1492 senesi ve Kastilya Kraliçesi I. Isabel denildiğinde çoğu kişinin aklına cömert kişiliği ile Kristof Kolomb'a zorlu yolculuğuna çıkması için tanıdığı imkan gelmekte.
Kolomb'un; İngiltere, Venedik ve Ceneviz saraylarına yaptığı başvurular reddedilmiş; ama I. Isabel'in kendisine yaptığı yardımlar sayesinde Atlantik'i geçerek Hindistan'a ulaşmayı hedefleyen zorlu yolculuğu başlamıştı.
Kolomb, yaklaşık 100 gün sonra Hindistan'a ulaştığını zannederek Amerika kıtasını keşfetmiş; bugün Küba olarak bildiğimiz adaya ulaşmıştı.
Kolomb'un keşfi İspanya'yı dünyadaki en büyük sömürge sahibi ülkelerden birisi haline getirmişti; fakat insanlık tarihi açısından büyük öneme sahip bu keşif, milyonlarca Amerikan yerlisine karşı girişilecek katliamın da başlangıcı oldu.
İspanyolların Amerika ana kıtasında giriştikleri soykırımın dünya tarihinde bir eşi benzeri daha yoktu; ama İspanyollar dünyanın bir ucunda yalnızca kızıl tenli milyonlarca insanı kılıçtan geçirmekle yetinmemişti.
Aynı tarihlerde insanlık tarihinin gördüğü en görkemli kültür ve medeniyet imparatorluklarından birisi olan Endülüs'te yaşayan yüz binlerce Müslüman ve Yahudi; İspanyolların vahşetine maruz kalacaktı.
Endülüs'teki katliama karşı insanlığın rahmet eli olacak ve Yahudileri büyük bir katliamdan kurtaracak ülke Osmanlı İmparatorluğu olacaktı.
Günlük siyasi tartışmalar ile İsrail devletinin barbarlığı bir tarafa bırakıldığında Türk halkı ve Yahudiler arasındaki yüzlerce yıllık dostluğun önemli kavşaklarından birisi Endülüs'tü.
4 Ağustos 1492 yılında yüz binlerce umutsuz Sefarad Yahudisi, Osmanlı topraklarına ulaştığında sınırsız bir merhamet ve misafirperverlik örneği gösterilerek ağırlandı.
Endülüs Devleti ve ihtişamı
Bugün Endülüs ismi, İspanya'da ‘Andalucía' olarak varlığını devam ettirmektedir. Sevilla, Cádiz, Córdoba ve Malaga gibi önemli şehirlerin bulunduğu bölge, yaklaşık sekiz yüz yıl boyunca Müslüman idarecilerin hakimiyetinde kaldı.
Bugün Müslüman İspanyası anlamında kullanılan Endülüs isminin kökenleri hakkında İslam Ansiklopedisi ilgili maddesinde müellif Mehmet Özdemir şu bilgileri aktarmaktadır:
Araplar tarafından İspanya için kullanılan ve ülkeden tamamen çıkarılmalarından sonra İspanyolcaya 'Andalucia' şeklinde ve önceleri yalnız 'Müslüman İspanyası' anlamında geçen Endülüs (Endelüs) kelimesinin kökeni kesin biçimde tespit edilebilmiş değildir.
Bugün genellikle, Hispania karşılığı olarak ilk defa fetihten sonra 98 (716) yılında basılmış bir sikke üzerinde görülen ismin. V. yüzyılda Kuzey Afrika'ya geçmeden önce on sekiz yıl kadar İspanya'nın güneyinde kalan Vandallar'ın (Vandalus) adından türetilmiş olabileceği (Vandalicia /Vandal ülkesi) kabul edilmektedir.
Arapların bölgeye ilk defa 711 yılında Velid bin Abdülmelik Halifeliği sırasında Tanca Valisi Tarık bin Ziyad komutasında geldiği bilnmektedir.
Endülüs ismi tek bir devlet izlenimi oluştursa da aslında 800 yıl içerisinde bölgede yaklaşık beş yönetim kurulmuştu.
Bunlar sırasıyla Endülüs Emevîleri (756-1031), Tavâifu'l-Mülûk dönemi (1031-1090), Murâbıtlar dönemi (1090-1147), Muvahhidler (1147-1229) ve Gırnata Benî Ahmer Emirliği (1238-1492) yönetimleriydi.
Arap Müslümanlar, İspanya kıyılarına ilk defa çıktıklarında onlara ilk biat eden ve fetihlerde büyük yararlılık gösteren Yahudilerdi.
Vizigotların zulmü altında büyük acılar yaşayan Yahudi milleti Arap fetihlerini büyük bir memnuniyetle karşılamış ve gereken desteği sağlamıştı.
Bir medeniyet ve hoşgörü imparatorluğu
Abbasiler, Emevi İmparatorluğu'nu yıkınca Endülüs kendi bağımsızlığını ilan etti. Bu hem ardı arkası kesilmeyecek siyasi kargaşaların fitilini ateşledi hem de tarihte eşine az rastlanır bir hoşgörü medeniyeti inşa edilmesine neden oldu.
Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler bir arada yaşıyorlar ve çok güçlü bir kültür alışverişinde bulunuyorlardı.
Endülüs, İslam dünyasına damgasını vuracak sayısız ilim erbabı ve düşünür yetiştiriyor, dillere destan kütüphaneler inşa ediyordu.
Endülüs'te yetişen bazı önemli isimler
İslam musikisini zirveye çıkaran ve ud'a beşinci teli ekleyen Ziryab; Türkçe'de “Güvercin Gerdanlığı” olarak bilinen “Tavku'l-Hamâme fi'l Ülfeti ve'l-Üllaf” eserinin müellifi İbn Hazm; “Hay b. Yakzân” eserinin müellifi İbn Tufeyl; Anadolu'da tasavvufun öncüsü olan Muhiddin Arabi (İbnül Arabi); Batının Abe'n Rochd olarak tanıdığı İbn Rüşt; Batı akademilerinde Maimonides olarak okutulan İbn Meymune ve İslam toplumunda sosyolojinin kurucusu İbn Haldun, Endülüs'ün yetiştirdiği birkaç önemli isimden birisiydi.
İbn Haldun, doğduğu topraklar olan Endülüs'ün sınırlarını şöyle belirlemişti:
Akdeniz iki denizin birleştiği Tarif'te başlar. Tarif'in doğusunda Akdeniz kıyısında el-Ceziretü'l- Hadra, bundan sonra sırasiyle Malaka, Menkib ve Almirye bulunur. Bunların arka ve batı taraflarında Şeriş ve Leble Kasabası vardır.
Bundan sonra Estece ve Kurtuba, Medile, Gırnata, Ceyyan, Edebe, bundan sonra Yaş Ovası ve Basta bulunur. Bunların alt tarafında Şentemiriye ve okyanus kıyısında batıda Şilb bulunur. Bu iki şehrin doğusunda Batluyus, Marde, Yabre, Gafik ve Betzcale şehirleri ve bunlardan sonra Ribah Kalesi, bunun aşağı tarafında batıda okyanus kıyısında Uşbune ve Bace Irmağı kenarında Bace'nin doğusunda Şenterin şehri vardır…
Doğu kısmına gelince bu ülkenin Akdeniz sahilinde Almirya'dan sonra Kartacina, bundan sonra Elefte, Daniya ve Valensiya gelir… Bunun doğusunda Mürsiye, bundan sonra Şakr, bundan sonra Tartuşa ve bu iklimin bu kısmının sonunda Tarkuna bulunur. Tarkuna'nın aşağı tarafında ve onun kuzeyinde Mencale toprakları ve Veride bulunur. Bunlar Şakura'ya bitişiktir. Tuleytula ise bunların batısındadır.(Mukaddime)
Engizisyon ve yeniden işgal
İspanyollar milli birlik ve yeniden toparlanmak için ülkülerini Endülüs'ün işgal edilmesi olarak belirlemişti. Siyaseten büyük bir Emevi devletinin gücünü arkasına alan Endülüslüler, kısa sürede bu güçten yoksun kalmışlardı.
Afrika'da Muvahidler, Endülüslülere askeri destek sağlasa da Müslümanların iç çekişmeleri Endülüs'ün İspanyollar karşısında güçsüz kalmasına neden oldu.
Hristiyanların başlattığı işgal hareketi 1492 yılında Gırnata Benî Ahmer Emirliği'nin düşmesiyle başarıya ulaştı.
Mekkarî, Gırnata'nın son ve kahramanca direnişindeki şartları şöyle tasvir etmektedir:
Kış mevsiminin gelmesiyle bastıran aşırı soğuklar ve şiddetli bir şekilde yağan kar ile birlikte, şehrin dışarı ile bütün giriş-çıkışları kapanmış oldu. Şehirde yiyecek maddeleri iyice azaldı. Bu yüzden fiyatlar son derece arttı ve sefalet yaygın bir hal aldı.
Bu kuşatma esnasında düşman, şehir surları dışında kalan her tarafı, bir karış yer bırakmaksızın işgal altına almış, Müslümanlara ekin ekip mahsul yetiştirme imkânı bırakmamıştı. Şartlar, gün geçtikçe daha kötüye gidiyordu.
Bu sırada hicrî 897 yılının başlarıydı. Düşman, Müslümanları aç bırakarak, savaşsız teslim olmalarını sağlamak arzusunu taşıyordu. Halktan pek çoğu, açlık yüzünden Büşşerat bölgesine kaçmıştı. Neticede safer ayı girdiğinde, içinde bulunulan sıkıntı ve sefâlet en yüksek noktasına ulaşmıştı.(İsmail Yiğit - Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslam Tarihi: Endülüs ‘Gırnata'-
Beni Ahmer Devleti ve Kuzey Afrika İslam Devletleri)
Bu çöküş İspanya Müslümanları ve Yahudi halkı için eziyetli ve mihnetle geçecek günlerin başlaması anlamına geliyordu.
Bir milyona yakın masum Yahudi, tarihin gördüğü en barbar mahkemelerinde (Engizisyon) yargılanarak sürgün edildi, hapse atıldı, din değiştirmeye zorlandı veya idam edildi.
Ahmet Hikmet Eroğlu, Engizisyon'da yaşanan dramı şöyle tasvir etmektedir:
Albigeos'lardan beri buna benzer hal görülmemişti. Ateşte yakılmak açlık, yokluk, sefaletler ve denizde boğulmalarla dolu ani bir firar felaketi yüzünden, on yıl içinde bir milyona yakın Yahudi, bir o kadar da Mağrib'li telef olmuştu…
Engizisyon, Sevilla şehrinin kapılarına, her köşesinde bir insan yakılan, içleri boş birer peygamber heykeli bulunan, taştan işkence yerleri yaptırdı; iniltiler yükseliyor yanık yağ kokuları genizleri dolduruyor, dumanlar etrafı bürüyor, her taraf kokuyordu.
Fakat ölümü bekleyenleri dehşet veren çehreleri ve kıvranmaları görünmüyordu. Bir şehrin yalnız bir tek yıl içinde (1481) erkek ve kadın, zengin veya fakir olmak üzere iki bin insanın ateşte yakıldığı bütün bir milletin alevlere kurban edildiği tespit olunmuştur…(Osmanlı Devleti'nde Yahudiler)
Bu süreçte Yahudilere yöneltilen en büyük suçlama Katolikliği Yahudileştirme ve Hristiyanları çarmıha germek adetleri olduğu iddiasıydı.
Yahudilerin, İspanya'da kökünü kazımaya karar veren Kastilya Kraliçesi I. Isabel, kocasıyla beraber insanlık tarihine kara bir leke olarak geçen şu fermanı çıkarttı:
Tanrı'nın inayeti ile ülkeyi, yani Kastilya, Aragon, Leon, Mursia, Mayorka, Sardunya, Granada ve Navara'yı yöneten biz Ferdinand ve İsabella… Anusim'in (Marranos) feryâd ve figanları bize kadar ulaştı.
Onların bazılarının yakılması bazılarının da ömür boyu hapsedilmesine karar verilmiştir… Engizisyon memurları onların şeytanî davranışlarını araştırmaya başlamışlardır. Bunlar, Anusim'in serkeş tavrı ve Hıristiyanlığın gereklerini yerine getirmelerinin asıl sorumlularının Yahudiler olduğunu tespit etmişlerdir.
Yahudiler onlara kendi yaşam tarzlarını, hukuk kurallarını ve inançlarını öğrettikleri gibi, oruç ve bayramlarının esaslarını da belletiyorlarmış. Bu sebeple İspanya'da Yahudiler bulunduğu sürece, onların (Anusim) gerçek anlamda dinin bütün gereklerini yerine getiren Hıristiyan olamayacakları aşikârdır.
Bu sebeple, suçlarının cezası daha ağır olmasına rağmen biz, Yahudilerin krallığımızdan çıkarılmasına karar vermiş bulunmaktayız. Gerçi biz kendilerine merhametli davrandık. Bu sürgün cezasıyla yetindik…
1 Mayıs'tan itibaren temmuz ayının sonuna kadar 3 ay içerisinde Yahudilerin krallığımız topraklarından bir başka memlekete gitmeleri gerekmektedir. Bu emrimize itaat etmeyen, belirtilen süre içerisinde ülkemizi terk etmeyen Yahudiler, bulundukları yerde idam edilecekler ya da Hıristiyanlaştırılacaklardır…(Nuh Arslantaş - Yahudiler ve Türkler)
Cem Sultan Krizi ve Kıbrıs muhasarası gibi önemli olaylar Osmanlı'nın İspanya'da yaşanan gelişmelere dikkatini vermesini engelledi.
Osmanlı siyasi müdahale imkânı olmasa da bölgede yaşanan insani drama karşı duyarsız kalmadı. Binlerce Müslüman ve Yahudi İspanyol zulmünden Osmanlı Devletine sığınmıştı.
Eliyahu Kapsali'nin belirttiğine göre Beyazit, Osmanlı'ya sığınan Yahudilere dair şu fermanı çıkartmıştı:
Türkiye Padişah'ı Beyazıt, İspanya Yahudilerine yapılan kötülüğü ve bir sığınak aradıklarını öğrenerek onlara merhamet edip, bütün ülkeye münadiler göndererek, Yahudilere eziyet etmeyi ve onları kovmayı kesinlikle yasaklamıştır. Onlara yumuşak davranmayı ve iyilik yapmayı emretmiştir. Kim ki göçmenlere kötü muamelede bulunursa veya onlara en ufak bir ceza verirse cezası idam olacaktır.
Fermanın orijinal nüshasına dair elde bir kanıt olmasa da Yahudilere karşı herhangi bir taşkınlık veya kötü muamelenin kayıtlarda görülmemesi mültecilerin devlet himayesi altında olduğu düşüncesini güçlendirmektedir.
Osmanlı vilayetlerine sığınan Yahudi ve Müslümanlara geçiş izni verilse de 12 yaşından küçük çocuklarını yanlarında götürmelerine izin verilmeyerek zorla Hıristiyanlaştırılıyordu.
Bu durum birçok kişinin takiye yaparak İspanya'da kalmalarına neden oldu. Morisco olarak isimlendirilen gizli Müslümanlar uzun süre varlıklarını sürdürse de zaman içerisinde tarih sahnesinden çekilmişlerdi.
Endülüslülerin İspanya'da yaşadıkları zulüm ve mağlubiyetler çeşitli ‘feryatnamelerde' günümüze kadar ulaşmıştır.
Ah! Yarımadada İslâm'a göz değdi, yağdı belâ yağmur gibi. Şimdi o canım Endülüs şehirlerinde, İslâm'ın ne namı var ne nişanı; Sanki hiç olmamıştı, sanki baştanberi yoktu.
Belensiye'ye bir sor, Mürsiye'nin hali nicedir? Şâtibe'nin başına gelenler? Ceyyan ne oldu? Toprağı buram buram bilgi tüten Kurtuba. Bilginlerinin adı ta uzaklarda çınlayan Kurtuba'ya ne oldu?
Nerede Hıms'ın o ışıklı, o aydınlık bahçeleri, güneşi tazeleyen bahçeleri. Tükendi mi çılgın çılgın akan şeker gibi tatlı nehirlerinin suyu?
Endülüs binasının temelinde birer köşe taşıydı bunlar. Bu güzelim vatan köşeleri kül haline geldikten sonra yaşamak boşun boşu, insan yaşamaya ne borçlu?
Yüce İslam, yârinden ayrılmış bir genç gibi. Güçlü bir genç gibi, sessiz fakat gözünde gözyaşı dolu. İslâm'dan boşalıp inkâr karanlığıyla dolan Endülüs için, ulu İslam, karalar bağladı, gece gündüz yas tuttu.
Cami kilisedir artık, hilâl yerine haç asılı Nur yüzlü ezan yerine, bitmeyen bir çan sesi, bir baykuş uğultusu…
1492 yılının 4 Ağustos'unda ilk Yahudi kafilesi İstanbul'a ulaştığından Türk ve Yahudi halkı arasında derin bir dostluk bağı oluştu. Endülüs trajedisinden önce de İstanbul'daki Musevi halkı bilhassa Fatih Sultan Mehmet ile yakın bağlar geliştirmişti.
Bugün günlük siyasi kargaşanın gürültüsü ilişkileri gerse de Yahudiler ve Türk halkı arasındaki dostluk bağının kökleri asırlar öncesine dayanmaktadır.
*Daha detaylı bir okuma için İsmail Yiğit'in “Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslam Tarihi: Endülüs ‘Gırnata'-Beni Ahmer Devleti ve Kuzey Afrika İslam Devletleri” eseri; Ahmet Hikmet Eroğlu'nun “Osmanlı Devleti'nde Yahudiler” eseri; Ayşe Kılıç'ın “Endülüs Müslümanları ve Osmanlı Devleti” çalışması; Nagihan Öztürk'ün “Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesinde Yahudiler ve Yahudilik” çalışması incelenebilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish