Joe Biden geçen hafta Demokrat Parti’nin başkan adayı gösterildiğinde, sadece Amerika'yı yeniden inşa etmek için değil aynı zamanda "eskisinden daha iyi inşa etmek" için söz verdi. Seçim kampanyasının bir vaadi var: Başkan Trump en kısa zamanda gidecek ve ABD, Trump öncesi normal yaşama biraz düzelmiş olarak geri dönebilecek. Bu her şey kadar dış politika için de doğru.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Son dört yılın kaosu içinde yaşayan herkese önceki duruma dönmek çekici geliyor. Dış politikanın bir tweet üzerinden yapılmadığı zamanlara geri dönmeyi kim istemez ki? Ve şüphesiz Biden’ın başkanlığı Trump'ınkinden daha iyi görünüyor ve kulağa daha hoş geliyor: Başkan Biden Amerikan liderliği hakkında konuşmalar yapar, Amerika’nın müttefiklere desteğini yineler ve başka ülkelerdeki insan hakları ihlallerini eleştirirdi.
Ancak dikkatli olmalıyız. Biden'in Amerikan dış politikasını iyileştirme ihtimali, ülkemizi ve dünyayı başarısızlığa uğratan dar görüşlü Washington mutabakatına bizi geri götürme ihtimalinden daha az görünüyor.
Dürüst olmak gerekirse, seçim kampanyasının dış politika söylemi net değil. Beklenen şekilde basmakalıp bir içerikle Amerikan liderliği ve küresel güçlüklere ilişkin sözlerle dolu. Ancak kampanya, insan haklarını geliştirmek ve diktatörlerle popülistlere karşı koymaktan ABD askeri gücünün dünyanın en güçlüsü olarak kalmasını sağlamaya kadar çok geniş kapsamlı dış politika hedefleri vaat ediyor.
Bunlar sadece beylik laflar değil. Amerika’nın her yerde olabileceği ve olması gerektiği, aynı zamanda da her türlü sorunu çözeceği yönündeki Soğuk Savaş sonrası görüşe geri dönüşü işaret ediyorlar. Bu yaklaşım, ABD’yi daha uzun süre yüksek askeri harcamalara, hatta şu anda bir düzineden daha fazla ülkede devam edenden daha da uzun bir “teröre karşı küresel savaş”a, çıkmaza sürüklenen daha fazla insani müdahaleye, Çin ve Rusya ile daha çatışmacı bir yaklaşıma sürükleyebilir.
Kısacası, Biden’in bakış açısı daha iyi bir dış politika yaklaşımından ziyade geçmişin tekrarı gibi görünüyor. Massachusetts Amherst Üniversitesi’nden siyaset bilimci Paul Musgrave’in dediği gibi:
Tavırları, bir dış politika platformundan çok geleneksel aklın yeniden anlatımı gibi görünecek kadar tanıdık.
Ancak son yıllarda bu “tanıdık” yaklaşım başarısızlık üstüne başarısızlığa neden oldu. Irak’ta, Libya’da, Ukrayna’da ya da başka yerlerde, ABD daha fazla “kaslı yaklaşım”la ya da daha fazla “Amerikan liderliği”yle (dış politika kurumunun iki favori klişesini kullanırsak) çözülemeyecek sorunlarla yüzleşti. Biden, Trump başkanlığının olumlu bir tarafını görmezden geliyor: Bu dönem Amerikalıları geleneksel dış politika yaklaşımımızın bizi gerçekten daha güvenli hale getirip getirmediğini sorgulamaya itti.
Elbette ki, Biden yönetimi ille de geçmiş hataları tekrarlayacak değil. Kampanya belgeleri ve seçim konuşmaları her zaman için bir başkanın nasıl davranacağına dair iyi kılavuzlar değil. Ve Biden’in sicili kesinlikle karışık. Değerlendirmelerindeki her asli başarısızlığa karşı (2003’te Irak işgaline verdiği destek gibi) 2011’de Libya lideri Muammer Kaddafi’nin devrilmesine karşı çıkmasında olduğu gibi itidalin korumasını sürpriz bir şekilde savunduğu zamanlar da var.
Şimdilik Biden’in bugün nerede durduğunu anlamanın en iyi yolu etrafında topladığı insanlara bakmak olacaktır. Eğer kadro politika ise, şu ana kadar görünen elde edeceğimiz şeyin Beltway mutabakatının tekrarından biraz daha fazlası olduğudur.
Başkan yardımcısının eski ulusal güvenlik danışmanı Jake Sullivan, bugün de kampanyasının kıdemli danışmanı. Geçen yıl The Atlantic’de yazdığı yazıda Bay Sullivan, ABD’nin “dünyada Amerikan değerlerinin gücüne yönelik yenilenmiş bir inançla” küresel liderlik dış politikasına dönerek Amerika’nın istisnailiğini yeniden benimsemesi gerektiğini savundu.
Biden’in diğer danışmanlarının birçoğu da, Amerika’yı Trump öncesi müdahaleci mutabakata geri götürmek istiyormuş gibi görünüyorlar. Kampanyanın resmi danışmanlarından Nicholas Burns, 2003’teki Irak Savaşı'nın güçlü bir taraftarıydı. Sullivan’dan önce Başkan Yardımcısı Biden’ın ulusal güvenlik danışmanı olan ve şimdi de kampanyanın üst düzey dış politika yardımcıları arasında yer alan Antony J. Blinken, yeni muhafazakar Robert Kagan’la birlikte 2019 yılında Trump’ın Afganistan’dan asker çekmeyi düşünmeye istekli olmasını kınayan ve Barack Obama’nın Suriye’ye müdahale etmeme kararını eleştiren bir yazı kaleme aldı. (Blinken daha önce The Times gazetesine katkıda bulunan bir fikir yazarıydı.)
Obama döneminin diğer eski çalışanları kampanyada daha gayri resmi görevlerde yer alıyorlar: Suriye, Libya ve başka yerlere müdahaleyi desteklemesiyle bilinen Samantha Power. Ve olası bir savunma bakanı olarak büyük övgü alan Michele Flournoy, daha birkaç hafta önce ABD’nin askeri kapasitesini korumak için askeri harcamalara büyük bahisler oynaması gerektiğini savundu.
Obama yönetiminden gelenler dahil olmak üzere ilerici sesler kampanyanın dışında bırakılmış görünüyor. Bu bir utanç, zira bu yılki Demokrat Parti ön seçimlerinde dış politika tartışmaları dikkat çekmişti. Bernie Sanders ve Elizabeth Warren gibi senatörler, yeni şeyler için Demokrat temele olan gereksinimi dile getirerek askeri harcama ve güç kullanımı gibi kritik konularda önemli tartışmalara önayak olmuştu. (Ve bu sadece Demokrat taban değil. Trump’ın 2016 yılındaki savaş karşıtı söylemi de Cumhuriyetçi seçmenler arasında popülerdi.)
Biden Amerika’nın liderliğini restore etmeye çalışırken, aynı zamanda müttefikleri sadece takipçiler olarak değil de gerçek ortaklar olarak gören daha yapıcı ve daha az militarist bir dış politika inşa etme fırsatını muhtemelen kaçıracaktır. Böyle bir yaklaşım nezaketsizce de olsa Trump’ın savunduğu yük paylaşımının artmasına yol açardı. Bu, basitçe Amerikan taleplerini öne sürmekten çok mümkün olan her yerde çok taraflı bir diplomasiye odaklanırdı. Ve askeri varlığı artırmak ya da yaptırımlar üzerinden Çin’le gerilimi tırmandırmak yerine azaltmaya çalışırdı.
Günün sonunda Biden’in dış politikasının Trump’ınkinden daha iyi olacağına dair çok az şüphe var. Ortadoğu’daki kanunsuz suikastlarından ve diplomasiyi hor gömesinden Çin’le çatışmayı körükleyen sayısız girişimine kadar Trump dünyada istikrarı bozan bir güç oldu.
Ancak Trump’ın alışılmadık başkanlığı Amerikalılar için bir fırsat yarattı. Ülkemizin dünyaya yaklaşımı hakkındaki eski (ve kusurlu) varsayımları sorgulamalarını sağladı. Biden bizi Amerikan dış politikasının geçmişine geri götürerek tam tersini yapıyor. Bizi normale döndüreceğini düşünüyor olabilir. Ama daha ziyade, Amerikan dış politikasını daha iyi bir şekilde inşa etme fırsatını boşa harcıyor.
* Emma Ashford, Cato Enstitüsü’nde savunma ve dış politika alanında araştırma görevlisidir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
nytimes.com/2020/08/25/opinion
Independent Türkçe için çeviren: Ahmet Sait Akçay