Tüm dünyada 480 binden fazla insana bulaşan ve 22 binden fazla insanın hayatını kaybettiği koronavirüs salgınının, ekonomilerde açacağı yaraya hangi merhemin sürüleceği tüm ülkelerin gündeminde.
Sağlık Bakanlığı’nın verileriyle 2 bin 500’e yakın kişinin enfekte olduğu Türkiye’nin ekonomik faaliyet tablosunu gösteren en belirgin tanımlamalardan biri ise İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından yapıldı: Hayatın yüzde 80’i durdu.
Sokağa çıkma yasağı olmasa da çoğunluğun sağlıklarını korumak için evlerinde kalmayı tercih etmesi, hem şirketleri çalışansız işleyemez hâle getirdi hem tüketimi durma noktasına getirdi.
Bu şekilde dönemeyen ekonominin ise en büyük sıkıntısı, diğer tüm ülkelerde olduğu gibi “nakit para” oldu.
Ve virüs krizine yüksek enflasyon, işsizlik ve rezerv sıkıntısı ile yakalanan Türkiye’nin “kurtuluşu” için tartışılan önerilerden biri de “Merkez Bankası para basmalı mı basmamalı mı?”.
Basılan paranın bir karşılığı olmalı...
Ekonomistler, Merkez Bankası’nın para basıp piyasaya sürmesi durumunda enflasyonun artacağında hem fikir.
Zira, piyasadaki para adedini artıracak para basmanın ilk etkisi tüketimde görülüyor.
100 birim kadar ürünün olduğu bir ekonomide para miktarı bir anda 100 birimden 200 birime çıktığında öncelikle tüketim artıyor.
Ekonomi canlanmış gibi görünse de dışarıdaki ürüne bağımlı olan bir ülkede tüketimi karşılayacak üretimin olmaması, bir süre sonra piyasadaki ürün sayısını azaltıyor. Talep çokken azalan ürünün fiyatı da doğal olarak artıyor.
Enflasyonu yüzde 12,3 seviyesindeki Türkiye’de enflasyonun daha da artması istenen senaryo olmasa da birçok ekonomist, olağanüstü bir dönemden geçildiği için “Dış borçlanma yapılamıyorsa, son çare bu” diyebiliyor.
"Öncelik hastayı ayakta tutmak"
Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp, Yetkin Report’ta kaleme aldığı makalesinde bu karar için “Sınırsız para basmamızın önüne geçen faktör, bunun çok tehlikeli bir silah olması ve ehil ellerde olmayıp para doğru zamanda piyasadan çekilmezse enflasyon doğurmasıdır” diyor ve kararın artıları ile eksilerini şöyle sıralıyordu:
Eksiler: Enflasyon beklentileri ve risk primindeki hızlı yükseliş piyasa faizlerini ve kuru sıçratabilir.
Sermaye kontrolü getirelim desek riskleri iyice artırıp ileriye dönük kalıcı bir hasar yaratabiliriz. Bu olumsuz şartlarda verilen parasal destek harcamaları canlandırmak yerine döviz ve altına kaçıp finansal ortamı daha da sıkılaştırabilir.
Artılar: Tüm bu tehlikelere rağmen eğer riskler doğru yönetilir, kısıtlı kaynaklar öncelikli alanlara aktarılır, ileriye yönelik doğru sinyaller verilirse ekonomiyi tekrar işler eder hale getirip çok daha derin bir resesyonun önüne geçme şansımız olabilir.
Önceliğin hastayı hayatta tutmak olduğunu söyleyen Demiralp, “Gönül isterdi ki bu kritik ameliyat öncesi hasta daha sağlıklı olsun, geçmişteki politika hatalar yapılmamış olsun. Ama zaman geçmişi eleştirip hayıflanma zamanı değil. Çok riskli de olsa bu ameliyatı yapmak, önce hastayı yaşatıp sonrasında kalıcı bir hasar bırakmamak için çabalamak gerekebilir” ifadelerini kullanıyor.
"Ekonomi olabileceği kadar alt üst zaten"
Dünya Gazetesi Ekonomi Yazarı Alaattin Aktaş da “hastayı iyi etmeye” öncelik verenlerden.
25 Mart’ta kaleme aldığı yazısında geçen hafta açıklanan 100 milyar liralık Ekonomik İstikrar Kalkanı Paketi’ni “Şatafatlı bir isim konularak etki düzeyinin yüksek olacağı algısı yaratılmak istenen önlem paketinin soruna çare olmayacağını herkes görüyor” diyerek eleştiren Aktaş “Gelip dayanacağımız nokta belli... Bir şekilde para basacağız ve belli kesimlere kaynak aktaracağız” yorumunu getiriyor.
Twitter hesabından yaptığı açıklamada “Her ilacın yan etkisi vardır, her ekonomik önlemin de… Para basmak da normalde kötü bir önlemdir. Ama hastayı kaybetmektense yan etkiler göze alınır” diyen Aktaş’ın makalesinde ise şu örnek veriliyor:
"Para basılırsa enflasyon fırlar gider, ekonomi alt üst olur” falan filan... Ekonomi olabileceği kadar alt üst olmuş zaten!
Bakın artık yüzlerce binlerce çalışanın işini kaybetmesinden söz etmiyoruz. Söz konusu olan, binlerce işyerinin kapanması, milyonlarca insanın işsiz kalması.
Bu, Türkiye’nin de, dünyanın da şimdiye kadar yaşamadığı bir durum.
Bir kişi düşünün; üç kuruş gelir elde ettiği işini kaybetmiş. Enflasyon çok düşük ve artış da beklenmiyor. Ama bu işsizin eline artık hiç para geçmiyor. Kirası var, zorunlu harcamaları var.
Bu kişiyi bir de şöyle düşünün. İşini kaybetmiş, ama devlet bir takım mekanizmaları devreye sokarak önceki kadar değilse de bu işsizin cebine bir miktar para girmesini sağlamış. Ama piyasaya para sürülmek zorunda kalındığı için enflasyon da yükselmiş gidiyor.
Siz bu işsizin yerinde olsanız hangi durumu tercih ederdiniz?
Sıfır gelirle düşük enflasyonlu (o da gerçekleşirse) süreci mi? Yoksa az da olsa gelir elde ederek yüksek enflasyonlu süreci mi?
Aktaş’a göre küçük işletmelerin ayakta kalması, eninde sonunda çıkılacak bu krizden sonra normale dönmeyi de kolaylaştıracak.
"Konuştuğumuz basit bir yan etki değil, yıkım olabilir"
Ancak elbette ki böyle bir kararın doğru olmadığını savunanlar da var.
Koç Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Murat Üçer’e göre para basma konusunda acele ediliyor.
Twitter hesabından konuşan Üçer, Aktaş’ın “Her ilacın yan etkisi olacaktır” yorumuna cevaben şunları söylüyor:
Konuştuğumuz basit bir yan etki degil, hiperenflasyon, dış borç ödeyememe. Tam bir yıkım. olabilir.
Önce düzgün analiz lazım: Olan kaynaklarımız nedir ve en etkin şekilde nasıl kullanılır?
Arz ve kredibilite sorununu sadece parayla çözemezsiniz.
“Nasreddin Hocanın yüzüğü misali, parayla bu işin çözüleceğini sanmak ilüzyon” diyen Üçer’e göre para arzı, talebinden çok daha hızlı artarsa, para basmak istihdamı kurtarmaz; Ekonomik krizi derinleştirip, daha kötü duruma sokar.
Vakit yok. Geç kalan destek işe yaramaz, çok daha büyükleri gerekir. İstihdam kayıpları bu krizde çok hızlı çok ciddi boyutlara ulaşabilir. Bunu engellemek ilk öncelik olmalı. Bunun yolu devletin ücret garantisi vermesi. MB desteği olmadan öyle bir kaynak olmadığı çok açık.
— Zumrut Imamoglu (@Zumrut_Imamoglu) March 25, 2020
"Merkez Bankası desteği olmadan çalışana ücret garantisi çok zor"
TÜSİAD Baş Ekonomisti Zümrüt İmamoğlu, Üçer’e verdiği yanıtta para basmanın bir çözüm olamayacağını kabul ederek sözlerini şöyle sürdürüyor:
Yangına köpük sıkmazsanız bütün ev kül olabilir. Kaldı ki ekonomik krizden değil, ekonomi dışı bir nedenden oluşuyor bu durum. Geçici, kısa vadeli bir duruş. Şu an yaşanan ekonomi nedenli olsa ben de para basmaya sıcak bakmam.
Artık vaktin kalmadığını söyleyen İmamoğlu’na göre geç kalan destek işe yaramaz ve çok daha büyükleri gerekebilir.
İstihdam kayıplarının bu krizde çok hızlı, çok ciddi boyutlara ulaşabileceğine vurgu yapan ekonomist, “Bunu engellemek, öncelik olmalı. Bunun yolu devletin ücret garantisi vermesi. Merkez Bankası desteği olmadan öyle bir kaynak olmadığı çok açık” diye konuştu.
"Para basma önerisi yapacağımı rüyamda görsem inanmazdım"
"Kendime Yazılar" adlı blogunda bu konudan "Para basarak finansman sağlama konusunda öneride bulunacağımı rüyamda görsem inanmazdım" diyerek bahseden Ekonomist Mahfi Eğilmez, şöyle devam ediyor: Ne var ki 'zor oyunu bozar' diye bir söz vardır ve bugünkü koşulları bundan daha iyi tanımlamak mümkün değil.
Eğilmez’e göre işyerlerinin kapanması ve işten çıkarmalar geliri düşürecek, gelirin düşmesi de tüketimi ve tasarrufu aşağı çekecek. Hâliyle bu durum da yatırımları, ardından üretimi düşürecek. Bütün bunların düşmesi, geliri tekrar düşüreceğinden giderek bozulan bir döngüye ve ekonomide küçülmeye götürecek.
“Bozulan çarkı onarmak için aradaki parçalara müdahale etmek olmaz” diyen Eğilmez, “Tüketim malları üzerindeki vergileri düşürerek veya yatırımı özendirmek için faizi indirerek ya da üretimi arttırmak için üreticinin vergisini ödeyerek sistemi onaramayız” yorumunu yapıyor ve şöyle devam ediyor:
Örneğin mal satan işyerleri kapalı ve bu işyerleri o malları alacak insanların bir bölümünü ya ücretsiz izne çıkarıyor veya tümüyle işten çıkarıyor. Çünkü o işyerleri üretim yapamıyor.
Evden çalışmaya geçerek bazı hizmetlerin üretimine ve satışına devam etmek mümkün ama sebze ve meyveyi, otomobili ya da takım elbiseyi evden üretip satmak mümkün değil.
Kiraları, elektrik, doğalgaz, su faturası ödemelerini bir süreliğine ertelemek sorunu bir yerden alıp bir başka yere taşımaktan başka sonuç vermeyecek.
Kira ödemesi ertelenen bir süreliğine rahatlasa da kira geliri olan o kadarlık harcamayı kısacak. Elektrik, doğalgaz, su faturalarını bir süreliğine tahsil etmeyen kuruluşlar bu kez gelir elde edemeyeceği için çalışanlarını işten çıkaracaklar.
“Geriye kalan en doğru çözüm para basmak” diyen Mahfi Eğilmez, sonraki sürecin nasıl olması gerektiğini ise şöyle açıklıyor:
- Hazine, merkez bankasından borç olarak ve faizini ödeyecek biçimde alacağı parayı kira, elektrik, doğalgaz, su vb ödemelerin borçluları adına alacaklı kişi ve kurumlara ödenmesinde kullanmalı.
- Adlarına ödeme yaptığı kişileri uzun vadede geri almak üzere faizsiz olarak borçlandırmalı.
- İşsizlik fonunda bulunan parayla işyerini kapalı tutmak zorunda kaldığı için çalışanlarını işten çıkarmayı planlayanların bu eylemden vazgeçmesi karşılığında çalışanlarının maaşlarını ödemek için harcamalı. Yani işsizlik fonunu bir anlamda işte kalma fonu olarak da kullanmaya başlamalı.
- Bu fondaki para bu iş için yeterli olmazsa o zaman merkez bankasından ödünç alınan para burada kullanılabilir.
- Bunlara ek olarak iş yerlerini kapalı tutmak zorunda kalanlara da bir önceki yılda beyan ettiği geliriyle bağlantılı olarak belirli tutarlarda uzun vadeli borç vermeli.
"Kemoterapi gibi bünyeye zararı var ama yaşamak için şart"
Sözcü Gazetesi’ne bir röportaj veren ekonomist Atilla Yeşilada ise Ekonomik İstikrar Kalkanı paketinin hemen hemen hiç nakit içermediğini söyleyerek hükümetin üzerindeki yükü bankalara attığını savundu.
“Bu salgın bitince bankaları ne yapacağız? diyen Yeşilada, “AVM'lerin kapanması ile kapanan işletme sayısı 300 bine çıktı, her bir işletmede 4 kişi çalışsa 12 milyon kişi şu an itibarıyla ücretsiz izne çıkarılmış durumda” yorumunu yaptı.
Gelirini kaybedenlere nakit yardımının ve küçük işletmelerin korunmasının şart olduğunu söyleyen Atilla Yeşilada, “Virüs salgını uzarsa bir noktada hükümetin para bulması gerekecek. İkinci bir 100 milyar liralık nakit ihtiyacı olacak. Bu ortamda borçlanma imkanı neredeyse hiç yok” diye konuştu.
Böyle bir kararı “kemoterapiye” benzeten Yeşilada, “Bünyeye zararı var ama yaşamak için şart… Burada uyarım; dağıtılacak parayı alanların bu nakdi, döviz almak için kullanmasının önüne geçilmesini sağlamak” dedi.
"Zelzele gibi olup bitmesini bekleyemeyiz"
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) İcra Direktörü Prof. Dr. Güven Sak ve Danışmanı Prof. Dr. Fatih Özatay’ın TEPAV sitesinde kaleme aldığı makalede ise içinde bulunduğumuz durum için kullanılan diğer bir benzetme “zelzele”.
İlk kez karşılaştığımız, alışık olmadığımız bir süreci yönetirken, alışılmadık tedbirleri düşünmek durumundayız” diyen Sak ve Özatay’a göre böyle bir küresel olay hakkında iki davranış şekli olabilir:
İlki, aynı zelzele gibi hadisenin tamamlanmasını beklemek ve ondan sonra iktisadi hayatın yeniden canlandırılmasına odaklanmaktır.
İkincisi ise, küresel salgının devam etmekte olduğunu hep akılda tutarak, olası iktisadi etkilerini bir an önce izale etmeye yönelmek, hiç bir şey olmamış gibi işletmelerin bu dönemi faaliyet halinde geçirmelerini temin etmektir.
Ne zaman biteceği belli olmayan bir küresel salgının aynı zelzele gibi olup bitmesini beklemek ekonomi açısından onarılması güç bir hasara neden olabilir.
Yok olan her işletme kendisiyle birlikte değer zinciri içindeki bir çok işletmeyi daha götürecektir. Bu nedenle, bir değer zinciri yaklaşımı içinde tüm işletmeleri işler halde tutacak bir çözüme odaklanmak gerekir.
Bu sistemin çalışması için Merkez Bankası’nın parasal genişleme (ki bu yöntem tahvil alıp karşılığında nakit sunmayı kapsıyor) politikasını takip etmesi gerektiğini savunan ekonomistler, şu notu da ekliyor:
Elbette, bunun ekonomimize ilişkin risk algılamasını artırma tehlikesi taşıdığının bilincindeyiz. Ancak tüm dünyanın sıra dışı önlemler aldığı bir dönem yaşamaktayız. Parasal genişlemeye gitmemiz de sıra dışı bir önlem olarak anlatılmalı ve belli bir süre sonra bir plan dahilinde geri alınacağı açıklanmalıdır.
Diğer ülkeler de para basarsa hiperenflasyon olur mu?
Bu sorunun cevabını bahsedilen ülkenin enflasyon seviyesi belirliyor.
Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Refet Gürkaynak’ın YouTube kanalından açıkladığı gibi, yıllardır düşük enflasyonu yukarı çekmeye çalışan Avrupa ve Japonya gibi ekonomilerin, para basma kararı alması, fiyat artışlarına neden olabilir. Ancak bu artışların da kontrol altında tutulması gerekiyor.
Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp, bu durumu şöyle açıklıyor:
Eğer ABD’de olduğu gibi enflasyon yüzde 1,5 civarında seyredip ciddi bir ekonomik daralma da bekleniyorsa enflasyonist etkiler hemen devreye girmeyebilir.
O şartlarda, “para basalım insanların üzerinde helikopterle para yağdıralım” bile diyebilirsiniz! Çünkü bu politikalara rağmen enflasyonun aşırı kontrolden çıkması beklenmez.Fed’in enflasyon yaratmadan parayı zamanında geri çekip fiyat kontrolünü sağlayacağına inanç vardır. Ayrıca ABD hükümetinin iflasından kimsenin şüphesi olmadığından krizin en alevli zamanlarında dahi ABD tahvilinden büyük kaçışlar olmaz ve tahvil faizi çok yükselmez.
Bizdeki durum ABD’den farklı. Enflasyonu en iyi günümüzde bile hedefe getiremediğimiz ve popülist politikalara yenik düştüğümüz düşünülürse böyle bir açılımın doğru yönetilmezse hiperenflasyona kadar yolu olabilir.
Bunu önlemek için piyasaya sürülen paranın talep toparlanmaya başlarken hızla geri çekilebilmesi lazım. Geçmişteki performansımız bunu başarmanın hiç de kolay olmadığına işaret ediyor. Bu inanç enflasyon beklentilerini bir anda artabilir.
© The Independentturkish