Son yıllarda, Suudi Arabistan'ın dünya kıtaları arasındaki coğrafi konumuna ilgi her zamankinden daha fazla arttı. Öyle ki ülkenin 2030 ekonomik planı, yeni vizyonunu pazarlarken Riyad’ın rekabet avantajlarından biri haline geldi. Ancak Fransa'nın modern tarih boyunca en güçlü adamı Napolyon Bonaparte, bu ‘konumu kısmi’ olarak erken fark etti. 18’inci yılın sonlarında I. Suudi Devleti (Diriye Emirliği) döneminde, zamanın ezeli rakipleri olan İngilizler ve Osmanlılara karşı elini güçlendirmek için kullanmaya çalıştı.
Yakın tarihli bir çalışma, Fransız diplomat Louis Lepine, Fransa ile Arap yarımadasının merkezinde yer alan ve başkenti siyasi ve tarihi özelliğini korumasına rağmen Riyad şehrinin kentsel genişlemesinin bir parçası haline gelen Diriye olan I. Suudi Devleti (Diriye Emirliği) arasındaki ilişkinin izini erkenden sürdüğünü ortaya koydu.
İlginin, Napolyon Bonaparte'ın hükümdarlığı döneminde, devletin coğrafi konumunu özellikle de Mısır seferinden sonra Kızıldeniz kıyılarında daha fazla varlık göstererek doğuya yönelmesinin ardından Fransız İmparatorluğu'nun etkisini genişletmek için kullanma arzusuyla ortaya çıktığını belirtti. Mısır o dönemde Suudiler tarafından geri alınmadan önce Hicaz ve Haremeyn-i Şerifeyn (Mekke ve Medine) gibi cazibe merkezlerinin kontrolünü elinde tutuyordu.
Yakın zamanda Kral Faysal Araştırma Merkezi tarafından yayınlanan araştırma, Napolyon’un Fransa’nın Mısır’ın ötesine uzanan hırslarını yenilediğini ortaya koydu. Ayrıca bu tercihin yalnızca Hindistan üzerindeki İngiliz egemenliğini sona erdirmenin değil, aynı zamanda Fransa ve İslam arasındaki ilişkilerde kademeli bir olgunlaşmanın sonucu olduğuna işaret edildi. 18’inci yüzyılın son on yılında I. Suudi Emirliği’nin ortaya çıkışı ve aynı yüzyılın seksenlerinde başlayan bölgesel genişlemesinin, Fransa'da bir iç krizin izlediği bir zayıflık dönemine denk geldi. Hint Okyanusu'ndaki varlığının azalmasına ve Arap Yarımadası'nda meydana gelen siyasi gelişmelere ilgisizliğe yol açtı.
Bu bağlamda Lepine, I. Suudi Emirliği’nin ortaya çıkışı, başlangıcı ve gelişimi hakkında yorum yapan herhangi bir Fransız yazısı bulamadığımıza dikkat çekiyor. Ancak o dönemde Fransızlar, Kızıldeniz ile Yemen kahvesine geçiş yolu olarak ilgilendiler. Buna karşılık, Bonaparte'ın Mısır'da getirdiği yeniliğin boyutunu görüyoruz. Bu durum da Fransa'nın bölgedeki temsilini ticari kaygıların ötesinde kapsamlı bir jeopolitik projeye dönüştürüyor.
Çalışma, Bonaparte’ın Mekke’nin en büyük emirini, o dönemde Mısır’ın merkezinde yer aldığı projesinin hizmetinde yalnızca bir müttefik olarak gördüğünü ancak kısa süre içerisinde projesini genişlettiğini ortaya koydu. Bonaparte, Fransa'ya döndükten sonra, Hindistan'a bir kara limanı arayışı bağlamında Arap Yarımadası'nda yaşanan gelişmelere olan ilgisini dile getirdi. Nitekim, araştırmanın Arabistanlı Lawrence’tan aktardığı bilgilere göre "1757'de Bengal'deki İngiliz zaferi, Hindistan'a giden yolu, sonraki iki yüzyıl boyunca antik dünya tarihine hakim olan yeni bir jeopolitik merkez haline getirdi. 1870’lerden itibaren Fransızlar ve İngilizlerin zihnini meşgul eden Süveyş Kanalı aracılığıyla geçişler başlamıştı."
Napolyon gerçekten Diriye'ye bir elçi gönderdi mi?
Bu bağlamda Napolyon’un arzuları, Galib bin Musaid’in I. Suudi Emirliği’nin ona saldırmasına engel olmaya çalıştığı Hicaz’a uzanıyordu. Şerif, Suudileri gerçekleştirdiği saldırı sırasında Kızıldeniz’e doğru ilerleyişi önlemek için Cidde’ye sığındı. Osmanlıların desteğiyle 1803 yılının Temmuz ayında başkentini geri alabildi. "Ancak 1805 yılının Ekim ayı itibariyle Necd’in egemenliğini tanıması gerekiyordu. En azında görünüşte de olsa dini bir reform benimsemeliydi. Camilerde İstanbul Sultanına dua edilmemesini onayladı. Bu da ona karşı isyanın başlangıcı anlamına geliyordu."
Fransız diplomat, topladığı kaynakların, ‘Napolyon'un o zamana kadar Fransızlar tarafından bilinmeyen bir bölgede ortaya çıkan ilk Suudi devletine karşı eşi görülmemiş ve sarsılmaz ilgisini’ ortaya koyduğunu ifade etti. Diplomata göre imparatorun İngilizlere karşı potansiyel müttefiklerinin rolünü bilmeye duyduğu ihtiyaç siyasi alanla sınırlı değildi. Vehhabiler üzerine Fransızca kaleme alınmış ilk kitabın Napolyon tarafından 1806 yılında Arap Yarımadası’na bir görev için gönderilen Katalan Ali Bey el-Abbasi tarafından yazılmış olması bunu kanıtlıyor.
Elçi, 1807 yılının Ocak ayında, Vehhabilerin şehri kuşattığı bir dönemde Cidde’ye ulaştı. Osmanlı kuvvetlerinin onları şehirden tahliyesine tanıklık etti. El-Abbasi, Mekke sınırlarının ötesine geçmedi. Kitabını 1814 yılında yani Bağdat’taki Fransız Konsolosu Olivier de Corancez’in romanından sonra ve diplomat Joseph Rousseau’nun hikayesinden önce yayınladı.
Rousseau’nun her diplomat gibi siyasi görevine ek olarak bilgi toplama konusunda özel bir misyona sahipti. O dönemde yeteri kadar Bağdat’taki ikamet yeri ile I. Suudi Emirliği’nin başkenti Diriye arasında seyahat eden tüccar toplayabildi. Daha sonra 1808 yılında, Fransız diplomatik arşivinin şimdiye kadar koruduğu bilinen tek Diriye haritasını çizdi.
Napolyon’un neden I. Suudi Devleti gibi o zamanlar kumlar arasında izole bir halde bulunan bir devlete ihtiyaç duyduğuna gelince, o kıtalararası bir imparatorluğu yönetiyordu. Araştırmacı bunu açıklarken Bonaparte’ın 1804 yılının Aralık ayında imparator olduktan sonra burada durmadığını, aksine Osmanlılar ve Perslerle anlaşarak Hindistan’a ilerleyen bir Fransız ordusu önderliğinde doğuya doğru yeni bir sefer hayal ettiğine işaret ediyor. Ancak 1807 yılının Temmuz ayında Rusya ile Napolyon arasında imzalanan Tilsit Anlaşması ve daha sonra 1808 yılında İspanya’da girdiği feci savaş, bir Osmanlı-İran ittifakı yaratma fikrinin ütopik doğası, bu projeyi sonlandırdı.
İmparator, Kahire’de Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın 1805’ten 1811 yılına kadar otoritesini sağlamlaştırmasını ardından 1811 yılının Ağustos ayında Arap Yarımadasına müdahalesini ilgiyle takip etti. Daha sonra 1812 yılına kadar istihbarat göreviyle Vincent-Yves Boutin’in Mısır ve Suriye’ye gönderdi. Boutin, o sırada Mısır ordusu harekatıyla Hicaz’a doğru ilerledi.
Boutin, 1812 yılının Şubat ayında Yanbu’ya gitti. Orada bölgenin lideri Ahmed Tosun Paşa ile bir araya geldi. Ancak bu adım konusundaki şüpheler nedeniyle Cidde’ye bile ulaşamadan Mısır’a geri döndü. Ancak İmparator’un Arap gelişmelerine olan ilgisiyle ilgili başka bir hikâyeyi 1835'te yayımlanan ‘Doğu'ya Yolculuk’ kitabının ekinde Fransızlar arasında yayan kişi, büyük yazar ve devlet adamı Alphonse de Lamartine idi. Hikaye Theodore Lascaris de Ventimi ve Halepli Hıristiyan tercümanı Fethullah es-Sayığ'ın macerasını anlatıyor.
Lamartine'in Fransızca çevirisini yayınladığı Sayığ’ın öyküsü, iki adamın Arap Yarımadası’nda imparator için Diriye’ye ulaşan bir istihbarat görevi üstlendiğini söylüyor. 1811'den 1812'ye veya belki de 1814'e kadar uzanan yolculukları, I. Suudi Emirliği’nin zirveye ulaşması ve Mısırlının müdahalesinin başlamasıyla aynı zamanda gerçekleşti. O zamanlar hala Kızıldeniz kıyısında mahsurdu ve nihayetinde devletin çöküşüne neden oldu. Napolyon'un yazılı talimatlarının olmaması, resmi bir görevin varlığına dair şüphe uyandırıyor olsa da Lamartine’nin Sayığ’ın Osmanlılara karşı bir Vehhabi devrimi olası Fransız desteğini araştırmaktan sorumlu bir ajan gönderdiği romanın özetinden esinlenen varsayımı geçersiz kıldı.
"Avrupa’nın büyük oyunu"
Fransız araştırmacı tarafından derlenen bilgiler, Paris’in I. Suudi Emirliği ile ilişkiler kurmak istediğini gösteriyor. Ancak Diriye'nin Osmanlıların emriyle Mısırlıların eline geçmesi, bu ilgiye daha başlarındayken son verdi.
Araştırma Napolyon’un Doğu hakkında sahip olduğu fikir ve kavramların bilgisinin, Fransa ile Arap Yarımadası arasındaki ilişkilerin kökenini bilmek için gerekli olduğunu ortaya koyuyor. Aynı durum Fransa’nın ilerleyen zamanlarda Arap Yarımadası’na karşı takındığı, Napolyon mirasına ve genel olarak Fransız Oryantalizmine bilinçsiz bir şekilde demirlenen iki entelektüel ve politik yaklaşımı anlamak için de geçerli. Mısır tarafından yapılan hamleden 40 yıl sonra Cidde’de bir Fransız konsolosluğu açmakla başladı. Ardından Osmanlılara karşı Mekke Şerifi Hüseyin bin Ali’yi desteklemek için bir Fransız askeri misyonu gönderdi. Fransa ve entelektüelleri, 1798'de Bonaparte'ın izlediği çıkarlara dayalı açıklık politikasını bir kez daha yücelten, ilişkileri mevcut durumun değişimlerini aşan bir aralıkta karakterize eden bir süreklilik kuran bir pozisyon inşa etti.
Napolyon Hicaz'a ayak basmasa da, araştırmacıya göre Osmanlı İmparatorluğu merkezli bir ‘büyük Avrupa oyunu’ ile bu bölgeye dolaylı olarak girdi. Bunun sonucunda Avrupa dengesini Akdeniz'den İngiliz Hindistan sınırlarına kadar genişledi. Böylelikle Ortadoğu'da bir asır sonra bilinecek, iç krizlerin ve dış müdahalenin bu güne kadar nüfuz etmeye devam ettiği şeyi çizmiş olacaktı.
Arap Yarımadası'ndaki bilgi yetersizliğinin temeli
Çalışma, Mısır hamlesinin Arap Yarımadası’nda henüz Suudi kimliğini Fransız siyasi bilincinde benimsemeyen bir devletin kurulduğunu kaydettiğini ortaya koyuyor. "Böylelikle, Bonaparte'ın Mısır serüveni, çağdaş Fransız-Arap ilişkilerinin temelini oluşturdu. Çağdaş Fransa ve Fransız Oryantalizminin kaderindeki Arap boyutunu ortaya koydu. Bunu Suriye'de Akka'ya karşı bir yenilgi izledi. Yani bu macera Mısır sınırlarını aştı. Geleceğin imparatoru başlangıçta Kızıldeniz de dahil olmak üzere tüm bölgenin entegrasyonunu benimsemişti."
Bununla birlikte, sonuçta Fransa’nın yöneticilerinin Fransızların bölgeye yönelik planları hakkında net bir fikri olmayan ilk Suudi devletiyle ilişkileri meyve vermedi. Ancak Napolyon, hem Fransa'da hem de Mısır'da Doğu'ya ilişkin politikasını ve haleflerinin siyasetini etkileyen gelişiminin sürekli olarak farkındaydı.
Sonuç olarak, Fransız diplomat, bu solan ilişkileri ilgilendiren doğrudan belgelerin bolluğu ile çoğu tarihçinin onlar hakkındaki bilgisizliği arasındaki karşıtlığa işaret ederek, "Arabistan tarihi ile ilgili Fransız kaynaklarına gelince, üzücü bir durum ancak ne yazık ki bir yöntem gibi görünüyor" ifadelerini kullandı.
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.