Zafer büyük bir ödül ve ağır bir yük. Büyük bir ödül çünkü insanı yenilgi ve mağlubiyet duygularından kurtarır.
Ağır bir yük çünkü zaferden sonra doğal olarak akla gelen soru; bu zafer ile ne yapılacağı, ulaşılan doruktan nasıl güvenli bir iniş yapılacağı olur.
Joe Biden şansına biraz küsebilir. Çünkü büyük ödülü yıllar önce alabilirdi. İki kez yaklaşmaya çalıştı ama ikisinde de onu uzaklaştırıp başkalarını seçtiler. Ama pes etmedi ve uzaklaşmadı.
İktidar ve otorite hayali insanın dokularına sızıp oraya yerleşen bir hastalık gibidir. Biden'ın kişisel hayatı hiçbir şekilde kolay değildi.
Kader birçok kez yolunu kesip birden fazla dönemeçte karşısına çıktı. İlk eşi, kızı ve sonra da oğlu. Umutsuzluğa kapılacak kadar kişisel acı ve ıstırapları var ama geleceğinin kaybettikleriyle birlikte kaybolmasına izin vermedi.
Açık ve olağanüstü bir inatçılıkla kuşanmamış sıradan bir umut besledi ve bekledi.
Kongre'de ve yönetimde olsun, ikinci safta yer almak dahil her türlü durumla yaşayabilen biri oldu. Mevkisinden, rolünün sınırlı ve ışıkların her zaman birinci mevki sahibinin üzerinde olmasından rahatsız olduğuna dair imada bulunmadı.
Kongre'de, komisyonlarda ve başkan yardımcısı konumunda iken dosyalar, gerçekler, politikalar, çekişmeler ve entrikalarla başa çıktı.
Katıldığı toplantılarda masaya yumruğunu vuran ya da deviren kişi o değildi. İlginin ve ışıkların hep üzerinde olduğu kişi değildi.
Ama kendi anının da geleceğini umarak uzun yıllar sabredip kendisini eğitti. Şimdi 80 yaşına üç adım kala beklediği an gerçekleşti.
Kongre veya yönetimde görev yaptığı süre yani yaklaşık 50 yıl boyunca Biden, ardı ardına gelen başkanların görev dönemlerine, farklı politikalara, ABD'nin içerideki bölünmelerine ve yurt dışındaki dalgalanmalarına tanık oldu.
ABD'nin Vietnam'dan yenilgi ile ayrılışına, Sovyetler Birliği'ni zayıflatmak için maliyetli bir silahlanma yarışına girmesine, "Kızıl Ordu"nun kanını Afganistan kayaları üzerine akıtma çabasına şahit oldu.
ABD'nin içeride demografik, kültürel, ekonomik ve teknolojik değişiklikler nedeniyle, dışarıda da dünyayla birlikte değiştiğini gördü.
Berlin Duvarı'nın yıkılışını, Sovyetler Birliği'nin tarih sahnesinden çekilişini bizzat gördü. Dünyanın tek süper güçten bahsettiğini duydu.
NATO'nun "devrimlerini" ve piyonlarını, Sovyet enkazından bir yetim gibi çıkan Rusya Federasyonu'nun sınırlarına doğru hareket ettirmesine şahit oldu.
Ortadoğu, İran'ın patlamaları ve Saddam'ın maceralarının etkisiyle yanarken ve acı çekerken politika ve partisi içinde yer alıyordu.
Aynı şekilde, el-Kaide savaşı ABD topraklarına taşıma girişiminde bulunduğunda da. Bu, tarihteki en güçlü askeri mekanizmayı Taliban ve Saddam rejimlerini deviren bir cezalandırma kampanyası başlatmaya sevk etmişti.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İçeride ve dışarıdaki bütün bu dönüşümlerin ortasında, bekleyişi uzun sürse de Biden'ın son yıllarda şansından şikayet etmeye hakkı yok.
Dört yıl önce şans Hillary Clinton'a gülseydi kendisi bugün Beyaz Saray'a taşınmaya hazırlanıyor olmazdı.
Bir şey elde etmek için şansın hediyelerinin yeterli olmadığını, kişinin şansının peşinden koşması, önüne çıktığında fırsatlardan yararlanmak için önceden bir temel oluşturması gerektiğini biliyoruz.
Bu bağlamda Biden iyi iş çıkardı. Kendisine, Demokrat Parti içinde diğer bütün akımları kendisini kabul etmek zorunda bırakan orta ve merkezi bir konum oluşturdu.
Önerileri aşırı ve radikal olduğu, muhafazakar ya da liberal kitleler arasında endişeye yol açabileceği için Beyaz Saray'a ulaşmaları zor olanları buluşturabilecek partinin meşru oğlu gibi göründü.
Kendisine merkezde ya da ona en yakın noktada bir yer seçti. Kendisini, Donald Trump'ı Beyaz Saray'daki ikametini uzatmaktan mahrum bırakmak için farklı ve çeşitli enerjileri buluşturabilecek bir kişi gibi sundu.
Partisini en iyi seçim olduğuna, ya onunla yürüme ya da Trump'ın gölgesinde 4 zor yıl daha geçirme arasında seçim yapması gerektiğine inandırmayı başardı.
Gerçek şu ki, Biden'a beklenmedik ve kendisinin hiçbir rol oynamadığı bir fırsatta yardım etti. ABD'nin seçimlere hazırlandığı sırada koronavirüs salgını dünyaya saldırdı ve istisnasız herkesi şaşırttı.
Yalnızca birkaç hafta içinde salgının insanların başlangıçta tahmin ettiklerinden daha tehlikeli olduğu ortaya çıktı. Dünya bir insani ve ekonomik kayıplar dizisi içine battı.
ABD'de bundan nasibini aldı, hem de büyük ölçüde. Bu gelişmenin Beyaz Saray'ın efendisi açısından tam anlamıyla bir felaket olduğunu söylersek abartmış olmayız.
Trump "ABD'nin haklarını, refahını ve büyüklüğünü yeniden kazandığını" gösteren ekonomik rakamlarla seçmenlerin karşısına çıkmaya hazırlanıyordu ki Kovid-19 virüsü, ekonomi, ülke ve insanları bir kayıp, kasvet ve umutsuzluk iklimine soktu.
Trump'ın karşı karşıya olduğu zorluklar, laboratuarların dünyayı korona esaretinden kurtaracak hızlı bir aşı keşfetmedeki başarısızlığı nedeniyle arttı.
Aynı şekilde, bir süre onu hastanede kalmaya zorladığında bile, salgınla mücadele konusundan benimsemeye devam ettiği yöntem de.
Böylece ABD ve onunla birlikte dünya, Trump ve Biden arasında sert ve uzun bir düelloya tanık oldu. İki rakip partiden, iki farklı sözlükten, iki zıt tarzdan iki adam.
Trump, ABD'yi başkanlarının kullandığı sıradan sözlüğünün dışından vuran bir fırtına gibiydi. Buna karşılık Biden, Washington'un geleneklerinin ve kurumlarının sabırlı, açık ve geri dönüşü olmayan seçeneklerin cazibesine kapılmadan hata yapan ve düzelten bir varisi gibi görünüyordu.
Biden, Beyaz Saray'da dünya haritasını açtığında, değişmiş bir dünyada değişen bir ABD'nin başkanı olduğunu keşfedecek.
Trump'ın ABD siyasetinde ve Beyaz Saray'da estirdiği rüzgar geçici değildi. Biden'e karşı yarışında kazandığı oylar da bunu gösteriyor.
Özellikle de Amerikan toplumundaki derin bölünmüşlükleri ortaya çıkardığı için, birçok kişinin bahsettiği "Trumpizmin izlerini kaldırmak" kolay olmayacak.
ABD ve dünya değişti. Biden, Trump'ı endişelendiren "Çin yükselişi" veya "Çin tehdidi" ile nasıl başa çıkacak?
Seçimlere giren ve onlardan yaralar değil zaferlerle çıkan Vladimir Putin ile nasıl başa çıkacak?
Salgının "İngiltere'nin ihaneti"nin açtığı yarasını katmerleştirdiği Avrupa ile ilişkileri nasıl olacak?
Ortadoğu, istikrarsızlaştırma politikaları, nükleer rüyalar, yakın ve uzak yangınlar arasında gezinen paralı askerlerle nasıl başa çıkacak?
Dünya gibi Ortadoğu da değişti. İran'ın müdahaleleri, bir istikrar reçetesi olmaktan ziyade çatışmalar yaratan projeler iken Türkiye'nin rolü, bölgenin ve komşularının katlanabileceğinden daha büyük.
Arap-İsrail sahnesi son dönemde köklü değişikliklere tanık oldu. Körfez İşbirliği Konseyi devletleri, önceki yönetimler ve politikaları ile deneyimlerinden gereken dersleri çıkardılar.
Dünya, seçim kampanyalarında çıkılan platformlardan başka, Beyaz Saray'ın penceresinden başka bir şekilde görülür.
İlişkilerin geleceğine dair sakin bir okumada son sözü çıkarlar söyler. Rakamlar, analizlerin ve kelimelerin cazibesinden daha doğrudur. Trump sonrası ABD'nin nasıl şekilleneceğini bekleyip göreceğiz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu
© The Independentturkish