2020'nin ocak ve mayıs arası ilk beş aylık verileri, 2019'un aynı dönem verileriyle kıyaslandığında Türkiye'nin ihracatının yüzde 20, ithalatı ise yüzde 5 oranında gerilediği görülüyor. Geçen yıl 10,4 milyar dolar olan dış ticaret açığı, 2020'nin aynı döneminde ikiye katlanarak 21 milyar dolar seviyesine çıktı.
Dünya Bankası Türkiye ekonomisinin 2020'de yüzde 3,8 ile Uluslararası Para Fonu (IMF) ise yüzde 5 daralmasını bekliyor.
Rusya, Almanya ve AB, Türkiye'ye seyahat uyarısını kaldırmadıkça, 2019'daki turizm gelirlerine ulaşma süresi de uzayacak gibi görülüyor.
Ekonominin pandemiyle duran çarklarını yeniden döndürmek için adımlar atılmaya başlansa da diğer yanda Rusya ve Avrupa Birliği ile siyasi gerilim de kendini gösteriyor.
Rusya ile Türkiye ilişkilerinde, tansiyon Libya ve Suriye'deki anlaşmazlıklara bağlı olarak, giderek geriliyor. Keza, başta Fransa olmak üzere Türkiye-AB ilişkileri de gerek Libya kaynaklı gerekse siyasi gerilimlerle olumsuz etkileniyor. Son olarak, Rusya'nın Savunma ve Dışişleri bakanları Türkiye ziyaretlerini iptal etti. Türkiye'nin, Rusya'ya ihracatı da, bu durumdan olumsuz etkileniyor.
Yazın ortasına geldik ancak Rusya, Türkiye'ye seyahat kısıtını kaldırmadı. Almanya ve AB ülkeleri de, Kovid-19 vaka sayılarını gerekçe göstererek, Türkiye'ye yönelik vatandaşlarına 31 Ağustos'a dek seyahat uyarısı yapmıştı.
Türkiye, bu sezon, 2019 turizm gelirlerini arayacak gibi görünüyor. Türkiye'nin tarım ve hayvancılıktaki dışa bağımlılığı devam ederken, ekonominin lokomotifi gayrimenkulde ise işler yolunda görünüyor.
Independent Türkçe'ye konuşan İnşaatçılar Derneği (İNDER) Başkanı Nazmi Durbakayım, 2020 Haziran ayında 190 bin 12 satışla rekor kırıldığını ve 2020 yılının tamamında 1,5 milyon konut satışı, hedeflendiğini belirtiyor.
Emlak Analisti Tebernüş Kireçci'ye göre konut sektörü, dövizden etkilenmeyecek, aksine parasal genişlemeyle birlikte gayrimenkul fiyatları artacak.
Ekonomist Selva Demiralp ise dövizdeki olası bir artışın, gayrimenkuldeki girdi fiyatlarını arttırarak, sektörü olumsuz etkileyeceği görüşünde.
Demiralp, TCMB'nin parasal gevşemeye gitmesini değil ama piyasaya sürülen paranın geri çekileceğine dair güvenilir sinyaller vermemesini eleştirirken; pandemide ikinci bir dalga gelmezse verileri toparlanmanın işareti olarak okuyor.
Independent Türkçe'ye konuşan bir başka isim, Maliye Profesörü İzzettin Önder ise "Türkiye'de, döviz, faiz, enflasyon krizi kapıda" diyor.
Prof. Dr. İzettin Önder: Döviz-faiz-enflasyon krizi kapıda
Kapitalizmin açık bütçe sistemiyle işleyişinin her ülke için önemli sorun olduğunu belirten Prof. Dr. İzzettin Önder, Türkiye gibi sermaye gereksinimini iç tasarruflarıyla karşılayamayan (gelişmekte olan) ülkeler için bu sorunun daha da can yakıcı olduğunu ifade etti.
İstanbul Üniversitesi'nin eski öğretim üyesi Prof. Dr. Önder, pandemi travmasının hükümetlere yıktığı yük karşısında gerek dünya piyasalarında yaşanan sıkışıklık, gerek iç ekonomilerde yaşanan güvensizlik nedeniyle insanların reel yatırıma değil, daha güvenli gördükleri (hisse senedi ve diğer menkul değerler gibi) finansal yatırım araçlarına yöneldiğini belirtti.
Reel yatırımların güvensiz ortamda azaldığının altını çizen Önder, faiz tuzağına girildiği, döviz-faiz-enflasyon krizinin kapıda olduğu tespitini yaptı.
Önder'e göre kur krizinin kökeninde, dış ticaret açığı var ve Türkiye, dış borçta kritik sınıra dayanmış durumda.
2020'de Türkiye'nin yüzde 3,5 ile yüzde 5 arasında küçüleceğini öngören Maliye Profesörü, "Döviz temin edebilmek için siyasi taviz vermek durumunda kalabiliriz" dedi.
Faiz tuzağı: Yüksek faiz, düşük kur politikası
"Dünya piyasalarında görüldüğü üzere, çok düşük faiz haddine rağmen reel yatırım alanlarından kaçış -faiz tuzağı- sürüyor" diyen Önder, "kur savaşlarının" yaşandığı bu dönemde, tasarruf yetersizliğinden de, devamlı dış ticari açık veren Türkiye için sakin fiyat/kur salınımının beklenemeyeceğini söyledi.
Deneyimli ekonomiste göre ithalat-ihracat dengesizliğinin kökeni geçmişten gelen olumsuzluklara ilaveten bazı önemli faktörlere dayanıyor. Bunlardan bazıları:
- Siyasi iktidarın uygulamış olduğu IMF-Derviş politikası gereği yüksek faiz baskılı kur sonucu oluşan sanayisizleşme
- Geçmişte kendini beslemeye yeterli tarım ülkesi olarak anılan Türkiye'nin tarım ve hayvancılık alanında da dışa bağımlı kılınması
Önder, yukarıdaki gerekçelerle enerjinin ithalatta önemli bir pay aldığını, diğer ara girdilerin de önemli olmaya başladığını, durgunluk yaşanırken, sanayi endeksi gerilerken bile ticaretin açık verdiğini vurguladı.
"Dış ticaret açığını turizm kapatamaz; İçeride de tasarruf edilmiyor"
2020'nin ilk beş ayında, 2019'un aynı dönemine göre ihracatın 76,6 milyar dolardan yüzde 20 gerileme ile 61,6 milyar dolara düştüğünü söyleyen Profesör Önder, ithalattaki gerilemenin yüzde 5'te kaldığını ve 87,1 milyar dolar seviyesinden 82,6 milyar dolar seviyesine inildiğini belirtti.
Önder ayrıca, 2019'da 10,4 milyar dolar olan dış ticaret açığının 2020'nin aynı döneminde, ikiye katlanarak 21 milyar dolara yükseldiğine dikkat çekti.
"Bu açık, pandeminin yarattığı kısıtlamalar nedeniyle turizm gibi hizmetlerle de kapatılamaz" diyen Önder, dikkatlerin döviz talebine yöneldiğini hatırlattı:
Ticaret açığı yanında döviz talebine neden olan diğer önemli faktör de sistematik olarak yaşanan iç tasarruf yetersizliği ve bunun sonucunda oluşan dış tasarruf talebi meselesidir.
"Kur krizinin kökeninde, dış ticaret açığı var"
Dış borcun çok küçük bir bölümünün Merkez Bankası'nca yapıldığını söyleyen Önder'e göre borcun çoğu, kamu ve özel kesimden kaynaklanıyor. Bu durumun da, iç tasarruf açığının sebep olduğu ülke içi faiz haddi ile dış piyasalardaki faiz arasında ikincisi lehine gelişen oran farkından kaynaklandığını belirtiyor.
Dıi kaynağa yönelen özel ve kamu sektörlerinin önemli miktarda “açık pozisyon” oluşturduğunu, vade sonunda borç ödemesi ya da borcun çevrilmesi için dövize talep geliştirildiğini söyleyen İzettin Önder, "Siyasi iktidar, bu politikalarla büyük sanayi kuruluşlarını ‘kur riski' altında tutarak, iktidar koltuğunu ülke riskine tercih edebilmiştir" ifadelerini kullandı.
Önder, borcun yeni dış borçla çevrilince, dövize yeni talep oluşmayacağını, ancak talebin silinmeyip, sadece ertelenmiş olacağını belirtti.
Aynı durumun kamu kesiminin dış borç stoku için de geçerli olduğunu söyleyen Prof. Dr. İzettin Önder, bu açıdan bakıldığında, 2020 Şubat- Aralık dış ödeme yükümlüğünün toplamda 67,9 milyar dolar olarak görüldüğüne işaret etti. Bu miktarın da, ulusal gelirin yaklaşık yüzde 17 gibi kritik oranına karşılık geldiğine dikkat çekti.
Ticaret açığı ile sebep-sonuç bağlamında iç içe geçmiş toplam döviz talebinin, bu boyutuyla Türkiye'nin yıllık genel tasarruf ve yatırım oranından büyük olduğunu söyleyen ekonomist, "Bu durum, Türkiye'nin büyüme oranının potansiyel büyüme oranı altında kalmasına neden oluyor" dedi.
Dış borç stokunun brüt tutarı 2019 yılında 436,9 milyar dolar ve ulusal gelirin yüzde 56,9'u seviyesinde iken, bu miktarın 2020 yılı ilk çeyreğinde 431,1 milyar dolar ve ulusal gelirin yüzde 58'i düzeyine ulaştığını belirten İzettin Önder, AB'ye üye ülkelerin Ekonomik ve Parasal Birliğe katılabilmeleri için gerekli şartları açıklayan Maastricht kriterlerine göre dış borç/GSYİH oranında yüzde 60'ın kritik sınır olduğunu hatırlattı
"Bazı siyasi tavizlerle kısmen döviz yaratılması olasılığı olabilir"
Prof. Dr. Önder, hükümet politikalarının perde arkasının bilinmemekle beraber, görünen yüzde IMF vb uluslararası kuruluşlarla işbirliğinin beklenmediğini kaydederek, “Hal böyle olunca, belki bazı ikili anlaşmalar ve bazı siyasi tavizlerle kısmen döviz yaratılması olasılığı olabilir. Olası böyle bir koşulda dahi, borsanın ve altının zirve noktaya ulaşmış olmasıyla oralardan sökülen kaynakların dövize yönelmesi neticesinde oluşacak durum vahameti korumaya devam edecektir” dedi.
"Günü kurtarmak adına ekonomi yüksek risk ortamına itiliyor"
Dış kaynağı çekebilmek için faiz haddinin yükselmesinin de ciddi bir maliyet ve enflasyon unsuru olduğunu söyleyen Önder, yüksek enflasyon ve yüksek işsizliğin yanında, yüksek borç stoku ülke risk priminin de yukarı çeken faktörler olduğunu belirtti.
Önder, bu durumun, sıcak para arayışlarının giderek daha yüksek, faiz ve ulusal gelir erimesi pahasına yapılmış olacağını savundu.
Prof. Dr. Önder, potansiyel sıcak para itfa döneminde yüksek faiz getirisiyle ekonomiden çıkarken, bu paranın faiz maliyetini telafi edecek yatırımın da olmadığını, borç itfasında kullanılmış olacağını söyledi.
Önder, "Hükümetin günü kurtarma adına ekonomiyi içine attığı yüksek risk ortamı, gelecek aylarda ciddi “döviz-faiz-enflasyon” kısır döngü krizlerine gebe" diye konuştu.
Prof. Dr. Selva Demiralp: Sadece kredilere bel bağlamak, bankacılık sistemi için risk
Independent Türkçe'ye konuşan Koç Üniversitesi Ekonomi Profesörü Selva Demiralp'e göre ise Merkez Bankası'nın yapması gereken parasal genişlemeye (QE) gitmesi değil, "kredibilitesi zayıflayan" bir kurum olarak iletişimine özen göstermesi ve piyasaya sürülen paranın geri çekileceğine dair güvenilir sinyaller vermesi.
Verilerin bir toparlanmanın başladığına işaret ettiğini kaydeden Demiralp, bunun hızını belirleyecek faktörleri ise şöyle sıraldı:
- Salgın ile mücadeledeki başarımız ve ikinci bir dalganın olup olmayacağı, toparlanmanın hızını belirleyecek önemli bir faktör. Bu önemli; çünkü eğer ikinci bir dalga gelirse ekonomik güven tekrar zayıfladığı için işyerleri açık olsa da talep toparlanamıyor. Dolayısı ile arzu edilen büyüme gerçekleşmiyor.
- Ekonomi politikalarının etkinliği. Mevcut politikalarda transfer ödemelerinin payının düşük olması krizden mağdur olan düşük gelirli kitlelerin ihtiyaçlarının yeterince giderilemediğini gösterir.
Buna karşılık kredi genişlemesi riskli bir hızla artmaya devam ediyor. Kredi genişlemesinin talebi canlandırması ekonomi için kısa vadede olumludur. Ancak salt kredi genişlemesine bel bağlamak beraberinde bankacılık sistemine yönelik önemli riskler barındırıyor.
- Talepteki toparlanma ile birlikte enflasyon önemli bir risk olarak karşımıza çıkıyor.
Haziran ayı enflasyon rakamı talepteki toparlanmanın en zayıf olduğu servis sektörlerinde bile arz kaynaklı baskılara ve yapışkanlık etkisi ile ciddi bir tehlikeye işaret ediyor.
Buna TCMB'nin krizle mücadele için yürüttüğü tahvil alımlarını da eklersek ikinci yarıdan itibaren ve özellikle gelecek sene için enflasyon önemli bir tehdit olarak karşımızda. TCMB'nin miktarsal genişlemeye (QE) gitmesini eleştirmiyorum. Krizin faturasını karşılamak için pek çok merkez bankası bu yola gitmek zorunda kaldı. Ancak kredibilitesi zayıf bir merkez bankasının iletişim konusunda çok daha dikkatli olması ve piyasaya sürülen paranın geri çekileceğine dair güvenilir sinyaller vermesi gerekir.
Ayrıca dış borcu yüksek bir ülkede, TL arzının döviz arzı ile dengelenmemesi kur üzerinde baskı oluşturuyor. Bunun rezerv satarak giderilmesi ise yeni bir kırılganlık doğuruyor.
Gayrimenkul sektörüne de değinen Ekonomist Selva Demiralp, inşaat sektörünün dış borcu ve ithal ara malı bağımlılığının yüksek olduğuna işaret ederek, sektörün bu durumdan olumsuz etkileneceği öngörüsünde bulundu.
İNDER: 130 bin konut satışıyla Haziran'da rekor bekliyoruz
Türkiye İstatistik Kurumu'nun dün açıkladığı verilere göre, üç kamu bankası Halkbank, Vakıfbank ve Ziraat Bankası'nın konut kredisi faizlerini tarihin en düşük seviyelerine çekmesinin ardından haziranda konut satışları rekorla geldi.
Buna göre Türkiye genelinde konut satışları geçen ay, 2019'un haziranına göre yüzde 209,7 artarak 190 bin 12 oldu.
Konuyu Independent Türkçe'ye değerlendiren İnşaatçılar Derneği (İNDER) Başkanı Nazmi Durbakayım, bu düzeydeki talebin yazın ortasına kadar sürmesini beklediklerini ve 2020'de 1,5 milyon konut satışı hedeflendiğini aktardı.
Durbakayım, devreye girmesi için hazırlıkları devam eden yeni projelerle birlikte sektörün kendi dinamiklerine kavuşacağını ve dengeye ulaşmak için stokların ve yeni projelerin satılması gerektiğini kaydetti.
İNDER Başkanı, Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın önderliğinde kamu bankalarının, Emlak Konut GYO önderliğinde markalı konutların eşanlı başlattığı kampanyalarla da çıkışın başladığını ifade ederek, şunları söyledi:
Kampanyalar hem mevcut konut arzının eritilmesi diğer bir ifadeyle stokların azalması, hem de birinci el konut üretiminin finansal olarak desteklenmesini sağladı.
Mortgage piyasasının temeli, ipotekli satışlardan
Nazmi Durbakayım'a göre toplam konut satışları içindeki payı yüzde 53,4 olan ipotekli satışlarda bu oran yüzde 70 üzerine çıkabilir; Bu durum da mortgage piyasasının temelini atabilir.
İNDER Başkanı, haziran ayı için yüzde 30,9 açıklanan birinci el konut/ toplam konut satışları oranının ise yüzde 50 üzerini görebileceğini ifade ediyor.
Durbakayım, bu verilerin yüksek olmasının, markalı konutları çok yakından ilgilendirdiğini, birinci el konut satışının anlamının inşaat sektörüne aktarılmak istenen ‘can suyunun' gerçek hedefine ulaşması anlamı taşıdığını belirtti.
Kireçci: Parasal genişlemeyle birlikte gayrimenkul de değerlenir
Emlak analisti Tebernüş Kireçci ise, Türkiye'de gayrimenkulün, dövizdeki yükselişi umursamayacağını savundu.
Pandemiyle birlikte Türkiye'de ekonomistlerin faiz oranları ve dolar kurunun yükselip, konut fiyatlarının yarıya düşeceği tespitlerini yapıp yanıldıklarını belirten Kireçci, parasal genişlemeyle birlikte, gayrimenkulün de değerleneceğini vurguladı.
"Olağanüstü dönemden geçiyoruz"
Emlak uzmanı Kireçci, klasik olarak gayrimenkul fiyatlarının finans piyasaları ile birlikte hareket ettiğini anımsattı.
Tebernüş Kireçci, gayrimenkulde fiyatları yükselten tüm etkenlerin borsayı da yükseltip; faiz ve dövizi yükselten tüm etkenlerin ise emlak fiyatlarında ve borsada düşüşe neden olacağını kaydetti. Bu kuralın normal koşullar altında geçerli olduğunu belirten Kireçci, mevcut dönemde ise normal koşulların geçerli olmadığı tespitinde bulundu.
Olağanüstü dönemden geçtiğimizi belirten Kireçci, başta İstanbul olmak üzere Türkiye genelinde konut fiyatlarında, son aylarda sert bir yükselişin yaşandığını hatırlattı.
2020'nin ikinci çeyreğinde piyasalardaki yaygın senaryonun; altının onsunun 3 bin doları geçmesi; dolar kurunun ise 10 TL'yi aşması ve konut fiyatlarının yarıya düşmesi şeklinde olduğunu belirten Kireççi, şunları söyledi:
Bu hesaba göre, ev almayı planlayıp dolar ya da altın alanlar 2,5 ile 4 adet eve sahip olacaktı. Ama tam tersi gerçekleşti. Dolar yerinde saydı. Altının ons fiyatı bir miktar yükseldi. Konut fiyatları ile yazlık yapılabilecek arsa ve arazilerin fiyatı uçtu.
"Ev alacaklar için zorlanacakları bir dönem başladı"
Kireççi'ye göre gayrimenkul, yatırım noktasında finansal nstrümanlar gibi değerlendiriliyor. Ancak mevzu bahis "ihtiyaç" olduğundan finansal enstrümanlardan farklılaşıyor.
Türkiye'de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın yaptığı yeni düzenlemelerle konut inşaasının zorlaştırıldığını belirten Kireçci, mevcut düzenlemenin de konut fiyatının düşmesini engelleyeceğini belirtti.
Küresel merkez bankalarının para basma politikalarını hatırlatan Kireçci, basılan paranın varlık fiyatlarını, dolayısıyla konut fiyatlarını da yükselteceği görüşünde.
Dolar ve faiz oranlarından bağımsız, sıkışıp satanlar olmadığı sürece konut fiyatlarının TL bazında yükselişini sürdüreceğini söyleyen Tebernüş Kireçci, Türkiye'de ev sahibi olmayanların ya da ev alacakların çok zorlanacağı bir dönemin başladığını ifade etti.
© The Independentturkish