Suudi Arabistan-ABD ilişkileri 75'inci yılını doldurdu. Ancak buna rağmen, yine de bazı zor sınavlarla karşı karşıya kalındı. Gözlemciler, başlangıç noktasına geri dönüleceği ve yıkıcı bir deprem yaşanacağı hususlarında bahis oynarken, iki taraf ise tarihi ilişkide hayatı yenileyerek bunların üstesinden gelmeye çalıştı.
Ortadoğu bölgesi fırtınalı koşullara maruz kalırken, Suudi Arabistan ve ABD tarafları, Kral Abdulaziz’i ABD Başkanı Roosevelt ile bir araya getiren tarihi buluşmanın yıl dönümünde sahneyi canlandırmaya istekli.
Suudi-ABD ilişkileri için bir temel oluşturan tarihi toplantının 75’inci yıldönümü münasebetiyle, Suudi Arabistan’ın Bahreyn Büyükelçisi Prens Sultan bin Ahmed bin Abdulaziz, ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt’in torunu ile Cidde İslami Limanı’nda ABD ‘Quincy’ destroyerinde bir araya geldi.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Riyad’da üç gün boyunca güçlü ortaklık vaadinde bulundu. Ülkesinin, Suudi Arabistan’daki büyükelçiliğini kutlayan Pompeo, herkese de 1928 yılındaki genişletilmiş ilişkilerden ABD’nin Suudi Arabistan ile diplomatik ilişkiler kurmaya başlama kararı aldığı 14 Nisan 1931 tarihine ve işbirliği anlaşmasının imzalandığı 1933 yılına kadar sarf edilen ilk çabaları hatırlattı.
Diplomasi
Suudi Arabistan’ın yeniden imarı, ABD şirketlerini Riyad'la daha ciddi diplomatik temsil için Washington'a baskı yapmalarına yol açtı. ABD hükümeti böylece 1942 yılında Cidde’de diplomatik misyon kurma kararı aldı. Öyle ki ABD’nin Mısır’daki komiseri Alexander Kirk, Suudi Arabistan’daki komiserliğe atandı.
İlgi alanları ve ilişkiler genişledikçe, Suudi Arabistan da 1946 yılında Washington’da bir komisyon açtı. James Rives Childs, aynı yıl içerisinde ABD hükümetinin olağanüstü komiseri olarak Suudi Arabistan’a bilgilerini sundu.
Mart 1949’da ABD ve Suudi Arabistan arasındaki diplomatik temsil düzeyi, büyükelçilik düzeyine ulaştı ve Childs, Suudi Arabistan’ın ilk büyükelçisi olarak göreve başladı.
Aşağıdaki bilgiler ise gözlemci ve tarihçilerin tahminlerine göre, iki ülke arasında ilişkiyi kurma va dayanıklık sınavına maruz kalma hususunda önemli noktaları temsil ediyor.
Tarihi görüşme
Tarihsel kaynaklar, Kral Abdulaziz bin Abdurrahman Al Suud’un, 13 Şubat 1945'te Cidde’den Süveyş’e iki gece bir gün süren gezisine çıktığını belgeliyor. Geziyle eş zamanlı olarak Roosevelt’i Yalta’dan Büyük Acı Göl’e götüren Quincy kruvazörünün yanı sıra Süveyş Kanalı’ndaki Büyük Acı Göl’de Kralı taşıyan ABD’li Murphy destroyerin demir atma hususunda o dönemde uzlaşı sağlanmıştı.
Kral’a yolculuğu sırasında Kralın küçük kardeşi Abdullah bin Abdurrahman, üçüncü oğlu Prens Muhammed bin Abdulaziz, altıncı oğlu Prens Mansur bin Abdulaziz, Maliye Bakanı Abdullah es-Süleyman, Devlet Bakanı Hafız Vahba ve William A. Eddy eşlik etti.
Kral Abdulaziz ve Roosevelt arasındaki görüşme, gemide yaklaşık bir buçuk saat sürdü. Daha sonra taraflar, öğle yemeyi sonrasında tekrar bir araya geldi ve toplantı en az 5 saat boyunca devam etti. Görüşmede, siyasi, ekonomik ve askeri boyutlarda ilişkiler ele alındı.
Petrol imtiyazı
ABD’nin Standart Şirket aracılığıyla petrol sondajı imtiyazı hakkı elde etmesi, dönemin Maliye Bakanı Abdullah es-Süleyman tarafından 66 yıllığına imzalanan 1933 yılındaki anlaşmayıı onaylamış kraliyet kararnamesinin yayınlanmasına dayanıyor. Anlaşma daha sonra, 1957 yılında Suudi Arabistan’ın yüzünü sonsuza dek küresel bir petrol devi haline dönüştüren bir anlaşma ile değiştirildi.
1973 savaşı
Kral Faysal bin Abdulaziz Âl Suud, 18 Ekim 1973 tarihinde Mısır’a karşı bir savaşta İsrail’e destek veren ABD ve Hollanda’ya petrol ihraç etmeyi durdurma emri verdi. Karar, İsrail’i işgal altındaki Arap topraklarından geri çekilmeye zorladı. Durum, batı halklarının yüksek petrol fiyatları hususundaki gerginliğinin artmasına ve kızgınlıklara neden olurken, diğer taraftan da iki ülke arasındaki stratejik çıkarlar, bu fırtınaya dayanmayı başardı. Ancak Arapların İsrail ile çatışması ve Suudi Arabistan’ın ilk olarak Arap davasını savunma hususundaki kesin tavrı, Washington ve Riyad’ı, 1967 savaşından Filistin intifadasına kadar bir gerginlik haline soktu. Bu durum, Suudi Arabistan’ın çeyrek asırdır ABD Büyükelçisi Bender bin Sultan’ın, yaklaşık bir yıl önce çeşitli kısımları yayınlanan Independent Arabia’ya röportajında da belgelendi. Yüzyılın Anlaşması önerisinde bulunan mevcut Başkan Trump döneminde bile Riyad’ın tavrı, İsrail ve Filistin tarafları arasındaki müzakerelerin başlaması sonrasında ‘bir köşe taşı’ olarak nitelendiriliyor.
Aramco’nun satın alınması
Saudi Aramco’nun kuruluşu, Suudi Arabistan ve California Standard Oil (SOCAL) arasında imtiyaz sözleşmesinin imzalandığı 1933 yılına dayanıyor. O dönemde bu anlaşmayı yönetmek için California-Arabian Standard Oil Company (CASOC) adlı yan bir şirket kuruldu.
1973 yılında Suudi Arabistan hükümeti, Aramco’da yüzde 25 hisse satın altı ve ertesi yıl bu hisseyi yüzde 60’a çıkardı.
1980 yılında Suudi Arabistan hükümeti, sekiz yıl sonra resmi olarak Suudi Arabistan Petrol Şirketi’ni (Saudi Aramco) oluşturmak için tüm Aramco’ya sahipti. 1984 yılında şirketin ilk Suudi başkanı olan Mühendis Ali bin İbrahim en-Naimi liderliğindeki Aramco’nun tüm sorumluluklarını üstlenecek yeni bir şirket ortaya çıktı. Daha sonra Bin İbrahim en-Naimi, 1988 yılında Saudi Aramco’nun ilk başkanı ve genel müdürü oldu. Ancak iki ülke arasındaki koordinasyon aynı ilkelere dayanıyordu. Bölgenin tanık olduğu savaşlara rağmen Suudi Arabistan, dünya pazarlarına enerji sağlama konusunda son derece güvenilir bir ülke ve Körfez trafiği özgürlüğünü güvence altına almada stratejik bir müttefik olarak sorumluluğunu üstendi.
Soğuk Savaş
Bölge, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından çeşitli sonuçlarla karşı karşıya kaldı. Uluslararası koşullarda köklü değişiklikler meydana geldi. Eski Avrupa hükümetlerinin sistemleri yok oldu. ABD ve Sovyetler Birliği, dünya politikasını planlamak ve kontrol etmek için rekabet eden iki kutup haline geldi.
Bölge, Sovyetler Birliği’ni kuşatma stratejisinin eksenlerinden birini oluşturan ABD savunma politikası çerçevesine girdi. Mısır, Kral Faysal’ın ‘komünizm ve Siyonizmin aynı madalyonun iki yüzü olduğu’ çağrısı sonrasında Sovyet uzmanlarını kovarak, komünizm etkisinin yayılmasına karşı uyarıda bulundu. Suudilerin bu dönemde öne çıkan rolü çerçevesinde diğer tarafların çıkarları büyük risklere maruz kaldı. Ancak Riyad, Washington ile stratejik ilişkilerine sadık kaldı.
Kuveyt’in kurtuluşu
Suudi Arabistan Krallığı, 1990 yılında Saddam’ın Kuveyt’i işgali sırasında diplomatik ve askeri harekat yoluyla hareket etti. Kuveyt’ten ‘Körfez kardeşleri ve ABD hava örtüsü desteğiyle Suudi Arabistan kuvvetleri onu temizlemeden önce’ şiddetli savaşlara tanıklık eden (Suudi Arabistan’ın) Hafci şehrine sızan Iraklı işgalcileri kovma müdahalesinde belirleyici şekilde ABD kuvvetlerinin oluşturduğu uluslararası bir koalisyon çağrısında bulundu.
11 Eylül
11 Eylül 2001 saldırıları, ABD’nin Arap ve İslam dünyası ile ilişkilerinde bir dönüm noktası oldu. Ayrıca saldırılara 15 Suudi Arabistanlının katılmış olması dolayısıyla şaşkınlık yaşayan Suudi Arabistan ile ilişkileri de gölgeye düşürdü. Saldırılar, Afganistan ve ardından Irak savaşına yol açan teröre karşı savaşı da tetikledi.
Suudi Arabistan, terörizmle mücadeledeki rolüne ‘ABD ile işbirliği yaparak, terörizm kaynaklarını kurutma yoluna girerek ve 2005’te Riyad terörle mücadele konferansına sponsorluk yapmak için gereken tüm yetenekleri kullanarak’ katkıda bulundu. Riyad konferansında, dünyanın birçok ülkesi de yer alırken, Riyad Deklarasyonu da yayınlandı.
Suudi Arabistan, 11 Eylül 2001 tarihinde kurbanların akrabalarına Suudi Arabistan da dahil olmak üzere ülkelere tazminat davası açma izni veren bir ‘JASTA’ yasası ile karşı karşıya kaldı. Suudi Arabistan tarafından reddedilen yasanın, hükümetlerin egemenliğinin dokunulmazlık ilkesini ihlal ettiği belirtildi.
Genel olarak iki ülke, stratejik ilişkilerinin en zor testlerinden geçebildi. Suudi Arabistan hükümetinin, Afganistan’dan başlatılan saldırıyla herhangi bir ilgisinin olmamasına rağmen birçok taraf, New York’taki terör olaylarının iki ülke arasındaki ittifakı zayıflatmak için yeterli olduğu hususunda bahse giriyor.
Ancak daha sonra 2005 yılında ABD’deki ve dünyanın diğer ülkelerindeki Suudi Arabistanlı öğrencilere yönelik yabancı burs programları başlatıldı. Kanlı olayların bıraktığı boşluk dolduruldu.
İran nükleer anlaşması ve Trump
ABD’nin Irak işgali ve İranlıların Suudi Arabistan’ın kuzey komşusunu kontrol etmesi sonrasında Suudi Arabistan, Barack Obama dönemindeki stratejik müttefiki ABD'nin tutumuna karşı çıktı.
Tahran’ın bölgedeki saldırgan politikasını değiştirmemesi üzerine Riyad diğer Arap ülkelerini de yanına alarak Tahran stratejisine karşı set oldu.
Obama döneminde ABD’nin Riyad ve bölgedeki ilişkilerine karşı kötümser bir atmosfer oluştu. Suudi Arabistan, İran'ın bölgedeki ve dünyadaki stratejileri ve politikalarına karşı uluslararası toplumun sağlam bir tavır takınması çağrısında bulundu. ABD Başkanı Donald Trump ise bu çağrıya olumlu yanıt vererek, İran’a benzeri görülmemiş bir kuşatma ve baskı uyguladı. Böylece Trump’ın anlaşması ve zaferi, aynı anda iki dönüm noktası oluşturdu. Bu yeni durum da ABD ve Suudi Arabistan ilişkilerinin tekrar sıcak günlerine dönmesi demekti.
Gelecek virajı
Massachusetts Amherst Üniversitesi’nden Siyaset Bilimci Yrd. Doç. Dr. Paul Musgrave, Suudi Arabistan-ABD ilişkileri hususunda, ABD ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin bazı zorluklarla karşı karşıya olduğunu belirtti. ABD’nin değişen iç siyasi durumunun, gelecekte bu durumun ortaya çıkmasına katkı sağlayacağını ifade etti.
Faysal İslami Araştırmalar Merkezi tarafından yapılan bir çalışmada, ikili ilişkileri bulandıran faktörlerden birinin, ABD’deki yoğun kutuplaşma olduğuna dikkat çekildi. Çalışmaya göre kutuplaşmaya yönelik ciddi eğilim, Washington ve Riyad arasındaki ilişkilerin geleceği için daha karanlık olabilecek çeşitli yollara yol açıyor.
Çalışmada, “Siyasi kutuplaşma, müttefiklerini ve ortaklarını kapsayan politikalar da dahil ABD’nin politikalarını uygulama şeklini etkilemeye başladı” ifadelerine yer verildi. Diğer ülkelerin bunu dikkate alması gerektiği de belirtilirken, kutuplaşma ve siyasi partiler hakkında yeni yayınlanan akademik siyasi literatürün gözden geçirilmesi çağrısı yapıldı.
Petrolün ötesinde
Yazar ve siyasi analist Ahmed el-Farac, bugün dünyanın, din ve destekçilerini kapsayan siyasal İslam ile mücadelede Trump’ın ABD’sinin ve dünyanın dört bir yanındaki ılımlı hükümetlerin oluşturduğu iki taraf arasında kaldığını ifade etti.
Kral Abdulaziz Al Suud’un, dönemindeki etkisine ve bu oluşumu birleştirme yeteneğine de dikkati çeken Farac, Quincy görüşmesinin, kurucuyu ABD’nin en büyük başkanlarından biriyle bir araya getirdiğini vurguladı.
Farac, Kral Abdulaziz’in Roosevelt ile görüşmesinin, ABD tarihinde Roosevelt’in büyüklüğü dolayısıyla geliştiğini belirtti. Tarihçilerin ve yorumculara göre ABD’yi yöneten en iyi üç başkanın, ilk olarak George Washington, daha sonra Abraham Lincoln ve sonrasında da Roosevelt olduğunu söyleyen Ahmed el-Farac, Suudi Arabistan-ABD ilişkisinin, her iki ülke açısından da önemli olduğunu, çünkü her ikisinin de sorunlarını çözmek için birbirlerine ihtiyaç duyduğunu ifade etti.
Siyasi analist, Suudi Arabistan’ın, tarihi boyunca ilişkilerini, Arap ve İslami meselelere hizmet etmek ve bazen de çıkarları pahasına şekillendirdiğini belirtirken, “ABD’nin, Arap ve İslam dünyasındaki sorunları çözmek için Suudi Arabistan’a ihtiyacı var. Bu ilişki, bazı tarafların belirttiğine göre petrol, koruma ve ekonomi ilişkisi değil. Aksine Suudi Arabistan’ın tavrına bakar ve stratejisini bu çerçevede oluşturur. Çünkü Suudi Arabistan, ne zaman herhangi bir karardan yana olursa, ya da çekince duyarsa, bu ilişkiler daha derinleşir” değerlendirmesinde bulundu.
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.