Bazıları, Irak hükümetinin başbakanı olarak atanmasının akabinde çeşitli zorluklarla karşı karşıya kalan Adil Abdülmehdi’nin istifasından 5 ay sonra Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi hükümetinin güven oyu almasını hayırla müjdeledi.
Abdülmehdi hükümeti ve çevresindeki siyasi sahneye eşlik eden zorluklar, bu satırların yazarını 13 Ekim 2018'de Irak’ta hükümet kurmanın olanağı ve Abdülmehdi’nin iktidarda ne kadar süre kalacağına dair bir analiz yazısı yazmaya sevk etti.
O yazımda şu ifadeleri kullanmıştım:
Abdülmehdi’nin bakanları için entegre bir yapıya ulaşmasından önce uzun bir zaman geçmesi ihtimali var. İkinci bir olasılık ise bu zamanın kısa olmasıyla birlikte iktidar süresinin de kısa olmasıdır.
Ekim 2018'de Abdülmehdi hükümetine oy verildi. Abdülmehdi, Aralık 2019'da istifasını sundu.
Yani, bir yıldan biraz daha uzun sürdü! Bu sürenin çoğunda ise hükümet işlevsiz kaldı.
O zamanki sözüm bir tür kehanet değildi. Bilakis değişkenleriyle birlikte Irak siyasi arenasının bir okumasıydı.
Belki de yönetmesi en zor Arap halklarından biri Irak halkıdır. Ancak bu bir istisna değil. Aslında temel mesele Arap elitlerinin çoğunun ‘kurumlar inşa etmek, mekanizmalar kurmak ve bunlara saygı duymak konusunda’ ulus devlete ilişkin entegre ve modern bir vizyona sahip olmamasıdır.
Yani ulusal kimlikle uluslar üstü kimlik arasında sağlıklı bir denge mevcut değil.
Öyleyse Sayın Mustafa Kazimi, Irak'ı bütün olarak çevreleyen iç, bölgesel ve uluslararası tüm bu değişkenlerin gölgesinde teoride 4 yıla kadar olan görev süresini nasıl olur da tamamlar?
Irak’ın kota tabanlı sistemi, bazı Iraklıların bağlılıklarını yurt dışına yönlendirmelerine ve hatta içeride etkin olabilmek için dışarıdan güç almalarına sebep oluyor.
Irak'ta görülmesi gereken daha geniş resim, eski Başbakan Adil Abdülmehdi’nin seyrettiği süreçte açıkça görülebilir.
Siyasi kariyerinde birden fazla şekilde çıktı ve bir nesle örnek oldu.
Baasçı olarak başladı, sonra ulusalcı oldu, sonra solcu, sonra Maocu ve son olarak da İslamcı!
Bu, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Arap siyasi elitlerinin kariyer özetini gösteriyor.
Ulusal devletin biçimini, yapılarını ve kimliğini belirleyecek bir pusula olmaksızın gizemli bir kimliğe yaslanmak: Ulusal mı? Milliyetçi mi? Dini mi?
Modern Arap ulusal devletinin ortaya çıkışı, bu belirsizliğe dayanmaktadır. Bu, siyasi ve fikri anlamda bir eksiliğe işaret ediyor.
İktidara gelen kimse mutlak hakikatin sahibi oluyor ve geriye kalanların ise ya marjinalleştirilmeleri ya da tasfiye edilmeleri gerekiyor.
Çünkü bu kimseler ülkeyi ‘milliyetçilik’ ve ‘İslami’ olarak adlandırılan gizemli bir duruma sürüklemek istiyorlar. Nitekim eşlik eden literatürde bu açık bir şekilde ortaya çıktı.
Baas Partisi’nin teorisini okuduğumuzda buradaki fikirlerin çoğunun Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra yükselen Avrupa faşizminin bir aktarımı olduğunu görüyoruz.
‘Sonsuz mesaja sahip bir ulus’ gibi idealist söylemlere rastlıyoruz. Mişel Eflak ya da Munif Razzaz’ın eserlerinde bunu sıkça görüyoruz.
Ardından asker, ‘durumdan hoşnut olmayan’ kimselerin yardımıyla ve ne istemediğini bilen fakat ama tam olarak ne istediğini bilmeyen duygusal bir kitleyi bir araya getirerek iktidara atlıyor.
Mısır'daki kurtarıcı subaylar, başlangıçta İhvan-ı Müslimin ile ittifak kurdular ve Arap sosyalizmini bir yönetim olarak denemeye çalıştılar.
Bu, 1967 savaşının ardından önce dışarıdaki ve sonra da içerideki müttefiklerin ilk elden tasfiyeyle sona erdi. Abdünnasır tecrübesini çeşitli şekillerde Cezayir, Sudan, Libya ve Suriye izledi.
Sudan'daki Nemiri rejiminde olduğu gibi askeri rejim bir çıkmaza girdiğinde, felaketleri de beraberinde getiren ‘İslamcı rejimlere’ atlandı.
Irak'ın dirilişinde bile devlet bir dar boğaza girer girmez ardından bir ‘inanç kampanyası’ başlatıldı.
Suriye’deki veraset rejimini eline alan askeri yönetim, içi boş sloganlarla ve ardında bıraktığı milyonlarca kurbanla karakterizeydi.
Tüm bu deneyimler, ulusal ve uluslar üstü hususların yanlış bir şekilde karıştırılmasından ibarettir.
Zira bugüne dek Arap ulusal devlet yönetimine ilişkin rasyonel bir teori oluşturmadık.
Bugün Irak'ta ve diğer ülkelerde mevcut olan, ya siyasi İslam olarak adlandırılabilecek bir teşebbüsten -ki bazıları bunun bir örneğinin Erdoğan’ın Türkiye’sinde mevcut olduğunu düşünüyor- ya da İhvan-ı Müslimin ve Humeyist kökenli siyasi İslam gruplarında teşekkül eden ideolojik partilerden ibarettir.
Irak bize uluslar üstü hususların temel alınmasında başarısız olunan bir model sunmaktadır. Nitekim mevcut olan mezhepçi bir siyasal İslam’dan ibarettir.
Gerek Şii evi gerekse de Sünni evi olsun hiç fark etmez; bu gruplar siyasete yakınlaştıkları anda içeriden farklılaşır ve çatışırlar.
Böyle bir kota sistemini temel almanın başarısızlık ve bölünmeyle sonuçlanacağı açıktır.
Bunun nedeni, bu siyasi akımların her birinin mezhepçi sloganlara sığınmalarının yanı sıra taraftar toplamak adına dışarıdan gelecek desteğe uzanmalarıdır.
Bunların hepsi bölgeci ve aşiretçi kurallar üzerine yapılan bir inşadır. Yani bunlar vatan üzerine bir inşa değildir.
Bir vatan inşa etmenin temeli, tüm vatandaşların hak ve ödevlerinde eşit olduğu düşüncesidir.
Siyasette asıl olan çoğulculuktur. Buna giden yol belirli mekanizmalar ve kurumların yanı sıra kapsamlı ve özgür bir şekilde seçimlerin yapılmasıdır. Aksi takdirde 21’inci yüzyılda hiçbir şekilde vatan inşasından söz edilemez.
İslam'ın dayatmış olduğu bir siyaset teorisi yoktur. Ali Abdurrazık’ın ‘İslam ve Yönetimin Esasları’ adlı kitabında bu gerçek açık bir şekilde oraya konuldu.
İhvan-ı Müslimin’in ideologlarının yaptığı gibi zaman zaman büyük İslami ilkeler değiştirilerek dar ve demokratik olmayan bir kalıba sokuldu.
Bu kitapların çoğunluğu Baas Partisi veya Arap milliyetçiliği teorisyenlerinin zayıf teliflerinden farklı değildir.
Cihad Udeh, Seyyid Kutup ve daha sonraları Raşid Gannuşi’nin yazılarında modern devlet için rasyonel bir metodoloji ve genel kurallar aranır, fakat bunlar duygusal ve sistematik olmayan yazılardan daha fazlası değildir.
Böyle bir düşünce ve uygulamanın zeminindeki kriz, İslam Cumhuriyeti örneğinde açık şekilde görünmektedir.
Masum (!) bir rehberin öncülüğündeki bu rejim, komşu kimlikleri kontrol altına almaya ve dışarıya doğru genişlemeye çalışmaktadır.
Bu değişkenler göz önünde alındığında Mustafa el-Kazimi’nin şansının düşük olduğunu söyleyebiliriz.
Zira kurumların zayıflığının yanı sıra kimliklerde de bir bulanıklık söz konusudur.
Mustafa Kazimi’nin öncelikle Irak devletinin ulusal kimliği ve bağımsızlığı meselesini çözmesi gerekiyor. Bunu başarabilir mi?
Son söz:
Ulusal kimliğin daha geniş olduğu varsayılan bir kimlik içerisinde eritilmesi, ulus devletin inşasında bir tıkanıklığa yol açar. Böylece siyasi sınıf yersiz ve yurtsuz bir duruma gelir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Adem İpekyüz
© The Independentturkish