Kadın ve öğrenci hakları konusunda tanınmış bir İranlı aktivist olan Bahareh Hedayat, geçen ocak ayında İran Devrim Muhafızları tarafından Ukrayna uçağının düşürülmesini kınayan barışçıl bir gösteriye katıldığı için 4 yıl ve 8 ay hapse mahkum edildi.
İranlı yetkililer tüm muhalifleri ezmek istiyor. Hedayat, insan hakları alanındaki barışçıl faaliyetleri nedeniyle daha önce de hayatının 6 yıldan fazla bir süresini parmaklıklar ardında geçirmişti.
Hedayat, 25 Temmuz’da attığı tweetinde “İzinsiz gösteri ve ulusal güvenliği tehdit etme” suçlamasıyla hapis cezası aldığını sızdırmıştı.
Bu suç ile yargılanmasının nedeni ise Ukrayna Havayollarına ait uçağın düşürülmesinden sonra Tahran’daki Emir Kebir Üniversitesi girişi önündeki protesto gösterilerine katılmış olması.
Hedayat tweetinde şunu da ekledi:
Bu karar, benim için sadece parmaklıklar arkasında geçirilecek birkaç yıl ve bazı kısıtlamalar demektir. Uçağın düşürülmesi ile hayatını kaybeden 179 yolcu ise hiç geri dönemeyecek. Aynı kasım ayında öldürülenler gibi.
Bu son ifade ile Hedayat, İran’ın tümüne yayılan halk gösterileri sırasında öldürülenlere atıfta bulunuyordu. Sivil insan hakları alanındaki barışçıl faaliyetleri nedeniyle Hedayat, üçüncü kez hapse girecek.
Hedayat, İran’da kadınlara yönelik ayrımcı yasaları değiştirmek için 1 milyon imza toplama kampanyasının önde gelen üyelerinden.
2012 yılında bir öğrenci hareketi olan Birliği Tahkim Birimi’nin (Defter-i Takhim-i Vahdet) sözcüsüydü. Aktif olarak çalıştığı insan hakları ihlalleri alanındaki seçkin cesareti ve adalete olan bağlılığı nedeniyle “Edelstam” ödülünü kazanmıştı.
İran’ı siyasi ve ekonomik açıdan çokça ele alırken eşitsizlik ve köleleştirmenin damga vurduğu kadın haklarını ise çoğunlukla ihmal ediyoruz.
İran rejimi Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'ni imzalamayan 6 BM üyesi devletten biri.
Aynı şekilde ulusal mevzuatı da kadınların iş, evlilik ve vatandaşlık gibi alanlarda temel haklarına kavuşmasını engelleyen birçok engel barındırmakta.
Bu sorunlar, etnik ve dini kimliklerinden dolayı sıklıkla çok yönlü ayrımcılığa maruz kalan azınlık kadınları açısından daha belirgin.
Kadınların sahip olduğu bu ikincil statü, sınırlı temsile sahip oldukları siyaset ya da yargı ile sınırlı olmayıp eve de uzanmakta.
Yasa uyarınca, evde ve ailenin yaşamında temel kontrol erkeğin elinde.
İran'ın her yerinde, özellikle uzak ve fakir bölgelerde, birçok kadın birden fazla baskı biçimine, fiziksel şiddete, halihazırda İran yasalarına göre bir suç sayılmayan evlilik içi tecavüze maruz kalmakta.
İran yasalarının ahlaka aykırı sayılan eylemlere getirdiği tanımlar ise belirsiz.
Yetkililer uzun bir süredir sanat, müzik ve diğer kültürel ifade biçimlerine sansür uygulamakta. Bu alandaki faaliyetleri için onlarca kişiye dava açıldı.
Söz konusu yasalar orantısız bir şekilde genellikle kadınları hedef alıyor ve yürürlükte kaldıkları sürece de İran’da kadınlar geniş ölçüde dışlanmaya, şiddete ve baskıya maruz kalmaya devam edecekler.
22 Haziran'da hükümet uzmanı Muhammed Rıza Mahbubatar, İran'da kuyu ve kanallarda yaşayan kadınların olduğunu itiraf etti ve şöyle konuştu:
Kadınların aile reisi olduğu bazı aileler, evsiz oldukları için molozlar arasında, harap binalarda, çukurlarda ve su kanallarında yaşıyorlar. Yoksul bölgelerin bazı sakinleri de çadırlarda ya da yoksul barakalarda yaşıyorlar. Geçmişte, yoksul, marjinalleştirilen ve ezilen insanların sayısı 25 milyondu, bugün bunların sayısı 38 milyona yükseldi. Tahran’da dışlamanın (ailelerinin geçimini üstlenmek zorunda kalan ev hanımları ile birlikte) yüzde 60 oranında arttığını cesurca söyleyebiliriz.
İran’da bu kadınların sayısı artıyor. Ülkeyi sarsan dışlama ve enflasyonun gölgesinde geçim ve ev bulma konusunda birçok sorunla karşı karşıya bulunuyorlar.
Kadınlara karşı şiddet, bağımlılık, çocuk ticareti, yaşamak için ahlaki olmayan yolları benimsemek gibi ciddi tehlikelerin tehdidi altında bu kadınlardan bazıları şehrin kenar mahallerine kaçmak zorunda kalıyorlar.
Tahran ve diğer birçok şehirde arazi ve konut fiyatları yüzde 500 (5 katı) oranında arttı. Bu nedenle sınırlı imkanlara sahip, geçimlerini sağlayamayan ve yoksulluk sınırında yaşayan kesimler büyük oranda şehirlerin varoşlarına yöneldi.
Buna ek olarak, günlük ya da mevsimlik işçiler ve satıcılar da koronavirüs salgını nedeniyle aylık kazançlarının yüzde 70 ila 80’nini kaybettiler.
Şehir merkezlerindeki ev kiralarını karşılayamadıkları ve dışlandıkları için de doğal olarak yoksul kenar mahallere yöneliyorlar.
Bazıları da çadırlardan oluşan kamplarda ya da yaşamaya uygun olmayan ve çökme tehlikesi taşıyan binalarda yaşıyorlar.
Kadınlar arasında en tehlikeli durumda olanlar, Sepidar Cezaevi'ndeki kadın mahkumlardır. Koronavirüs salgını istilasına uğrayan cezaevinde korkunç bir sağlık durumu içinde yaşıyorlar.
Cezaevinin bulunduğu Ahvaz bölgesinde sıcaklık kimi zaman 50 dereceye yükselmesine rağmen kadın mahkumlar, kalabalık koğuşlarda tutuluyor, soğuk havadan ve kimi zaman sudan mahrum bırakılıyorlar.
Birkaç gün orada tutulan kadın mahkumlardan biri, hücrelerin bit, böcek ve hamamböceği ile dolu olduğunu, banyolarda uygun kanalizasyon sistemi olmadığını anlattı.
İhmal nedeniyle kadın mahkumlar arasında intihar ve kendine zarar verme eğilimi artmış bulunuyor. Kendilerini yaraladıklarında bir sağlık merkezine nakledilip en azından birkaç gün iyi bir ortamda yaşayabileceklerini veya en azından ölüp kurtulabileceklerini umuyorlar.
İsmini can güvenliği sebebiyle vermek istemeyen bir kadın muhabirin haberine göre, şiddetli bir nöbet geçiren kadın mahkumlardan biri yere düşerek başını çarpmış.
Gardiyanlardan biri kendisini ancak 10 dakika sonra fark etmiş. Fakat yüzüne su serpip kendisini ayıltmakla yetinmiş. Ölüm tehlikesi olmadığını söyleyerek revire götürmeyi reddetmiş.
Kadın mahkumların çoğu kapasitelerinden daha fazla doldurulmuş hücrelerde kalıyorlar. Bu nedenle yerde oturmak ve uyumak zorunda kalıyorlar. Temel malzemelerin eksikliğiyle birlikte bu, vaka sayılarını artmasına yol açıyor.
Ahvaz bölgesindeki Sepidar Cezaevi'nde kadın mahkumlar insanlık dışı ve katlanılamaz bir durumda yaşıyorlar. Çifte izolasyona maruz kalıyorlar.
Bu koşulların, söz konusu kadınların bedenlerinde ve psikolojilerinde onarılamaz hasarlar bırakacağı kesindir.
Cezaevinde 50 korona vakası kaydedilmiş. Karantina hücresi ile diğer hücreleri sadece birkaç demir parmaklık ayırıyor.
Tabii ki bu, etkin bir yöntem değil. Bunun yanında, enfekte olmuş kadın mahkumlar ile sağlıklı mahkumlar aynı açık ve dış alanları paylaşıyorlar. Her kullanımdan sonra bu mekanların dezenfekte edildiğine dair bir kanıt yok.
İnsanlar, özellikle de mahkumların aileleri, salgının başlangıcından bu yana onlar için kaygı duyuyor ve suçları hafif olan, bilhassa da düşünce suçu nedeniyle cezaevinde bulunan mahkumların serbest bırakılmasını talep ediyorlar.
İnsan hakları aktivistleri, uluslararası bir heyetin bu cezaevini ziyaret etmesi ve mahkumlarla görüşüp yaşam koşullarını bizzat görmeleri çağrısında bulundular.
Gerçek şu ki, suçları ne olursa olsun İran rejiminden bu mahkumlara karşı insanlık göstermesini bekleyemeyiz.
Kadın ve Aile İşlerinden Sorumlu Cumhurbaşkanı Yardımcısı Masume Ebtekar'ın 2015 yılında cezaevini ziyaret ettiğinde, cezaevinin mutfağı dışında mahkumlarla hiçbir fotoğrafı (ki bu korona salgını öncesindeydi) yayınlanmamıştı.
Cezaevleri dışında, İran'daki kadınların insan haklarına ihtiyacı var. Bahareh Hedayat gibi barışçıl gösterilere katılanlar mahkum kadınlar kervanına katılıyorlar.
Etnik ve dini azınlıklara mensup kadınlar ise gerek cezaevleri içinde gerekse dışarıda iki kat zorluklarla karşı karşıya kalıyorlar.
İran’da kadın, füze olsaydı; onunla ilgilenmek kesinlikle “yasal bir görev” olarak görülürdü.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu
© The Independentturkish