Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un engin bir siyaset bilgisi, hele ki dünya siyaseti bağlamında, yoktur. Dolayısıyla kendisi her açıdan "toy" bir siyasetçi şeklinde tasnif ve tarif edilebilir.
Evet, toydur ancak diğer bir yandan da arkasında ciddiye alınması gereken bir "akıl bulutu" var. Salt "akıl" değil de "akıl bulutu" dememin bir sebebi mevcut şüphesiz.
Macron'un pratikte yaslandığı birikimler manzumesinin bir tarihselliği hâsıl. Başka bir deyişle yakın tarihin atmosferindeki bütün havayı solumuş, içine çekmiş bir tecrübeden bahsediyorum.
Oluşan bu tecrübenin -günümüzde teknolojik bir benzetme yapacak olursak şayet- bir çeşit "iCloud" işlevi gördüğünü söyleyebiliriz.
Lüzumlu-lüzumsuz her verinin tek elde (yahut merkezde) toplandığı, kaydedildiği ve dahi işlendiği bir "akıl bulutu" Fransa'da bugün Macron'un dört bir yanını sarmış vaziyettedir.
Mevzubahis akıl bulunun ete kemiğe bürünmüş ve vücuda gelmiş bir hâli, bir çehresi ve bir ismi var: Jacques Attali.
Attali daima çok-boyutlu bir şahsiyet olagelmiştir. Hem bir iktisatçıdır hem de bir mühendis… Hem bir entelektüeldir hem de bir iş insanı… Kısacası her an her şey ve hiçbir şey, her an her yerde ve hiçbir yerde olabilecek kıvamda bir kişisel CV'ye sahiptir.
Esas ilginç olanı ise Attali'nin 1980'li yıllardan bu yana neredeyse bütün Fransa Cumhurbaşkanlarının başdanışmanlığı vazifesini ifa etmiş oluşudur.
Fransız basınında "Cumhurbaşkanlarına fısıldayan adam" şeklinde takdim edilen Jacques Attali, sırasıyla François Mitterand, Nicolas Sarkozy ve François Hollande'a resmî/gayrı-resmî danışmanlık vermiştir.
Özünde, "danışmanlık" sözcüğü Attali özelinde biraz "hafif" kalabilir.
Attali vaktiyle Mitterand'ın "şerpa"sı idi. Diplomatik terminolojide "şerpa" devletleri mühim zirve ve toplantılarda temsil kabiliyeti haiz yetkilileri tayin eder.
Bitmiyor. Aynı Attali daha sonraları bu kez Sarkozy'li yılların "kahramanlarından" oluverdi. Sarkozy 2007 yılında iktidara gelir gelmez Attali'yi yeni kurulan "Fransız Kalkınmasını Teşvik Komisyonu"nun başına getirdi. Daha sonraları komisyon "Attali Komisyonu" adıyla anılacaktı.
Burada bir parantez açmak mecburiyetindeyim.
Mitterand iktidarında Jacques Attali'nin günlük işlerine yardımcı olan iki isim göze çarpıyordu. Bunlardan ilki 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Sarkozy'nin karşısına aday çıkan sosyalist Ségolène Royal, ikincisi ise yine Sosyalist Parti'li kimliğiyle tanınan ve bir zamanlar Royal'le evli olan 2012 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin Sarkozy'ye karşı galibi François Hollande idi.
Ne tesadüftür ki, Nicolas Sarkozy-Jacques Attali flörtünün başlangıç tarihi de Mitterand'lı yıllarla çakışmaktadır. Buna göre Attali bir gün Elysée Sarayı'ndayken sekreteri kendisine bir not getirir. Notta -Fransız basınında yer alan haberlere göre- aynen şu satırlar yazar:
Genç bir De Gaulle'cü avukat olduğunu söyleyen Nicolas Sarkozy adında bir bey, ileride Fransa Cumhurbaşkanı olmayı arzuladığını belirterek sizden bir randevu talep ediyor.
İçeriğin hoşuna gitmesi üzerine Attali, Sarkozy'yi Elysée Sarayı'nda bir öğle yemeğine davet eder. Akabinde ise ikili arasındaki bağ bir daha asla kopmaz ve Sarkozy'nin Cumhurbaşkanlığı makamına seçilmesiyle zirveyi görür.
Parantezin uzun olduğunun farkındayım; ancak ayrıntıların hayatî bir değeri var.
24 Temmuz 2007 tarihinde Sarkozy'nin talimatıyla tesis edilen "Attali Komisyonu"nun başkanı Jacques Attali kendisine bir raportör seçer.
Kimdir bu meşhur "raportör" dersiniz?
Emmanuel Macron'un ta kendisi!
Raportörlük fonksiyonu nihayete erdiğinde Macron'u bu defa Rothschild & Co. adlı yatırım bankasına "tavsiye" eden yine Attali olmuştur.
Devam ediyor.
Hollande 2012 yılında iktidara geldiğinde, Attali yine devreye giriyor ve Hollande'ı Macron'la tanıştırıyor (kimi kaynaklar Hollande-Macron çiftini 2010 yılında tanıştırdığını paylaşıyor). Macron, göz açıp kapayana kadar, önce Hollande'ın ekonomi danışmanı ardından da Ekonomi Bakanı oluyor.
Sonrası mı?
Sonrası malûm: Jacques Attali henüz 2014 yılında katıldığı bir televizyon programında Macron'un "Cumhurbaşkanı kumaşı taşıdığını" belirtmekten geri durmamıştı. Gerçekten de dediği oldu ve Macron 2017 yılında Cumhurbaşkanı seçildi.
Cumhurbaşkanı Macron'a ilk başbakanını (Edouard Philippe) "hediye eden" kişinin yine, yeniden Attali olduğunu da okuyucu artık kendiliğinden tahmin edebilir diye düşünüyorum!
Şimdi parantezi kapatıp soralım:
Bütün bu "bilgiselin" anlamı ve mahiyeti nedir? Dahası "Doğu Akdeniz'deki Fransa" gerçekliğiyle ilişkisi nedir?
Jacques Attali, bütün kariyer(ler)i boyunca Akdeniz'e hususî bir merak ve ilgi besledi. İcra ettiği çoğu konuşmada, verdiği çoğu demeçte, kaleme aldığı çoğu makale ve dahi eserde genelde denizlere ama bilhassa da Akdeniz'e mutlaka atıfta bulunmuştur.
Attali'nin François Mitterand'ın 1981 yılındaki birinci hükûmetinde teşkil ettiği "Deniz Bakanlığı" fikrinin müellifi olduğu iddiaları fevkalade yaygın.
Keza Attali'nin Sarkozy'nin 2007 yılında duyurduğu "Akdeniz Birliği" tasavvurunun mimarisini büyük ölçüde tek başına düzenlendiğini artık herkes biliyor.
Öyle ki, 2008 yılında tertip edilen ve Akdeniz Birliği meselesine odaklanan Paris Forumu'nun açılışını Jacques Attali yapmış, burada Akdeniz'in bir "serbest ticaret" ve "barış" havzasına dönüştürülebileceğini hararetle vurgulamıştı.
Hollande dönemi Attali için esas "mücevherini" yani Macron'u parlatma yıllarını kapsadığı için bu dönemde daha ziyade ekonomi başlığı öne çıkmıştır.
İlginçtir, Hollande'ın Macron denetimindeki ekonomi politikası 2007 yılının "Attali Komisyonu" tarafından teklif edilen programın kahir ekseriyetini neredeyse "harfiyen" uygulamaya koymuştur.
Macron'un iktidarının başlangıcıyla birlikte ise Attali oldukça dikkat çekici bir kitap yayımlamış (Eylül 2017), söz konusu kitabın çevirisi Türkiye'de de basılmıştır: Denizin Tarihi (veya Histoires de la Mer).
Attali eserinde denizin iktidar açısından temel bir unsur olduğunu, geçmişte olduğu gibi gelecekte de en büyük süper güçlerin denizde ve deniz sayesinde zuhur edeceğini yazıyor.
İhtiva ettiği jenerik bilgilerin ötesinde, Attali'nin 2017 çıkışlı Denizin Tarihi başlıklı kitabı günümüz Macron hükûmetinin deniz siyasetinde içselleştirdiği prensiplere ve bir ölçüde Doğu Akdeniz'de yaratıp tırmandırdığı gerilimin kök-sebeplerine, motivasyonlarına ışık tutuyor.
Jacques Attali, Fransa'nın tarihte tam 8 kez "deniz gücü" olmak için girişimde bulunduğunu ancak başaramadığını söylüyor.
Akdeniz'in asırlar boyunca "dünyanın merkezi" mertebesinde konumlandığını; ancak Osmanlı İmparatorluğu'nun 16'ncı yüzyıldaki ilerleyişinin sonunda bu statüsünü yitirdiğini belirterek, "Akdeniz bir daha asla dünyanın merkezi olmayacaktı" saptamasını yapıyor (!)
İkinci Dünya Savaşı'nın Pasifik'te başlayıp Pasifik'te sonlandığını, Batı'nın (Atlantik) 1980'li yıllara kadar denizlere (ticaretle) hâkim olduğunu; ancak 1990'lı yılların başlarından itibaren güç dengesinin Asya (Pasifik) lehine döndüğünü ifade eden Attali, Avrupa'nın bu süreçte eridiğini veya en azından ciddi anlamda gerilediğini tespit ediyor.
Attali'ye göre yarın denizlerdedir. Gerek veri naklini sağlayan deniz altı kabloları gerek deniz endüstrileri gerek deniz altındaki doğal kaynakların verimliliği gerek gitgide deniz kıyılarına yaklaşan ve buralarda yoğunlaşan küresel demografi, gerekse de yeni "bahri güzergâhlar" vasıtasıyla güç çatışmaları karadan denize taşınacaktır.
Attali bu noktaya ilişkin şu izahata başvuruyor:
Gelecekte en büyük süper güçler yine denizde ve deniz sayesinde ortaya çıkacaktır.
Özellikle Çin'in "bahri ipek yolu" projesinin yeni rotalar sunmak ve Akdeniz'i canlandırmak açısından önemli görülmesi gerektiğinin de altını çiziyor.
21'inci yüzyılın cüsseli bir "deniz jeopolitiği" doğuracağını anlatan Jacques Attali, Ortadoğu'nun sığ derinlikleri ile Akdeniz'in 1000 metre derinliği aşan bölgelerinde petrol yataklarının belirleyici vasıfta olduğunu ima ederken içinde bulunduğumuz çağa damga vurması beklenen Asya ve (belki de) Afrika uluslarına karşı Avrupa'nın üzerine düşen sorumlulukları ise şöyle özetliyor:
Henüz oluşum hâlindeki bu yeni dünyada Avrupa milletleri yaşam standartlarını ancak kimliklerini ve deniz güçlerini yeniden keşfedip geliştirdikleri takdirde muhafaza edebilecektir.
Fransa'nın doğalgaz tedarikinin dörtte üçünün Akdeniz'den geçerek geldiğine değinen Attali, devam ediyor:
Bu denizde özellikle Yunanistan, Kıbrıs, İsrail, Türkiye ve Lübnan civarında doğalgaz sahaları mevcuttur. (…) Akdeniz'in zengin kıyılarında yaşayan 500 milyon insana karşılık, fakir kıyılarında 1 milyar insan yaşamaktadır. (…) Bu nedenle şimdiden Akdeniz'de Fransız, Amerikan ve Rus savaş donanmaları gibi çok sayıda askerî donanmanın varlığı pekiştirilmeye başlanmıştır.
Bundan böyle "kara parçalarının savunmasının önemli oranda denize ve deniz altına, denizin en uzak ve en derin bölgelerine bağlı olduğunu" nakleden Attali, önümüzdeki yıllarda "savaş donanmalarının devasa boyutlara ulaşacağını" da ilave ediyor.
Fransa özelinde ise Attali, Fransa'nın "söz dinlenir bir deniz gücü olmak için" dokuzuncu bir girişime atılmasının icap ettiğini yazıyor ve şu çıkarımı yapıyor:
Denizi stratejik bir öncelik hâline getirmediği takdirde, Fransa'nın ileride anakaraya bağlı olmayan bütün toprakları savunmaktan vazgeçmek zorunda kalabilir.
Bunlar Attali'nin 2017 yılında yazdıkları… Bir de örneğin 2018 yılının 16 Nisan tarihinde yayımladığı bir metin var ki, orada da şu cümleleri kurar:
Akdeniz'in stratejik bir değeri var. (…) Singapur'un kurucusu, ileri görüşlü Lee Kwan Yew'in uzun zaman önce bir arkadaşa dediği şu esrarlı formülü hatırlıyorum: ‘Siz Avrupalıların sorunu Akdeniz'in çok küçük olması'. Hakikaten bunu düşünmenin vakti gelmedi mi?
Gelelim günümüze, Macron'a ve Macron'un "deniz siyasetine"…
Macron ilk hükûmetini kurma görevini, yukarıda da bahsini ettiğim üzere, Attali'nin kendisine tanıştırdığı Edouard Philippe'e tevdi etmişti…
Philippe Le Havre'lı bir siyasetçi yani bir liman kenti sakiniydi… Bilindiği üzere Le Havre, Marsilya'yla birlikte Fransa'nın iki büyük limanından birine ev sahipliği yapıyor.
2019 yılında Montpellier'deki bir konuşmasında, Macron'un dilinden tam olarak şu sözler dökülüyordu:
21'nci yüzyıl bir deniz yüzyılı olacaktır.
Geçtiğimiz temmuz ayında Edouard Philippe hükûmeti istifa etti. Akıl almak için Macron, Attali'ye dönerken, Attali Macron'a Sarkozy'yi işaret etti.
Fransız basınına da yansıdığı ve Sarkozy'nin kendisinin de itiraf ettiği üzere, Macron yeni hükûmetini kurmadan eski Cumhurbaşkanı'ndan görüş aldı.
Yeni Macron hükûmetinin en büyük icraatlarından biri, vaktiyle Mitterand'ın (muhtemelen Attali'nin teşvikiyle) kurdurduğu ancak 1992-93 yıllarından itibaren müstakil yapısı rafa kaldırılan Deniz Bakanlığı'nı yeniden ihya etmesi olmuştur.
2020 yılının 14 Haziran'ında ise, Emmanuel Macron "ulusa sesleniş" hitabı çerçevesinde Kovid-19 sonrası toparlanmanın şifrelerini şöyle tasvir ediyordu:
Ekonominin yeniden inşası aynı zamanda deniz stratejimizin hızlandırılmasıyla mümkün olacaktır. Biz ki dünyanın ikinci en büyük okyanus gücüyüz, deniz stratejimize ivme kazandırmamız gerek.
Jacques Attali'nin uzun soluklu siyaset mühendisliği faaliyetleri esnasında serpiştirdiği tohumlar artık çatlıyor.
Altındakiler, yüzeyindekiler ve üstündekilerle Mitterrand'dan başlayıp Macron'a değin uzanan, ilmek ilmek dokunan bir "Akdeniz hâkimiyeti rüyası"dır söz konusu olan, Attali'nin himâyesinde kurgulanan…
Hâlbuki Türkiye böylesi bir tahayyülde bir engelden, bir köstekten başka bir şey değil. Attali'nin planları geçmişte ne Mitterand'ın PKK hayalleriyle ne Sarkozy'nin "Akdeniz Birliği" kurnazlığıyla ne de bugün Macron'un Doğu Akdeniz kumarında hayata geçebildi.
Ve işte bu durum "akıl bulutu"nu çok öfkelendiriyor. Öfkesi üzerine yağmurlar yağdırdığı öğrencilerine aksediyor doğal olarak.
77 yaşındaki "joker" figürü, 6 Eylül 2020 tarihinde kişisel sosyal medya hesabından attığı küstah tweette, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Türkiye'nin Akdeniz, Ege ve Karadeniz denizlerinde hakkı olanı alacağını söylediği bir videoyu "yorumlamış" ve şöyle deme cüretini göstermişti:
Erdoğan'ın sözlerine kulak vermeli, onu çok ciddiye almalı ve elimizin altındaki tüm imkânları seferber etmeliyiz. 1933-1936 yılları arasında Führer'in konuşmalarını dikkate almış olsaydık bu canavarı engelleyebilirdik.
Bunu 2008 yılında Akdeniz'i "patlamaya hazır bir bomba" şeklinde niteleyip, 2017 yılındaki kitabında "barış sağlanmazsa Akdeniz bir terör denizine dönebilir" ihtarını (!) yapan ve Fransız sömürgeciliğinin karadan denize taşınması için emek veren Bay Attali bağırıyor!
Son tahlilde ve kendi payıma Türk milleti olarak Jacques Attali'ye, onun 25 yıldır süren "Cumhurbaşkanlarına fısıldama" serüvenine ve son olarak Emmanuel Macron'un şahsında açığa çıkardığı emellerine bir teşekkür borçlu olduğumuz kanısındayım.
Zira sayesinde, Doğu Akdeniz'de Yunanistan'ı maşa belleyen yeni dönem Fransız yayılmacılığını daha şeffaf bir biçimde teşhir edebiliyor ve Türkiye'mizin Mavi Vatan savunmasının ne derece haklı ve ne derece destansı bir mücadele olduğunu daha iyi idrâk edebiliyoruz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish