Irak’tan Kuveyt’e yolunu şaşırmış bir Lübnan

Uluslararası mahkemenin Hariri suikastında iktidarın ortaklarından birinin koruduğu kişileri suçlu bulduğu kararını açıkladığı günün akşamında iktidar, nasıl bu ülkelerden kendisine yardım etmelerini isteyebilir?

Lübnan'da uzun yıllardan beri biriken kamu borcunun yanlış yönetilmesi sonucu yaşanan ekonomik kriz ve yerel para biriminin değer kaybı, halkın yarısını yoksullukla tehdit ediyor / Fotoğraf: AA

Lübnan’da ne yönetimdekiler ne de destekçileri, korona pandemisi ile kendisinden önceki ve sonraki küresel ekonomik daralmanın, enerji talebinin azalmasının pandeminin etkilerinden zarar gören zenginler dahil birçok ülke ve topluma bir tür ulusal bencillik dayattığı gerçeğini kabullenemediler.

Lübnan yönetimi, “Ev halkının yağa ihtiyacı varsa komşular bundan mahrum kalır” şeklindeki halk deyimini, Kuveyt devletinden benzer ama diplomatik bir karşılık alana kadar anlamadı.

Oysa Suudi Arabistan ve BAE gibi, Kuveyt de tarihsel olarak Lübnan’a birçok kez yardım etmiş bir ülkedir.

Kuveyt liderliğine, yaşadığı krizden çıkması için Lübnan’a destek olmasını temenni eden resmi mesajı taşıyan Lübnan heyeti başkent Kuveyt’e ulaştığında ülkede, genel bütçe açığının dış borçlanma mı yoksa egemenlik fonu yoluyla iç borçlanmayla mı karşılanması gerektiği tartışmaları dönüyordu.

Yerel basında çıkan haberlere göre, Kuveyt’in bütçe açığını kapatması için yaklaşık 60 milyar dolara ihtiyacı var.

Diğer bir deyişle, Lübnan heyeti bu ziyaret ile Kuveyt’in kendi yağına ihtiyacı olduğunu ve içinde bulunduğu krizin yükünü Kuveyt’e yükleyemeyeceğini anlamış oldu.

Sadece Kuveyt Kalkınma Fonu yoluyla gerçekleştirilecekmiş gibi görünen bazı sözler dışında eli boş dönen Lübnan heyeti, yönetimin yürüttüğü büyük sistematik medya kampanyası nedeniyle bu ziyarete büyük umutlar bağlayan Lübnanlıların uğradığı şoka bağlı olarak içeride zorlu soru işaretleri ile karşı karşıya kaldı.

Bu kampanya sırasında ayrıca Kuveyt’ten başlayıp yavaş yavaş Bağdat’a ve oradan Lübnan’a önkoşulsuz yardım etmeye hazır olduğunu dile getiren diğer Arap başkentlerine uzanan bir açılımın Lübnan’ı içinde bulunduğu krizden kurtaracağı da ima edilmişti.

Bu kampanya kapsamında Lübnan tarafı, başta tarımsal olmak üzere Lübnan ürünleri karşılığında Irak’tan petrol almak için büyük bir potansiyel olduğu, Irak’ın Lübnan para birimi veya çok düşük fiyatlarla Lübnan’a petrol satmaya hazır olduğunu deklare ediyordu.

Irak’ın takas yöntemiyle petrol karşılığında Lübnanlı ürünler almayı kabul edeceğini söylüyordu.

Bu iddialar, Irak kamuoyunda büyük bir tepkiye neden oldu. Öyle ki Irak tarafı bu takası, bütçesinin likidite ve kamu çalışanlarının maaşlarını ödeyememe krizi ile karşı karşıya bulunduğu bir zamanda ulusal zenginliklerini çalmaya yönelik bir sahtekarlık girişimi olarak gördü.

Dahası, Irak’ın da ihraç etmesi gereken tarımsal ürün fazlalığı bulunuyor.

Irak Tarım Bakanı yaptığı açıklamada, sadece bir Iraklı şirketin patlıcan, domates ve patates çeşitlerinin her birinden 500 ton fazlası olduğunu açıkladı.

Bazı Iraklı çiftçiler, devlet ürünlerini dış pazarlara ihraç etmekte başarısız olduğu için ürünlerini yok etti.

 

İktidar, Lübnan’ın resmi varlığının gerilediğinin, ülkenin mimlendiğinin ve artık hiç kimsenin Lübnan’ın zeki oyunlarına kanmadığının farkında değil.

Krizi bir geçim kriziymiş gibi ele alan, krizden kurtulmak için vatandaşlarından tarım alanında bir kutsal savaş yürütmelerini talep eden iktidar, vatandaşlarının çıkarlarını ve geleceklerini umursamıyor.

Ama ironiktir ki, bölgesel çatışmalarda tarafsızlığını koruma politikasından vazgeçtiği için tarihsel kardeşleri ile arasındaki uzlaşı bağını koparmasına rağmen onlardan ve diğer ülkelerden vatandaşlarının kaderini önemsemelerini talep ediyor.

Lübnan’da iktidar, dış söylemlerini, özellikle de Arap ülkelerine karşı olanları gözden geçirmelidir.

Taraflılığı, politik ve dogmatik söylemleri neticesinde Arap ilişkilerinde oluşan çatlakları kapatabilmesi için bu gereklidir.

Çünkü bunlar, Lübnan’ın kendisine birçok krizinden çıkma yolu sağlayan bir imtiyazını, paralel diplomasi fırsatını kaçırmasına yol açtı.

Devlet içindeki konumu ve gücü ne olursa olsun Arap ülkelerini ziyaret eden her Lübnanlı temsilci ve heyet, iktidarın kardeş Arap ülkelerine karşı uyguladığı bu taraflılığı temsil eder hale geldi.

Dolaysıyla şunu anlamamız gerekiyor:

Körfez ülkeleri memnun edilmeye çalışılabilecek hayır kurumları değildir.

Keza aralarındaki anlaşmazlıklara oynamak da Lübnan’ın çıkarına olmayacaktır.

Bu ülkeler arasında bazıları, Körfez konsensüsünden ayrılsalar da bir dereceye kadar devletlerinin politikasını kendisine uymaya zorlayan sosyal ve manevi bağlılıklara tabidirler.

Nitekim, Lübnan yönetiminin yaptığı hatalar nedeniyle Körfez ülkelerinde Lübnan’a verilen halk desteğinin gerilediği gözden kaçmamaktadır.

Lübnan iç savaşının sona ermesinden bu yana Körfez ülkeleri, özel koşullarını anlayan ve Arap, İslami ve küresel düzeyde etkili bir varlığı olan politik bir şahsiyet ile çalışmaya alışmışlardı.

Bu şahsiyet onları yaşadığı birçok krizi atlatması için Lübnan’a yardım etmeye ikna etmekte başarılı olmuştu.

Paris’te yapılan çeşitli konferanslardan CEDRE Konferansına Refik Hariri ve mirasçılarının Körfez ülkeleri ile samimi bir ilişkileri vardı.

Dolayısıyla Refik Hariri’nin yokluğu da hiç şüphesiz Körfez ülkelerinin Lübnan’a duydukları güveni etkiledi.

Hal böyleyken, uluslararası mahkemenin Hariri suikastında iktidarın ortaklarından birinin koruduğu kişileri suçlu bulduğu kararını açıkladığı günün akşamında iktidar, nasıl bu ülkelerden kendisine yardım etmelerini isteyebilir?

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU