30 Ekim tarihinde Seferihisar açıklarında meydana gelen ve İzmir'i vuran 6,9'luk depremde 117 kişi yaşamını yitirdi.
Aradan geçen 1,5 ayda aralarında Denizli, Bursa ve Muğla'nın bulunduğu pek çok ilde sarsıntı meydana geldi.
Öte yandan Marmara depreminin de her an gerçekleşebileceği yorumları yapılıyor.
Türkiye ise "hazırlıkları böylesi bir deprem için yetersiz olduğu" gerekesiyle sıkça eleştiriliyor.
Öyle ki 17 Ağustos 1999'daki Gölcük depreminden Deprem Konseyi, UDSEP-2023, Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı, il bazında kentsel dönüşüm stratejisi gibi pek çok çalışma yapılmış olsa da uzmanlar, bu hamleleri yeterli bulmuyor.
Çalışmaların 2023'e kadar tamamlanması hedefi ise pek çok uzmana göre gerçekçi değil.
Büyük ölçekli bir deprem riskiyle karşı karşıya olan Türkiye'nin yapması gerekenleri, Jeoloji Mühendisi Aysun Aykan ve İnşaat Mühendisi Gürkan Özcan ile konuştuk.
"Marmara depreminde büyüklük 7.6'yı bulabilir"
"Deprem sadece sarsıntıda hatırlanacak bir oldu değildir, bunu sürekli gündeme getirmemiz, unutturmamamız ve vakit kaybetmeden alınacak önlemlere odaklanmamız gerekir" diyen Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi ve Balıkesir İl Sorumlusu Aysun Aykan, olası Marmara depreminde büyüklüğün 7.6 büyüklüğünü bulabileceği uyarısını yaptı.
"28 milyon kişi tehlikede" diyen Aykan, Marmara Denizi içindeki aktif faylar, tarihsel depremler ve sismik aktiviteye dikkati çekti.
Burada enerji biriktiğini ve bu durumun mutlaka büyük bir depreme işaret ettiğini belirten Aykan, ivedilikle önlemlere odaklanılması gerektiğini savundu.
"İtalya'dan Avusturya'ya kadar hissedildi"
Marmara Denizinde en son 1766'da deprem meydana geldiğini belirten Aykan, aradan 254 yıl geçtiğine dikkati çekerek, şöyle konuştu:
1766 yılında meydana gelen deprem, İtalya'dan Avusturya'ya kadar geniş bir coğrafyada hissedilmiş olup Marmara bölgesinin tümünde tahribat oluşturdu. Düşünün ki, Avrupa'dan bile hissedilen Marmara Denizi'nde büyük bir depremin tekrarı, tüm Marmara bölgesini ağır bir şekilde etkileyecektir. Birçok Türk ve yabancı bilim insanının yaptığı çalışmaya göre, 1999 depreminden sonraki 30 yıl içinde Marmara Denizi'nde yüzde 65 ihtimalle 7'den büyük, maksimum 7,6 büyüklükte bir depremin olacağı yönündeydi. 20 yılın geride kaldığını düşünürsek, bu gerilim oldukça yaklaşmış demektir. 10 yıl içinde kesin olacak diyemiyoruz ancak olma ihtimali yüksek. Tam tarihini bilemesek de önümüzdeki yıllarda mutlaka gerçekleşecek.
"Bu deprem 28 milyonu etkileyecektir"
Aysun Aykan, Marmara Denizi'nde gerçekleşmesi muhtemel depremin sadece İstanbul'u değil; Balıkesir, Bursa, Yalova, Çanakkale, Kocaeli ve Tekirdağ gibi Marmara Denizi'ne kıyısı olan tüm illeri ağır şekilde etkileyeceğini savunarak, şu yorumu yaptı:
Bu deprem 28 milyonu etkileyecektir. Aslında bu deprem, Tüm Türkiye'yi etkileyecektir, Marmara Bölgesi nüfus yoğunluğu, sanayi, ekonomi, ulaşım, tarihsel birikim bakımından en yoğun olan bölge olduğu için burada büyük bir depremin olması Türkiye'nin ekonomisine bir hayli zarar verecektir. Bu yüzden bu depremi çok fazla önemsememiz gerekiyor.
"Can kayıplarında dünya sıralamasında birinci olmuşsuz"
Bu yıl Elazığ boyunca meydana gelen Bingöl, Van ve İzmir depremlerinde 167 kişinin yaşamını yitirdiğini, 80 bine yakın binanın zarar gördüğünü belirten Aykan, Türkiye'nin can kayıpları bakımından dünya sıralamasında ilk sırada yer aldığını ifade etti.
Jeoloji Mühendisi Aykan, "Bu yaşadığımız üzücü tablo, Ülkemizin doğa kaynaklı afetlere karşı güvenli olmadığının bir göstergesidir. Hiç vakit kaybetmeden afet zararlarının azaltılması çalışmalarına başlamamız gerekiyor. Türkiye'nin birinci önceliği deprem olmalı" şeklinde konuştu.
Aykan, Türkiye'deki ölüm oranlarının yüksekliğini ise deprem etkisi altında binaların hasar görebilirliği, taşıyıcı sistem yapısının yetersizliği, yapıda kullanılan malzemenin niteliği, yapının oturduğu zeminlerin jeolojik-jeoteknik özellikleri, binanın diri fay üzerine oturması ve yapı denetim yetersizliği gibi nedenlere bağladı.
Aykan, bunları düzeltilmedikçe her depremden sonra benzer can ve mal kayıplarının yaşanabileceği uyarısını yaptı.
"Kuzey Anadolu Fayı 12 milyon yıldır var ve bu fay üzerine yine büyük depremler olacak"
1939'daki 7,9 büyüklüğündeki Erzincan depreminde 40 bine yakın kişinin yaşamını yitirdiğini hatırlatan Aysun Aykan, "Bu deprem Kuzey Anadolu Fay Zonu (KAF) üzerinde oldu. Erzincan depreminden sonra, Niksar, Tosya, Gerede, Bolu, Adapazarı, Kocaeli'ye doğru fay, doğudan batıya doğru kırılarak geliyor ve KAF üzerinde 1939'dan başlayarak 1999'a kadar olan depremlerde birçok kişi yaşamını yitirdi. KAF yaklaşık 12 milyon yıldır var ve bu fay üzerinde yine büyük depremler olacak. KAF yok olmayacağına göre,yüzey faylanması oluşturacak diri fay üzerindeki binaların kaldırılması gerekiyor" şeklinde konuştu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
"Türkiye'de 18 il, 80'i aşkın ilçe ve 502 mahalle tehlikede"
Maden Tetkik ve Arama (MTA) Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan Türkiye Diri Fay Haritası'na göre Türkiye genelinde 5.5 ve üzeri büyüklükte deprem üretebilecek yaklaşık 500 diri fayın bulunmasına ilişkin ise Aykan, şu yorumu yaptı:
Bu harita baz alındığında, 18 ilimiz, 80'i aşkın ilçe ve 502 mahalle doğrudan fay hatları üzerinde yer almaktadır. Aksaray, Bolu, Sakarya, Yalova, Bursa, Balıkesir, Manisa, İzmir, Aydın, Denizli, Erzurum, Kahramanmaraş, Hatay, Hakkari, Muğla, Eskişehir, Kütahya, Bingöl gibi illerimiz fay hattı üzerindedir. Buralarda bir deprem olduğu zaman ilk önce buralarda yaşayan vatandaşlarımız etkilenecektir. Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) fay zonları üzerine yapı yapılmayacağına ilişkin düzenleme 1973 yılında, Avrupa Birliği'ne ait ülkelerde 1990'lı yıllarda yapılmıştı ama bizim ülkemizde bununla ilgili bir düzenleme yok. Türkiye'de depreme hazırlık anlamında en önemli eksik fay yasasının olmaması ve yapı denetim yetersizliğidir.
"TÜİK verilerine göre ülkemizdeki konutların yüzde 40'ı kaçak ya da ruhsatsız"
Türkiye'nin dünyadaki depremlerin beşte birine kaynaklık eden Akdeniz-Alp-Himalaya adı verilen en etkin deprem kuşağı üzerinde yer aldığını, ülkeyi kuzeyden, güneyden ve batıdan saran bu kuşak nedeniyle Türkiye topraklarının yüzde 92'sinin deprem tehlikesi altında bulunduğunu belirten Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) İnşaat Mühendisleri Odası Balıkesir Şube Başkanı Gürkan Özcan ise şöyle konuştu:
Dünya nüfusunun yaklaşık 600 milyonunun (dünya nüfusunun yüzde 10'u) deprem bölgelerinde yaşadığı tahmin ediliyor; Türkiye nüfusunun ise yüzde 71'i 1.ve 2. derece deprem bölgelerinde, 3. ve 4.deprem bölgelerinde yaşayan nüfus dâhil edildiğinde toplam nüfusun yüzde 98'i deprem tehdidi altında bulunuyor. Yine sanayi kuruluşlarımızın yüzde 98'i, barajlarımızın yüzde 95'i deprem bölgelerinde kurulmuş ve risk taşımaktadır. Enerji kaynaklarımızın ise yaklaşık yüzde 41'i birinci derece deprem bölgelerinde yer alıyor. Japonya örneği göz önüne alındığında, büyük ölçekli depremlerin meydana geldiği ülkelerin depreme karşı dayanıklı binalar inşa ederek depremin zararlarını en aza indirgemeleri mümkündür. Ancak Bir deprem ülkesi olmasına, son yüzyılda 100 bine yakın insanını depremlerde kaybetmiş olmasına karşılık Türkiye'de yapıların güvenliği önemli bir sorun teşkil etmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ülkemizdeki konutların yüzde 40'ı kaçak ya da ruhsatsızdır.
"Ülkemizin deprem sorunu yoktur, denetim ve uygulama sorunu vardır"
Türkiye'nin depreme karşı neler yapması gerektiğini sorduğumuz Özcan, 15 milyonu bulan bina stokunun yüzde 10'unun yenilenmesinin, yüzde 30'unun ise onarılmasının gerektiğini söyledi.
Gürkan Özcan, gerekli yasal altyapı, yasaların eksiksiz uygulanması, kamusal denetim ve toplumsal bilinçle 9,0 büyüklüğündeki mega bir depremden bile kayıp vermeden çıkmanın mümkün olduğunu kaydederek, "Ülkemizin deprem sorunu yoktur, denetim ve uygulama sorunu vardır" yorumunu yaptı.
Türkiye'nin mevcut yapı stokundaki sorunlara da değinen Özcan, bir an önce ülke genelindeki envanterin çıkarılmasının şart olduğunu dile getirdi.
"Kentsel dönüşüm projeleri, yeni rant alanları yaratmak amacıyla değil..."
Kentlerin deprem ve diğer doğal afetlere uygun biçimde yeniden yapılandırılması gerektiğini vurgulayan Gürkan Özcan, sözlerini şu ifadelerle sürdürdü:
Kentsel dönüşüm projeleri, yeni rant alanları yaratmak amacıyla değil, afet riskini en aza indirmek ve kent güvenliğini sağlamak amacıyla yapılmalıdır. Bina türü mevcut yapı stokunun deprem tehlikesine karşı envanterinin incelenmesi ve değerlendirilmesi bağlamında, mevcut durum, sorunlar ve bunları aşabilmek için izlenmesi gereken yollar belirlenmeli, bu amaçla aynı tehlikeyi yaşayan diğer gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi kademeli değerlendirme yöntemleri kullanılmalıdır.
Yapılacak kademeli değerlendirme sonrasında binaların tehlike sıralamasının yapılarak, iyileştirme programları ve projelerinin hazırlanması gerektiğine değinen Özcan, depreme hazırlıklı olmak için mevcut binaların güçlendirilmesinin yanı sıra yeni yapılacak binaların da yine depreme karşı dayanıklı olarak inşa edilmesi gerektiğine vurgu yaptı.
Yapı güvenliğini sağlamanın yolunun üretim sürecinde doğru bir mühendislik hizmetinden geçtiğini belirten İnşaat Mühendisi Özcan, kamu yapıları dahil tüm inşaatların denetlenmesi gerektiğini vurguladı:
Zemin etüdünden projelendirmeye, malzeme kalitesinden yapım faaliyetine kadar bina üretim sürecinin her aşamasında alınacak mühendislik hizmeti yapıların güvenli olmasının en önemli teminatlarından birisidir. 'Dar gelirlilere konut üretme' amacıyla kurulan TOKİ tarafından inşa edilen binalar, yapı denetim sisteminin dışında tutulmaktadır. Deprem felaketinden korunabilmemiz için kamu yapıları dâhil tüm inşaatların yapı denetim sistemine tabi tutulması gerekmektedir. Yapı üretimi düzeninin asli öğelerinden olan müteahhitliğin tanımı netleştirilmeli yapı ile ilgili uzmanlığı olmayan meslek sahiplerinin yapım işini üstlenmesi engellenmelidir. Yapı Müteahhitliği ve Şantiye Şefliği uygulamaları kağıt üstünde değil bilfiil yapılmalıdır. Taşeronluk sistemi vergisel kontrol altına alınmalı, her taşeron firmanın başında ya da yönetimsel bünyesinde inşaat mühendisi bulunmalıdır. Ticari yanı ağır basan zoraki çok elemanlı, hantal yapılı, mali açıdan çok külfetli yapı denetim şirketi modeli yerine; uzmanlık ve ahlaki niteliklere sahip yapı denetçilerinin etkinliğine dayalı bir Yapı Denetim Uygulaması modeli geliştirilmelidir.
"Bundan sonra asla İmar Affı düzenlenmemelidir"
"Türkiye'nin bir İmar Politikası olmalı ve bu politika, değişen iktidarlarla birlikte değişime uğramamalıdır" diyen Gürkan Özcan, bundan sonra hiçbir şekilde İmar Affı düzenlenmemesi gerektiğini savundu.
Afet yönetiminde Türkiye'nin ağırlık vermek zorunda olduğu konunun "yara sarmak" değil, "zarar azaltmak" olduğunu ifade eden Özcan, "Özellikle kriz anında ve hemen sonrasında doğru, güvenilir ve gerekli bilgi akışını sağlayabilme işlevidir. Resmi kurumlar ve medya arasında daha önceden kurulmuş sıkı koordinasyonla, doğru ve güvenilir bilgi akışı sağlanarak yanlış, abartılı bilgi akışı önlenmeli, böylece toplumun aldığı bilginin doğruluğuna güveni sağlanmalıdır" sözleriyle medyanın rolüne dikkat çekti.
Mühendislik diploması alan kişilerin, uygulamada herhangi bir deneyime sahip olmaksızın, bir anlamda sınırsız mesleki yetki ile donatılmasının, hizmetin niteliği ve güvenirliği bakımından sakınca oluşturduğunu belirten Özcan, "3458 Sayılı Mühendislik ve Mimarlık hakkındaki 1938 yılından kalma kanun bir an önce revize edilmeli, Yetkin Mühendislik Yasası bir an evvel düzenlenmeli, İlgili Meslek Odaları tüm bu süreçlerin içerisinde yer almalıdır" dedi.
© The Independentturkish