Washington'daki mevcut yönetimin son haftaları olmasına rağmen Donald Trump kalmak için kıvranıyor. ABD başkanlık seçimleri tarihinde ilk kez, dünya seçimlerin aşamalarını adım adım takip ediyor.
Mevcut yönetimin son yılında, kasım ayının ilk haftasının salı gününe kadar dünyaya hakim olan duygu; bir sonraki başkanın kim olacağı merakıydı.
Daha sonra dünya, seçimleri, ardından da hile yapıldığına dair açılan davaları takip etti. Son olarak pazartesi günü, bir bölümü koruma altında yapılan "Seçiciler Kurulu" üyelerinin oylarının sayımını izledi. Ancak dizi sona ermedi, şimdi de 6 Ocak 2021'de Kongre'de yapılacak oylama bekleniyor.
Trump, siyasi üretim dengesinin olumsuz tarafı daha ağır basmış bir şekilde görevi bırakmaya hazırlanıyor. Birçok dosyada kayda değer bir başarı elde edemedi.
Düzeltme ve kontrol altına alma sözünü verdiği ABD Hazinesi'ni mali olarak teslim aldığından daha fazla açık vermiş bir durumda bırakıyor. Amerikan işçiler için iş fırsatları daha az. İthalat daha fazla. Batılı müttefiklerle ilişkiler olumsuz, dostlarla ise güvensiz.
En büyük zarar ise, Amerikan toplumunun sınıfları arasındaki dikey bölünme. Öyle ki ülkenin etkili yazarları demokratik mekanizmaya karşı duyulan saygısızlık nedeniyle ABD'nin bir "soğuk iç savaş" yaşadığı konusunda uyarma noktasına ulaştılar.
Trump döneminin en kayda değer noktası, Trump ve yakın yardımcılarında değil, Cumhuriyetçi liderlerin büyük bir bölümünde var olan baskın "kaybeden özgüveni" duygusudur. Bu sahne bizi daha belirsiz bir yere, büyük olasılıkla birçoklarının tahmin ettiği ABD "üstünlüğünün" kayboluşuna götürüyor.
Büyük güçlerin yıldızının kayışı dışarıdan değil, içeriden başlar. Zaman ve mekân farkını göz önünde bulundurarak, şu anda ABD'de olup bitenleri, Süveyş Krizi sonrası İngiltere'de olanlarla karşılaştırabiliriz; iç bölünmeler, ekonomik gerileme ve moral boşluğu.
Daha sonra tarihçilerin atıfta bulunacağı gibi Irak veya Afganistan da ABD'nin boşluk sürecinin başlangıcını teşkil edebilir. Süveyş sonrası İngiltere denildiği gibi Irak veya Afganistan sonrası ABD ifadesi kullanılmaya başlanabilir.
Şu anda ABD sahnesinde izlediğimiz "bilinen bir şeyin gün yüzüne" çıkışıdır.
ABD pusulasını uzun zaman önce kaybetti ve onu bu sonuca götüren şey, "Obama ve Trump" yönetimleriyle ortaya çıkan bir dizi faktördür. İkisi de farklı siyasi taraflardan olsalar da ABD ve dünyadaki değişkenleri anlama pusulalarını kaybetmişlerdi.
Bu, bazı farklılıklarla birlikte, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra iktidara gelen ve tarihin saatini geriye alabileceklerini sanan İngiliz Anthony Eden ile Harold Macmillan yönetimlerini hatırlatıyor.
Trump'ın Biden'a miras bırakacağı sorunlar şeklen yani bir önceki yönetimin içeride ve dışarıda aldığı kararların tamamından ya da çoğunluğundan geri adım atarak çözülemez.
Yeni yönetimin içeride yüzleşmesi gereken en önemli meydan okuma, ABD toplumundaki dikey bölünmedir. Bu ise yeni yönetimde var olmayabilecek büyük bir çaba gerektiriyor.
İki büyük Amerikan partisi düzeyinde bile, diğer parti ile iş birliği yapan herhangi bir önde gelen üye, üçüncü dünya ülkelerindeki kabileci toplumlarda olduğu gibi "hain" sayılabiliyor.
Barack Obama son kitabı "A Promised Land"da (Vadedilen Toprak), bir keresinde Cumhuriyetçi bir eyalet valisinin, 2009'daki ekonomik krizi çözmedeki başarısı nedeniyle kendisini kucaklamasından sonra, parti içinde karşı karşıya kaldığı sert eleştiriler nedeniyle partiden ayrılmak zorunda kaldığını anlatıyor.
Bugün Biden daha kötü bir durumda. Cumhuriyetçi Parti, "çoğu üyesinin seçimlerin galibi olduğu algısında Trump'a ayak uydurmalarının" gösterdiği gibi kendi içinde daha dayanışmacı bir görüntü çizerken Biden, partisi içinde çeşitli akımlarla yüzleşiyor.
Bunların en güçlüsü de solcu akım. Geçen hafta sol akımın bazı mensupları, Biden'dan İran ile imzalanan nükleer anlaşmaya "hemen dönmeyi" talep eden bir mektubu imzaladı.
Joe Biden yönetimi, iç bağ ve desteğin zayıflığı nedeniyle ekonomi ve sosyal koşullar dahil birçok konuda genel olarak "tereddütlü" ve yerinde sayan bir politika benimseme yoluna gidecek.
15 Asya ülkesinin kendi aralarında serbest ticaret anlaşması imzalamasıyla Çin'in yönettiği büyük ekonomik gücün daha da büyüdüğü bir zamanda kararlı bir politika takip edemeyecek.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bu anlaşma, Batılı değerlerin bile Doğu'ya yöneldiğini gösteriyor. Serbest ticaret, "bırakın yapsınlar, bırakınız geçsinler" sloganını benimseyen Batılı liberal düşüncenin ortaya çıkardığı bir düşünce.
Fakat Trumpçı seçkinlerin ABD'nin izolasyonuna ve kendisine duyulan güvenin kaybolmasına yol açan aldatıcı "Önce ABD" sloganını benimsediği bir zamanda, serbest ticaret kendisine yeni bir format ile başka bir uygulama alanı buldu.
Biden açıklamalarında "Önce ABD" sloganını "ABD yönetiyor" ya da kendi deyimiyle "Masanın başındaki yerine geri dönüyor" sloganıyla değiştirdi. Bu, bir başka aldatıcı slogan. ABD'nin uluslararası toplum masasında bir yeri olabilir ama başında değil.
Önümüzdeki dönemde ABD dış politikası ilk sınavını, İran dosyasında verecek. Bu konuda birçok senaryo bulunuyor. İlk senaryo Biden'ın, partisinin aşırı radikal kanadının istediği gibi hiçbir değişiklik yapmadan hemen anlaşmaya dönebileceğini öngörüyor.
Bu kanat kendisini parti içindeki "geniş akım" olarak görüyor ve İran'a şu ana kadar bölgede neden olduğu tahribata devam etmesi için yeşil ışık yakıyor. Bu olası bir senaryo ama kesin değil.
Diğer senaryo, "balistik füze programının durdurulması" ve "komşuların iç işlerine karışmama" konuları başta olmak üzere başka şartların da eklenmesi için müzakerelerde bulunmak.
Bu senaryo ABD'yi, Biden'ın başkan olarak kalması beklenen 4 yıl sonra bile sona ermeyip devam edebilecek bir "İran şantajı" uçurumuna sürükleyebilir.
İki taraf arasındaki güvensizliğin derin olması nedeniyle bu senaryoda ilerleme oldukça sınırlı. En yakın olasılık, yeni yönetimin Çin ve temsil ettiğini düşündüğü zorluklar gibi başka dosyalarla meşgul olması ve İran dosyasının muallakta kalması.
Bazıları, İran nükleer dosyasının Batı ve ABD için bir saplantı haline geldiğine inanıyor, ancak bölgenin önceliği İran'ın "Arap ülkelerinin iç işlerine yönelik müdahaleleri".
Bu müdahaleler, bir dizi Arap ülkesinde çözümü zor dengesizliklere yol açtı. Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen'de ortada modern anlamıyla bir devlet kalmadı.
Fakat İran'ın elde etmek istediği "büyük ödül", Körfez ülkelerinin tamamı ya da birkaçı. Muhtemel bir ABD bocalaması, onu bunu yapmaya azmettirebilir.
Bu ihtimal ile yüzleşme bizi bir karşılık verme stratejisi düşünmeye yönlendiriyor. Bu strateji dört temeli birbirini destekleyen ve kesişen birkaç adımdan oluşmalı.
Bunların ilki; hasar görmeyen ülkelerden oluşan net, aleni ve yükselen ekonomilere el uzatan bir Arap duvarı tesis etmek.
İkincisi, tüm üyelerinin risk altında olduğu Körfez sisteminde, ülkeler arasında net temellere dayanan birleşik bir saf inşa etmek.
Üçüncüsü, diplomatik ve düşünseldir; Washington'da, gündeme getirilen konularda Arap pozisyonunu açıklamak amacıyla mevcut her yolu kullanan bir Arap "lobisinin" bulunması.
Dördüncüsü, içeriye dönük bir adımdır; modern ve adil bir sivil devlet inşa etmek amacıyla ciddi ve sağlıklı bir model oluşturmaya çalışmak.
Bu dörtlü, ABD'nin olası bir zayıflığına karşı vazgeçilmezdir.
Son olarak; Demokrat Parti içindeki "geniş akım" kendisiyle çelişiyor. Bir yandan yüksek perdeden bazı ülkelerde insan haklarının genişletilmesini isterken, insan haklarını en kötü şekilde ihlal eden ülkelerden olan İran söz konusu olduğunda, sesi duyulmuyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu
© The Independentturkish