, yapmak isteseniz de iş yok. Bir geliriniz, akarınız yok, büyüyen bir ağacınız, dolan başaklarınız ve süt veren bir hayvanınız yok.
Ne olacak bu durumda?
İşte ben bu noktaya dikkat çekmek istiyorum.
Kim, ne kadar, neye muhtaç bilmiyorum elbette. Ama bildiğim süreç giderek ağırlaşıyor ve işsizlik herkesi vurmaya hazırlanıyor.
Aşı da bunun cabası olacak. Varlıklı toplumların aşıya ulaşması kolay olurken, varlıksızların aşıya, aşa ulaşması giderek zorlaşıyor, zorlaşacağına benziyor.
Keşke yazdıklarım abartı ve yanlış olsaydı.
Ama maalesef pandemik eşitsizlik ve yoksulluk başta ülkemizde giderek yayılıyor.
Dünya Sağlık Örgütü ve BM açıklamaları da bunu işaret ediyor zaten.
Tabii görmek isterseniz…
Belki eşitsizliği ortadan kaldırmak mümkün olmayacak, ama eşitsizliği derinleştirmemek elimizde.
Bu bir ahlaki tutumla mümkün olabilir. Ahlaki tutum hem pandeminin yayılmasını engeller, hem de aşıya ulaşmayı olanaklı hale getirir.
Özellikle de sorumluluğu olanlar, pandemiyi yönetenler, sağlık politikalarında etkin rol oynayanlar bu ahlaki tutumu göstermek zorunda.
Çünkü koronavirüs ayrıcalıklı gruplar yaratmayla durdurulamaz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish