27 Mayıs 1960 Darbesi sonrası Yassıada'da kurulan kurtlar sofrası: Bebek davası, köpek davası…

Tarihte bugün eli silahlı bir cunta, Türk demokrasisine müdahale ederek yönetimi ele geçirdi. Tarihe "kara leke" olarak kazınan duruşmalarda gündeme gelen suçlamalar, başta Menderes olmak üzere Demokrat Partililere karşı bir linç kampanyasına dönüştü

Fotoğraf: Devlet Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi

27 Mayıs 1960 Darbesi sonrası yönetimi ele geçiren askeri cunta, vakit kaybetmeden Demokrat Parti hükümetlerinde görev alan üst düzey isimlerin yargılamasına başladı.

Bu mahkemeler, o zamanki ismiyle ‘Yassıada’ olan Demokrasi ve Özgürlükler Adası’nda görüldü. 

Türk hukuk tarihine kara bir leke olarak kazınan duruşmalarda gündeme gelen suçlamalar ve sanıkların karşı karşıya kaldıkları muamele, kurulan mahkemenin ciddiyetten uzak bir yargılama olduğunu ortaya koyuyordu.
 


Yargılamalarda isnat edilen suçlamalar kadar dönemin yazarlarının köşelerinde yazdıkları ve radyoda yapılan yayınlar da Yassıada’da kurulan kurtlar sofrasına hizmet eden içeriğe sahipti. 

Hürriyet gazetesi 10 Ekim 1960 tarihli nüshasının manşetine Merhum Başbakan Adnan Menderes’in mahkemedeki bitkin düşmüş fotoğrafını taşıyarak şu yorumu yapacaktı:

Terliyor, ama sıcaktan değil: 1950 yılının 14 Mayıs'ında iktidara gelmişlerdi… Gürültülü, patırtılı bir gelişti bu… Millete müstesna vaatlerde bulunmuşlar, büyük laflar etmişler, aydın ve mutlu bir istikbalden bahsetmişlerdi.

Aynı terane yıllarca sürüp gitti… Fakat onlar vadettikleri her şeyin tam tersini yapmaya başlamışlardı. Marifetlerinin gizli kalması için her türlü çareye başvurmaktan asla çekinmiyorlardı.

Vatandaşı susturmak, sindirmek ve yıldırmak için neler neler yapmadılar!. Bir yandan sinsi planlar kuruyorlar, öbür yandan da bu planların başarı ile tatbik edildiğini zannediyorlardı. Lakin ipin ucu elden kaçmıştı bir kere…

Milletin tahammülü kalmamıştı artık… İktidar mensupları hala hayal peşinde koşuyorlardı… Fakat Ankara ve İstanbul’da patlayan kurşunlar bu hayali birdenbire hakikat yaptı.

Alnından, göğsünden vurulan gençler arkadaşlarının kolları arasında can vermiş, bir kısmı da hastanelik olmuştu…

Kardeşi kardeşe vurduracak kadar kudurgan bir hale gelen iktidar mensupları, her şeye rağmen ısrar ediyor ve saltanatlarını devam ettirmek için çılgın projeler kurmaktan geri kalmıyorlardı…

 

menderes.jpg
Adnan Menderes / Fotoğraf: Devlet Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi


Hürriyet gazetesinin Yassıada duruşmalarını izleyen muhabirinin 15 Ekim 1960 günü gazetesi için hazırladığı haber, bu gazetenin çirkin tavrını daha da ileri bir noktaya taşıyordu:

Sanki bir ‘sır’mış üzerlerindeki, dokunur dokunmaz dökülmüş. Bir yaldızmış solmuş bozulmuş. Hepsi öyle bir hüviyete bürünmüşler ki, Menderes bir hasta ihtiyar. Sorgu mevkiinden sandalyesine güç yürüyor.

Gözleri ürkek, yanakları sarkmış, mimikleri endişeli, her haliyle suçluluğun korkusu içinde. Bu ibretli ve korkunç.

Bayar, sahte sükûneti ile daha da korkunç. Kulağı işitmiyor ifadesi karışık, perişan, çaresiz. Yardımcı yalvarmaya hazır.

Fatin Rüştü Zorlu duygusuz. Tevfik İleri sıtmalı. Hasan Polatkan renksiz. Nedim Ökmen şaşkın. Refik Koraltan boş bir çuval. Samet Ağaoğlu kurnaz. Bunlar mıydı 27 Mayıs’tan evvelkiler?

 

yaşar kemal.jpg
Dönemin Cumhuriyet gazetesi muhabirlerinden Yaşar Kemal / Fotoğraf: Twitter


Elleri kolları bağlı ve her türlü kötü muameleye maruz kalan Demokrat Partilileri medyada aşağılama yarışına o zamanki Cumhuriyet gazetesi muhabirlerinden büyük edebiyatçımız Yaşar Kemal de katılmıştı ve hayatı boyunca çizdiği demokrat çizgiye yakışmayan yorumlarla duruşmadaki ilk izlenimlerini 15 Ekim 1960 Cumhuriyet gazetesi tarihli haberinde şöyle aktaracaktı:

Menderes şikâyet ediyordu. Diyordu ki:

‘-Beş aydır bir odadayım, beş aydır kimseyle konuşamadan. Her gün saatte bir nöbetçi subay değişiyor, bu subaylar beş aydır benimle bir tek kelime konuşmadılar. Soruşturma Kuruluna verdiğim ifadelerle birlikte beş ayda ancak 15 saat konuşabildim.’

Daha bir şeyler, bir şeyler daha konuştu. Sonra yine aynı hal ile geri döndü, gene sarsak, gene kendinden geçmiş yerine oturdu. Rengi konuştuktan sonra biraz daha açılmıştı.

Bir de dedi ki: ‘Moralim çok bozuk’ dedi, ‘konuşamamaktan ve dört duvardan.’

Menderes’in,10 yıldır durmadan, kürsülerden, radyolardan konuşan, meydanlarda Ali kıran baş kesen Menderes’in, bütün derdi konuşamamaktı. Şimdi bol bol konuşabilecek.

Adaletin karşısında Türk milletine çektirdiklerinin hesabını verecek. Şimdi istediği kadar konuşsun. Morali düzelir mi bilmem? …


Medyanın başta Adnan Menderes olmak üzere Demokrat Partililere karşı kullandığı rahatsız edici linç kampanyasına CHP Lideri İsmet İnönü’nün damadı gazeteci Metin Toker de katılarak 17 Ekim 1960 tarihli Akis dergisine şöyle yazacaktı:

Bir mahkeme salonu ki dünün haksız, insafsız ve vicdansız hâkimleri, boyunları bükük, bütün çalımları uçmuş, süfli ve pejmürde, tahta sandalyeler üzerinde bacaklarını bitiştirmiş oturuyorlar.

Onları seyrediyorum. Ama tuhaf, içimde kinin ya da hınç çıkmış olmasının buruk lezzetinin zerresi yok.

İşte, Bayar. Dudağını, şişirdiği sol avurdunda dolaştırıyor. Menderes. Elini bazen yanağına götürüyor ve mevcut olmayan bir yarayla oynuyor…


Demokrasinin ayaklar altına alındığı duruşmalarda gazetecilik adına utanç denilebilecek satırlardan bir başkası yine önemli edebiyatçılarımızdan Çetin Altan’a aitti.
 

çetin altan.jpg
Dönemin Milliyet gazetesi yazarı Çetin Altan / Fotoğraf: Twitter


Altan, sanıkların içinde bulundukları durumu hak ettikleri inancıyla, 20 Ekim 1960 tarihli Milliyet gazetesindeki köşesinde şu ifadeleri kullanacaktı:

Yassıada muhakemelerini takip ederken bu soygunculuk düzeninin siyasi mümessillerine bakıyor.

Ya diyorum, iktisadi hesapların üzerine eğilenleri, dalaveranızı anlayacakları korkusu ile hapse atar, damgalar, aç bırakır, perişan ederdiniz.

Oysa demokrasiye gerçekten inansanız ve iktisadi fikirlerle dürüstlüğe hürmet etseniz, bu hale asla düşmeyecektiniz.


Cumhurbaşkanı Celal Bayar, gazetecilerin bu çirkin tezviratı ve darbecilerin onları bitkin halleriyle filme almasına dayanamayarak intihara teşebbüs etmişse de muvaffak olamamıştı. 
 

celal bayar yassıada.jpg
Celal Bayar, Yassıada duruşmalarında / Fotoğraf: Devlet Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi


Adnan Menderes’in çaresizliğini ve içinde bulunduğu ruh halini büyük edebiyatçılarımızdan Atilla İlhan “Sırtlan Payı” isimli romanında şöyle dile getirecekti:

İnsaf yahu, insaf! Diyor. Menderes’e neler yapmışlar duymadınız mı? Harbiye'de mevkuf iken, gecenin bir vaktinde, bahane uydurup uydurup uyandırırlarmış.

İşte size yeminle söylüyorum, vallahi çok emin yerden işittim. İnsan kulaklarına inanamıyor; ama hakikat: her uyandırılışında, eli ayağı çözülüyor fukaranın, kurşuna dizilecek sanıyor.

Tarifsiz endişeler içerisinde 'Bu kadar çabuk mu?' diye sorar, 'Beni önce sorguya çekmelisiniz' dermiş.

Vah yavrum vah. Yüreğim parça parça oldu. Müstahak mıdır reca ederim, nihayet bir başvekildir bu zat, ayrıyeten milletin intihap ettiği bir başvekil…

(Sayfa 426)
 


Bir başka romancımız Melike İlgün, “Bir Başvekili Sevdim” romanında Yassıada’da Demokrat Partililere isnat edilen suçlamaların ciddiyetsizliğini eserinde şöyle işliyordu:

On dokuz dava açılmıştı Demokrat Partililer hakkında. Aralarında mühim davalar vardı elbet, misal 6-7 Eylül Davası, Üniversite Olayları Davası, Radyo Davası…

Ama bazısı da en hafif tabirle ipe sapa gelmez işlerdi. Köpek Davası’nı aklı almıyordu mesela.

Celal Bayar Afganistan Kralı’nın hediye ettiği çok değerli Afgan tazısını Atatürk Orman Çiftliği Hayvanat Bahçesi’ne sattırıp, ederi olan 20.000 lirayla bir köyde bir çeşme yaptırmıştı.

O ve Tarım Bakanı Nedim Ökmez nüfuz ve makamlarını suiistimal edip haksız kazanç sağlamakla suçlanmışlar, dahası on gün süren mahkemenin ardından mahkûm olmuşlardı.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir cumhurbaşkanının yargılandığı ilk davaydı bu. Alay eder gibi, koca Cumhurbaşkanı bir köpek yüzünden mahkûm olmuştu. Haksız kazanç niyetinde olsa o köpeğe ihtiyacı olurmuş gibi…

(Sayfa 307)
 


İsnat edilen bazı suçlamalar

Kurulan mahkeme tamamen bir tiyatrodan ibaretti; öyle ki Mahkeme Başkanı Salim Başol da bunu inkar etmiyor ve Menderes’in itirazlarına; “Sizi buraya tıkayan kuvvet böyle istiyor” cevabını verebiliyordu.

Lakin mahkemenin gündeme getirdiği bazı suçlamalar utanç verici boyutlara ulaşıyordu.

Köpek Davası

Mahkemenin iddiaları arasında en ilginç olanlardan birisi; Celal Bayar’a yöneltilen “Köpek Davası” idi.

Buna göre Celal Bayar, Afgan Kralının kendisine hediye ettiği ‘Bastı’ isimli köpeği Ödemiş’te hayır çeşmesi yaptırabilmek için Atatürk Orman Çiftliği’ne değerinin 20 katı fazlasına satmıştı. 

Duruşmada Celal Bayar ile birlikte yargılanan Nedim Ökten iddialar karşısında gözyaşlarını tutamayarak ağlarken İstiklal Savaşı kahramanı ve eski İttihatçı Celal Bayar iddiaları buruk bir tebessümle dinliyordu ve kısa ifadelerle “kararın leh veya aleyhte oluşu mühim değil, ancak samimiyetimin kabulü kâfi” diyerek geçiştirmişti. 

Mahkeme suçlamaları dinledikten sonra iddiaları kabul etmiş ve Celal Bayar’ın köpeğini yasadışı yollarla sattığını tespit ederek Anayasayı İhlal suçuyla birleştirmeye karar vermişti.

Bebek Davası

Mahkeme kayıtlarında belirtildiğine göre Adnan Menderes ve Doktor Fahri Atabey sanık olarak yargılanmıştı.

Buna göre Başbakan Adnan Menderes, Ayhan Aydan’dan olma çocuğunu yasadışı yollarla aldırmakla suçlanıyordu. 
 

ayhan aydan.jpg
Ayhan Aydan, Yassıada duruşmalarında / Fotoğraf: Devlet Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi


Tarihin cilvesi bu suçlamayı yapan mahkemenin Başsavcısı Altay Ömer Egesel, Susurluk'ta 12 yaşında bir erkek çocuğunun ‘ırzına tam teşebbüs fiili’nden mahkemeye verilmiş, Egesel hakkındaki bu dava takipsizlikle sonuçlanmıştı. 

Kendi çocuğunu öldürmekle suçlanan Adnan Menderes hakkında, 5 ile 10 yıl arasında hapis isteniyordu.

Mahkeme hâkimleri dahi bu çirkin iddiaların altını dolduracak bir delil bulunmamasından dolayı beraat kararı vermek zorunda kalmıştı; ama mahkeme savcılarının ahlak sınırlarını zorlayan isnatları akıl alacak cinsten değildi. 

Savcı Yardımcısı Fahrettin Öztürk, Başbakanlıkta bulduğunu iddia ettiği kadın iç çamaşırı ile Adnan Menderes’i toplum nezdinde küçük düşürecek şu ifadeleri kullanacaktı:

Şimdi size yüz kızartıcı bir olayı anlatacağım. 27 Mayıs inkılâbında bütün bakanlıklarda olduğu gibi Başbakanlıkta da araştırmalar yapan ve Türkiye’nin en güzide hâkimlerinden kurulu bulunan bir araştırma komisyonu Başbakanlıktaki bütün kasaları açtıktan sonra bir demir kasa önüne gelince duraklamış ve açılıp açılmaması hususunda tereddüt etmiştir.

Bu demir kasanın üzerinde 'Tarihi vesikaları muhtevidir' cümlesi vardı. Bu ibare Hâkimler Komisyonunu hayli düşündürmüş, 'Acaba hangi devlet sırlarıyla karşı karşıya geleceğiz, bu sırları bizim öğrenmemiz de bir mahsur olabilir mi?' gibi sorular ortaya atılmıştır.

Neticede ilgili makamlarla müzakere edildikten sonra Hâkimler Komisyonu kasayı açtı. Kasanın içinde bir büyük zarf vardı. Zarfın üzerinde Adnan Menderes in imzası bulunuyordu.

Zarf iyiden iyiye kapatılmıştı. Adeta bir vasiyetname veya bir sırrı muhtevi zarf manzarası arz ediyordu. Tekrar ilgili makamlarla görüşülerek zarf açıldı.

Hâkimlerin her biri bu zarfta Menderes’in Türkiye’yi nurlu bir istikbale götürmek için düşündüğü planlar veya topyekûn imar hareketleriyle ilgili kararlarla karşılaşmak ümidinde idiler. Ama Heyhat! Zarfın içinden üzerinde kan lekeleri olan beyaz bir kadın kilotu çıkmıştı.

(Akşam Gazetesi 1 Kasım 1960)


Mahkemede işler iyice çığırından çıkmıştı. Özellikle Adnan Menderes’e yapılan muamele eski bir Başbakan’ın katlanacağı cinsten değildi.

Menderes bir kibrit kutusunda biriktirdiği uyku ilaçlarını almak suretiyle intihar etmeye teşebbüs etmiş; ama o da Bayar gibi muvaffak olamamıştı. 

İdam kararları açıklandıktan sonra yaşananlar ise başka acıların kapılarını aralamıştı.
 

Fatin Rüştü Zorlu.jpg
Fatin Rüştü Zorlu  / Fotoğraf: Devlet Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi


Fatin Rüştü Zorlu, annesine yazdığı mektupta şerefini her daim muhafaza ettiğini belirterek suçsuz olduğunu dile getiriyordu;

Sevgili anneciğim, Emel’ciğim, Sevin’ciğim ve ağabeyciğim, şimdi Cenabı Hakk’ın huzuruna çıkıyorum. Sakinim, huzur içindeyim.

Benim için üzülmeyin. Sizlerin sakin ve huzur içinde yaşamanız beni daima müsterih edecektir. Bir ve beraber olun.

Allah’ın takdiratı böyleymiş. Hizmet ettim ve şerefimi daima muhafaza ettim. Anne, siz sevdiklerimi muhafaza edin ve Allah’ın inayeti ile onların huzurunu temin edin.

Hepinizi Allah’a emanet eder, tekrar üzülmemenizi ve hayatta berdevam olarak beni huzur içinde bırakmanızı rica ederim. Allah memleketi korusun.


Adnan Menderes ise asılmaya götürüldüğünde son sözleri “Hayata veda ettiğim şu anda devlete ve millete saadetler diler, karımı ve çocuklarımı şefkatle andığımı bildiririm” son arzusu ise “Şerefle yaşadığının ve suçsuz olduğunun bilinmesi…” olarak kayıtlara geçti.

Tarihte bugün 27 Mayıs 1960 yılında eli silahlı bir cunta, Türk demokrasisine müdahale ederek yönetimi ele geçirdi.

Halkın hür iradesiyle seçilmiş hükümetini devirdi ve Yassıada’da kurulan mahkemede Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı, Başbakan Adnan Menderes’i, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı idama mahkûm etti.
 


Celal Bayar’ın ilerlemiş yaşı sebebiyle cezası müebbet hapse çevrilirken, diğer üç isim idam edildi.

Demokrasi tarihimize kara bir leke olarak kazınan bu karar Resmi Gazete'de şu ifadelerle yer aldı:

Milli Birlik Komitesi 15 Eylül 1961 Cuma günü saat 18'de Devlet ve Milli Birlik Komitesi Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel'in Başkanlığında toplanarak Yüksek Adalet Divanı'nca verilen ölüm cezalarını havi dosyayı 12/6/1960 tarih ve 1 sayılı Anayasa'nın 6'ncı maddesi gereğince tetkik etmiştir.

Yüksek Adalet Divanı'nca ve ittifakla ölüm cezasına çarptırılan sakıt Reisicumhur Celal Bayar, sakıt Başbakan Adnan Menderes, sakıt Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve sakıt Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın ölüm cezalarını tasdik etmiş ve ancak bunlardan Celal Bayar'ın 65 yaşını bitirmiş olması dolayısıyla ölüm cezasını müebbet ağır hapse tahvil eylemiştir.

Keza diğer ekseriyetle ölüm cezasına çarptırılan Refik Koraltan, Agâh Erozan, İbrahim Kirazoğlu, Ahmet Hamdi Sancar, Nusret Kirişçioğlu, Bahadır Dülger, Emin Kalafat, Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu, Zeki Erataman ve Rüştü Erdelhün'ün cezalarını da müebbet ağır hapse çevirmiştir.

15/9/1961.

 

 

*Daha ayrıntılı bir okuma için

- Mehmet Özsakallı: Yassıada yargılamalarının Türk basınındaki yankıları
- Yelda Tutar: 1961 Yassıada Duruşmalarının İstanbul basınına yansımaları
- Ferhat Çetinkaya: 27 Mayıs Darbesi'nin Türk Romanına Yansıması
- Atilla İlhan: Sırtlan Payı 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU